BİR ADI VARDI ONUN, TOMRİS UYAR’DI

Gecelerden birinde uyku öncesi ritüelim şiir kitaplarıyla beyaz çarşafların arasında otururken yine birçok gece gibi Tomris’e rastladım. Tomris Uyar. İzler. Birkaç adamı severken, birkaç adam onu severken ruhları tek bir kadının parmak izleriyle sarmalanmış üç adam. Yalan yok, bu adamları hep biraz kıskanırım. Nasıldı Tomris'i sevmek? Sızısına değer duruyor. Ve yine, yalan yok, Tomris’i de hep biraz kıskanırım; bu adamların kalpleri için amazon kadınıymışçasına savaşmak makbul duruyor. Oysaki Tomris Uyar’ın Tomris Uyar olması öyle yeterli olmuş ki bu adamlara... Cansever’in demiş olduğu gibi: Bir adı vardı onun, Tomris Uyar’dı.


Cemal ve Tomris. Bir nevi hep andığımız şu destansı aşkların günümüzün en yakın zaman çizgisinde yaşanmışı. Yani bana kalırsa bu böyle. Ki, görünen o ki, bu şimdi, bu sayfa üzerinde bana kaldı. E böyle. Tanıştıklarında ikisi de evli. Tanışmalarından bir süre sonra ise ikisi de dul: birbirleri için. Cemal Süreya’nın çocukları var üstelik. Tomris de o sıralar Tomris Tamer, Ülkü Tamer’den dolayı. Aşk işte. Öyle bir şeye konmuş ki, başımızda uçan her kuşun en az bir tüyünde aşklarının gizini yazacak şiirli kalemler var. Bu söylediklerime bakılınca yüzyıllar boyu beraber yaşamışlar gibi gelse de sadece üç yıl birlikte oldular. İşte bu üç yıl öyle destansı bir üç yıldı. Belki de Türk şiirinin en verimli üç yılıydı bile denebilir. Öyle ki Cemal Süreya’nın zamansız “Sayım” şiiri, hani şu birini soluğundan öptüğü şiir, tüm hücreleriyle Tomris’e bir adak niteliğinde:


“Ayışığında oturuyorduk/ Bileğinden öptüm seni// Sonra ayakta öptüm/ Dudağından öptüm seni// Kapı aralığında öptüm/ Soluğundan öptüm seni// Bahçede çocuklar vardı/ Çocuğundan öptüm seni// Evime götürdüm yatağımda/ Kasığından öptüm seni// Başka evlerde karşılaştık/ İliğinden öptüm seni// En sonunda caddelere çıkardım/ Kaynağından öptüm seni”


Yakınları ikisinin de ölümlerinden sonra arkalarından şöyle bir hikayeyi biz meraklılarla paylaşmıştı:

“Her akşam işten çıkıp şıp diye eve damlıyordu Cemal Süreya. Bir gün Tomris Uyar ‘Biraz gez dolaş, arkadaşlarınla falan buluş,’ dedi. Ertesi gün geç geldi Cemal Süreya, daha ertesi gün de; hep geç geldi. Bu akşamlardan birinde örtü silkelemek için pencereyi açan Tomris, apartmanın girişinde oturan Cemal’i gördü ve gerçek ortaya çıktı. Her akşam iş çıkışı eve geliyor ama aşağıda oturup ‘gecikiyordu’ Cemal Süreya. Tomris Uyar tarafından durumun adı derhal kondu: Şahsiyet Rötarı.”

Tomris Uyar, kocası ve çocuğunun babası Turgut Uyar dışında, aşkları üzerine pek az şey söyledi; neredeyse bu konularda hemen hiç yazmadı. Söyledikleri de, bir şaire eski bir sevgili gibi yaklaşmaktan öte, dışarıdan bakan bir eleştirmen edasındaydı. Cemal Süreya ile olan ilişkisi sorulduğunda şöyle demişti bir keresinde: “Beni bıraktı ama rahat edemedi. Ona göre bana sahip olunamazdı. ‘Senden ayrıldığım anda, senin hakkında, hikâyen hakkında sevdiğimi belirtecek hiçbir şey söylemeyeceğim; benim ağzımdan kimse duymayacak,’ dedi ve doğrusu hiç yazmadı.” 

Üç yılın sonunda tükendi Cemal ile Tomris’in aşkı ve güzel bir dostluk kaldı geriye…


Tomris Uyar’ın Turgut Uyar ile evlenmesine yol açacak kadar yakınlaşmasının nedeni de şiir kuşkusuz: “1966 yılında ben zaten Cemal Süreya’dan ayrılmak üzereydim. O da eşinden ayrılmıştı. İstanbul’a gelmişti çocuklarıyla. Burada tanıştık. Asıl tanışmamız herhalde o, çünkü o zaman daha bir yakın oturup konuşma fırsatını bulduk ve mektuplaşmaya başladık. Bu mektuplar önce sadece şiir üzerine mektuplardı. Hâlâ duruyor bende. Genellikle onun şiir üzerine düşünceleri, benim onun şiirleri üzerine düşüncelerim... Ve anladığım kadarıyla, çok sıkışık bir dönem geçiriyordu. Yani evlilik hayatında bir süredir yaşadığı tedirginlik ve uyumsuzluk şiirini de etkilemişti, yedi yıldır şiir yazmıyordu. Esin periliği olarak ifade etmek istemiyorum ama herhalde çok konuştuğum, çok dürttüğüm, yazmasını çok rica ettiğim için diyeyim, yavaş yavaş şiir yazma isteği yeniden doğdu.” 


