Başlamadan, hayatımda ilk kez bir albüm incelemesi yazıyorum. Bu konuda asla iddialı değilim, müzikal açıdan bir yorum yapabilecek kadar kapsamlı bir bakış açısına sahip de olamayabilirim. Ama hikâyelerden iyi anladığıma inanırım ve Sufjan Stevens'ın annesiyle ilişkisi, 2012 yılında mide kanserinden ötürü ölmesinin ardından yıllarca bastırdığı duygularının izini bir dedektif gibi sürmesi gerçekten dinlemeye değer bir deneyimdi. Carrie & Lowell albümü, her şeyden önce fazlasıyla dürüst, duygusal ve güçlü bir anlatı sunuyor size. Benim albüm hakkında en sevdiğim şey, yasın dümdüz bir çizgide gitmediğini anlatırken takındığı dürüstlük oldu. Çok kırılgan, incinmeye fazlasıyla açık ve bir o kadar da cesur bir anlatıydı.


Albümün ilk şarkılarında kişinin yaşadığı kaybın adaletsizliğine karşı duyduğu öfkeyle -belki de ölüme bir başkaldırı olarak- doğuş kavramı ve kabullenmeden sıkça bahsediliyor. Death With Dignity'de şarkı, bütün albümde olduğu üzere sakin, tatlı gitar melodileriyle başlıyor. Sufjan Stevens, genellikle orkestrayla çalışmayı daha çok tercih eden bir isim olduğu için bu epey basit bir başlangıç sayılabilir aslında. Sanki albüm boyunca sesini bastıran hiçbir şey olmasın istemiş gibi, sesi hafif olmasına karşın onu net ve keskin duyuyoruz. Sözlerin ağırlığıyla tezatlı bir denge yakaladığından söz edebiliriz. İlk kıtada "sessizliğin ruhu" olarak tabir ettiği şeyden korktuğunu söylüyor. Sessizliğin ruhu, en sonunda dışsal seslerden arınıp kendi içine dönmek ve bu hep kaçılan bölgede bir keşfe çıkmak gibi bir anlama sahip burada. Yani bir nevi acısından dolayı körelen duygularının sesini duymaya çalışıyor. "Nereden başlayacağımı bilmiyorum" dediği kısım, bu endişesini dile getirdiği dürüst bir serzeniş niteliğinde. Bu şarkının neden ilk şarkı olarak bizi karşıladığını anlamak zor değil. Bir yakınının ölümünü deneyimleyen birinin kafa karışıklığı ve tecrübesizliği ile soruyor: "Ölüler için hangi şarkıyı söylüyorsunuz?"


Ardından Should've Known Better'da Sufjan ile birlikte Carrie'nin onu üç dört yaşlarında video mağazasında bıraktığı yere gidiyoruz. Orada kaybettiği annesinin hayalleriyle adeta siyah bir "kefene" sarınmış gibi betimliyor kendisini. "Be my rest, be my fantasy" dediği yerde, ölümün kuşatıcılığından yorulduğunu ve bir noktada bunu taşıyamadığı için anılarına daldığını ifade ediyor sanki. Ancak şarkının sonlarına doğru, eskisine oranla kabullenmeye daha yatkın bir yaklaşım izlediğine tanık oluyoruz. Şarkının melodisi ufak dokunuşlarla değişiyor. "Don't back down, nothing can be changed" dizeleriyle aslında yaşam döngüsünün kırılamaz olduğunu söylüyor dinleyicisine. Ölüm, döngünün bir parçasıysa doğum da öyle. Birimiz yaşadığımız sürece hepimiz varız. Şarkı boyunca serpiştirdiği mutlu eden küçük detaylar, ölümün arkasında bile güzellik görebilmesi ile şarkı ayrı bir etkileyicilik kazanmış.


"My brother had a daughter, the beauty that she brings, illumination." dizelerinin ardından görüyoruz ki şarkı ölümün getirdiği karanlıkla başlamasına rağmen, doğumun getirdiği aydınlıkla sonlanıyor. Sufjan bu şarkıda ölümü daha farklı bir formda kabul ediyor.


