Sizce cennet garip bir yer midir? Peki cennet garipse ondan da garip bir yer olabilir mi? Hep gitmek istediğiniz bir yere vardığınızda aslında oranın o kadar da güzel bir yer olmadığını fark ettiniz mi? Peki at yarışı mı tazı yarışı mı?
Şimdi tuhaf sorular sordurtan bir filmden bahsedeceğim. Cennetten de Garip.
Yanlış hatırlamıyorsam bu filmi lise yıllarımda ''sinegöz'' adlı internet sitesinde izlemiştim. O zamanlar bağımsız sinema nedir, author yönetmen kimdir gibi soruların cevabını böyle öğreniyordum. Tabii daha sonra okulda bu kavramları suyu çıkana kadar göreceğimden haberim yoktu.
Film, Amerikan bağımsız sinemasının en cool yönetmenlerinden olan Jim Jarmusch'a ait.
Bağımsız sinemanın özetle kendi senaryosunu kendi yazan, belli oyuncu kadrosu ile çalışan ve kendine ait bir biçemi olan yönetmenlerden oluştuğunu ve bütçelerinin düşük olduğunu söyleyebiliriz.
Jim Jarmusch son filmleri dışında genellikle, Tom Waits, Iggy Pop, Screamin Jay Hawkins ve Roberto Benigni ile çalışıyor.
Ancak bu film biraz farklı. Bu filmde de yine Screamin Jay Hawkins'in müziklerini duyuyoruz fakat oyuncular farklı. Başrolde ünlü müzisyen John Lurie var.
Filmin konusu: Kendini has New Yorklu olarak gören bir adamın onu ziyarete gelen Macar kuzeni ve yakın arkadaşı ile yaşadığı ufak tefek maceraları.
Aslında çok basit bir meseleden yola çıkan, büyük anlamlar da yüklenmeyecek bir film. Yabancılaşma ve Batı toplumu... İzleyip eğlenilecek bir film o kadar. Mesaj çıkarmaya çalışanlara Eva şöyle yanıt veriyor: Toz ol!
Willie ve Eddie iki sıkı dosttur. Sıkı dost dediğime bakmayın. Willie, Eddie'ye biraz uyuz oluyor salaklığından dolayı. Willie'nin Macar kuzeni onu ziyarete geliyor. Ve aralarında iki yabancınınki kadar yakınlık olan bu ''kuzenler'' birbirlerini tanımaya ve sevmeye başlıyor. Tabii Willie'nin arkadaşı Eddie, Macar kuzeni daha çok seviyor. Ondan hoşlanıyor. Tabii bu durum Willi'nin hoşuna gitmediği için aralarında tatlı bir sürtüşmeye neden oluyor. Ve kumar oynamayı çok seven bu iki dost Florida'ya gitmeye karar veriyor. Ve oranın cennet gibi olduğunu düşünüyorlar. Oraya gittiklerinde yine kumara dadanan ikili paralarını kaybediyor ve hikaye biraz tuhaf bir şekilde yarım yamalak bitiyor.
Yarım yamalak biten filmleri sevmeyiz değil mi? Ama neden? Çünkü film dediğin şeyin dramatik bir eğrisi vardır. Giriş, çatışma, gelişme, tepe noktası ve sonuç. Bu filmlerde böyle bir şey yok. Peki neden dramatik eğrisi olmamasına rağmen bazılarımız bu filmleri seviyor? Çünkü hikaye anlatmak her şey değildir. Bir film hikaye anlatmalıdır, evet. Ama ya o filmin hikayesi günlük sürçmeler ve hayata dair küçük komik şeylerse? Bunlar herkesi tatmin etmez biliyorum. Çünkü herkes, kendi yaptığı espriyi filmde gördüğünde ''aa bak bu espriyi ben de yapmıştım'' diye sevinmez.
Ben seviniyorum. Ayrıca sadece ve sadece Screamin Jay Hawkins'in I put a spell on you şarkısını dinlemek için bile izlenebilir bu film.
Bir de siyah beyaz film izlemeyi seviyorsanız mutlaka izlemelisiniz. Evet, film siyah beyaz ve 1984 yapımı.
İyi seyirler.
Gökhan Yücel
2020-05-21T17:37:05+03:00Teşekkürler.
Jean Valjean
2020-05-21T17:05:25+03:00Kaleminize sağlık.