Kamçılamak kendimi, içimde kalmış son damla sevgim ile gırtlağıma kadar dolu hıncımı ölesiye kapıştırmak… Kanımın içinde dolanıp doğru yolu bulamayan tilkilerim ile hesaplaştım. Bu uzun ve darbeli yolda ne aşk var ne de nefret. Sadece bir parça aydınlık ile kovalıyorum sevgiyi. Bu benim savaşım, zıt duygular ile katabolizmaya evirdiğim, hislerimi paramparça ettiğim en büyük yenilgim. Yitirdiğim kelimelerim, anlamını çaldığım ümitlerim ve adını bir türlü koyamadığım sevgisizliğim ile ilerlediğim en berrak yol. Ben bu berrak yolu sevdiğim için sevgiden nefret ettim.


Bazen bir küvetin içinde ruhumu bedenden sıyırıp koparmak çok istedim. Ben umutlarımı kestikçe hislerim aktı bileklerimden. Küvet hislerimle doldukça içim boş, dışım çepeçevre duygularla taştı. Yoksa sen her damlamı su kadar şeffaf mı sandın?

Damla damla yanağımdan süzülen pıhtılar, göz altı torbalarıma dolup beklediler. Belki birisi dokunur ve bir nebze eşitlik sağlanır diye beklediler. Kimse gelmedi, gelmeyecekti de. Sahi, neden gelseydi ki? Tanrı bile görmemişti ki ne hissettiğimi… Ben de içimden ne geçtiyse, damarlarımda ne dolandıysa döktüm tane tane.

Şimdi de susacak mısın?


Anadan doğma bedenimin üzerinde bir makas gezsin ama bu makas hiç kesmesin. Bir sürü kesiğin içerisinde o makas sadece kaşık olsun, karıştırsın bütün duygularımı. İçine imkansız hayaller kattığım kopkoyu kanıma bir hareketlilik sağlasın. Bütün hücrelerimle bulaşayım şu duvarlara, musluğa, perdelere. Bir insana tutunmaktansa buz gibi fayansları elime zimmetlemek…


Keskin bir bıçak tutsun elimi, korkularımı kesip atsın; gözlerimin gördüklerini, yüreğimden geçenleri, hissettiğim her ne varsa kanata kanata kesip alsın benden.

Neden bu kadar keskin değildir bu bıçaklar...


Bu soğuk banyoda her şey gitgide bana benziyor. Buz gibi bedenim, loş saçlarım, havalandırma kadar kirli boğazım ve fayanslar kadar donuk tenim… Lavabo gideri kadar derin bir karanlıktı gözlerim, sonumun neye vardığını bildiğim pis bir kumpas. Fakat içimde bir yerlerde sabır taşı gizli sanki, gördüklerimden kaçarken hissettiklerime yakalandığım bir kör ebe.

Öyle şeyler söyleyebilmek isterdim ki, kanımı içeriye hapsedebilmek… Ruhumu damarlara zincirlemek yerine gökyüzünde cenaze manifestosu başlatabilmek... Hücrelerimle herkesi nötr hissettirerek mutluluk kadar acının da gereklilik olduğunu anlatabilmek… Elimle kalbimi söküp şu durmadan baktığınız küçük vitrine koymak isterdim.

Ben hep isterdim ama o kadar bakmanıza rağmen bir kere olsun görmek istemediniz.

Sağımda ve solumda iki meleğim varsa siz benim iki kaşımın ortasındaki şeytanımsınız.

Bana kabusları andıran, bıçağın keskinliğinin yetemediği, makasın benim yanımda kaşık kalmasının, belki de özgürlüğe duyduğum özlemin sebeplerinden birisiniz.

Damarlarımda dolanan şeyi su mu sandın sen, beni tek parça görünce kalbime bakma ihtiyacı duymamış olan sen… Bunca kirli beyinlerin arasında temiz kalmayı bana mı anlatıyorsun? Tilkilerini çıplak bedenimle tıkayan sen, bana edebi mi fısıldamaya çalışıyorsun?

Gölgen içime işliyor, kapının ardındaki beden mi, yoksa yine kafamın içi beni karanlığa mı çağırıyor? Konuş artık, bana karşı çık, beni oyala, susarak beni çağırma. Yüzünü görebiliyorum. Gülümsemenin en paslı incilerini sayabiliyorum artık.

Bayım, siz kimsiniz?