Yaşamında en uzun soluklu sevdası Turgut Uyar oluyor.


Turgut Uyar için, “Bir ara ben onun dünyaya açılan penceresi olmaktan da öte bir şeydim, bir parçası gibiydim. Ve kendimi bir parçası gibi hissettiğim için de sıkılıyordum tabii…’ dediğini biliyoruz. 

Turgut Uyar’ın onun için yazdığı bir şiir vardır ki dönemin şiir matinelerinde epey meşhur, daktiloyla çoğaltılıp elden ele dolaşmış, bizim elimize hatta kalbimize tutuşturulmuş bir şiir olmuştur:


“senin için alışılmış şeyler söyleyemem sana yaraşmaz/ kış gecesi amcamızdır bahar yakından kardeşimiz/ alır başımı erzincan’a giderim seni düşünmek için/ dörtlükleri bozarım çünkü dağlar ne güne duruyor/ kıyılar ve eskimeyen her şey seni anlatmak için// bir bozuk saattir yüreğim hep sende durur/ ne var ki ıslanır gider coşkunluğum durmadan/ durmadan/ dağ biraz daha benden deniz her zaman senden/ hiçbir dileğimiz yok şimdilik tarihten coğrafyadan// kimselere benzemesin isterim seni övdüğüm/ seni övdüğüm zaman/ güzel bir çingene yalnız başına dolaşmalı kırlarda/ seni övdüğüm zaman”


Uyar’ın ölümünden sonra kurduğu cümlelerde aralarındaki ilişkinin sırlarını da ele verir aslında Tomris Uyar: “Turgut, beni her an elinden kaçıracakmış gibi gereksiz bir kaygıyla yıpranacak, ben de hiçbir rekabetin söz konusu olmadığı bir alanda, boyuna birinci seçilmekten yorulacaktım.” 


Ah Edip! Ankara ve İstanbul’daki edebiyat çevrelerinin iyi bildiği bir başka gerçek de büyük şair Edip Cansever’in ona duyduğu gizli hayranlıktır. Ve Turgut Uyar, onu elinden kaçıracakmış gibi sevmekte haklıdır aslında… 


Öyle ya, kaç gizli hayranı daha vardır, kim bilir?.. Edip Cansever, her 15 Mart günü (onun doğum gününde) açıkladığı yeni bir şiirle seslenir Tomris Uyar’a… Şair ona, “Bir adın vardı senin, Tomris Uyar’dı,” diye seslenmiştir, o meşhur ‘Yaş Değiştirme Törenine Yetişen Öyle Bir Şiir’de. “Adını yenile bu yıl ama bak Tomris Uyar olsun gene,” der ısrarla… 


Söz Edip Cansever’de: “Tomris Uyar’a…// Seni görünce dünyayı dolaşıyor insan sanki/ Hani Etiler’den Hisar’a insek bile/ Bir küçük yaşındasın, boyanmış taranmışsın/ Çok yaşında her zamanki çocuksun gene/ Ben seni uzun bir yolda yürürken görmedim ki hiç.// Mart ayında patlıcan, ağustosta karnıbahar/ Mutfağın mutfak olalı böyle/ Bir adın vardı senin, Tomris Uyardı/ Adını yenile bu yıl, ama bak Tomris Uyar olsun gene/ Ben bu kış öyle üşüdüm ki sorma/ Oysa güneş pek batmadı senin evinde/ Söyle/ Ben seni uzun bir yolda yürürken gördüm müydü hiç.”


Ölümünden kısa bir süre önce, Edip Cansever’in kendisini daha çok etkilediğini söyleyecektir ama eleştirmen tavrından vazgeçmeyerek: “Daha çok anlatan, daha süslü ve imgesi bol. Tekrarı seven bir şair…”


O zamanlar Boğaz’da denizle öpüşen meyhanelerde, Tomris Uyar’la Edip Cansever’i baş başa rakı içerken gören çok oldu. Onları öyle görüp ellerini sıkma şansına erişmiş, edebiyata ve şiire meraklı bir gazeteci, Tomris Uyar’ın bir an evvel sevdiklerinin yanına gitmek için bu kadar çok içtiğini düşündü. Cansever’in bir peçeteye yazdığı dize ise dilden dile dolaştı: “Tomris rakıyı çok severdi, bense onu…”


Ah Edip! Ya da aslında, Ah Tomris, mi demeliydim!

Evet, tam da öyle, benim üç sıkı gece ritüeli dostumun, her gecemi ölmeme gecesi yapan adamların kalplerini avuç çizgilerini dolduracak kadar eline almış, belki onların kalbinin hakkını da vermiş Tomris. Vardır bir bildikleri, her gece ninni diye okurum. Ne çok ah dedirttin... Ah Tomris!