Hemen ardından gelen "All of Me Wants All of You" albümdeki en zorlayıcı şarkılardan biriydi bana kalırsa. Sufjan'ın acı verici derecede yorgun düşmüş sesinden annesinin kanserini kast ederek "Onu yenelim mi, yoksa kutlayalım mı?" diye sorduğunu duyuyoruz. Yası kabullenme süreci tamamen git geller ile dolu. Burada, ilk dizede aslında bütün şarkıya anlamını katan bir isim var, ilk dizelerde kendini kullanılmış hissettiğini söylemeden hemen önce kullandığı "Manelich". Manelich, bir Katalan oyunu olan Terra Baixa'ya gönderme. Konusu, duyarsız bir kadın tarafından aşka dair güveni kırılan bir çobanın gitmek ve kalmak arasında yapmak zorunda kaldığı seçim. Aslında bu şarkı, Sufjan ile annesinin ilişkisinin geçmişi hakkında bize yeni ipuçları veriyor. Sufjan kendini, korkunç bir kırılmanın ortasında sevmeye devam etmeyi ya da vazgeçip arkasını dönmeyi seçmesi gereken bir adam olan Manelich ile eş değer tutuyor. "Ben sadece içinden dosdoğru geçip gittiğin bir hayaletim" dediği noktada annesine yıllar boyu süren ayrılıktan ötürü duyduğu kırgınlığın boyutlarını anlıyoruz ve gideceğini bildiği birini sevmeyi seçmenin onun için ne kadar zor olduğunu hissettiriyor bize şarkı. Belki de annesi ile ihtiyaç duyduğu şey toz pembe, mükemmel bir sevgi değildi. Kırıklar ve yamalarla dolu, ama birbirimizin en çirkin yanlarını gördüğümüzde ve affetmek çok zor olduğunda bile kalmayı seçebilecek kadar güçlü bir sevgiydi. Sanki "All of me wants all of you" derken buna karar veriyor.


Ancak sonraki şarkılarda daha hassas ve kırılgan olan yüzünü, kaybın onda açtığı yaraları daha net bir biçimde görmeye başlıyoruz. Hemen ardından gelen Drawn to the Blood'da, bu defa annesine yönelik kişisel bir hikâye anlatmaktan ziyade bir duyguyu merkeze alıyor. İlk dinleyişte bana bir tür geçiş şarkısı gibi hissettirse de belki de albümde çaresizliği ve öfkeyi en iyi vurgulayan şarkı olabilir. Hatta Sufjan, bazı canlı performanslarında birkaç dizeyi değiştirerek söyleyince dinleyenlerin bazıları bunun aynı zamanda annesinin ağzından bir parça da olabileceğini düşünmüş.


Bu şarkıda genel olarak bize iyi gelmeyen bir ilişkiye doğru nasıl çekildiğimizi biraz da hayretle sorguladığımız o an dile getirilmiş. Bu, ister şarkıda geçen "my lover" kelimesinden ötürü bahsedildiği düşünülen romantik ilişki olsun, ister yan hikâyede devam eden Carrie ve Sufjan'ın ilişkisi olsun, ister Sufjan ile Carrie'nin ölümüne karşı duyduğu karmakarışık hisler ile arasındaki ilişki olsun; şarkı boyunca sürekli olarak tekrarlayan açık bir sorgulama duyuyoruz. Açık açık "Bu nasıl olabildi?" diye soruyor şarkı boyunca. Kendini nasıl gafil avlanmış hissettiğinden hayretle bahsediyor.


"For my prayer has always been love, what did I do to deserve this?" dediği noktada, şarkının kurban bakış açısıyla söylendiğini anlıyoruz. Bu gerçekten çok canımı acıtan bir cümle benim. Arka planda neden iyi insanların başına kötü şeyler geldiğine yönelik bir serzenişinin olduğunu net bir şekilde duyabilirsiniz. Çünkü ölümün ardından verdiğimiz ilk tepki çoğunlukla budur. "Avenge my grief, how? God of Elijah." dediği satırlarda, İlyas Peygamber'in sadık öğrencisi Elijah'ın cennetin kapılarında "İlyas'ın tanrısı, neredesin?" diye bağırdığı ana bir gönderme yapılmış. Bu satırlar aynı zamanda, yan hikâyede hâlâ işlenmeye devam eden Carrie'nin ölümünü de ele almış. Sevilen birinin ölümü karşısında daha yüce bir güce başımızı çevirip "Onu benden nasıl alabildin?" diye sorduğunuz o ana doğruca atıfta bulunulmuş kısacası.


Eugene, annesi ile ilişkisini aydınlatma amacı güden bir başka şarkı. Sufjan'ın anılarına yolculuk yapıyoruz. İstismar edildiği, sevgiyi asla beklediği gibi bulamadığı annesiyle olan ilişkisinde yaşadığı hayal kırıklıklarını bir çocuğun gözünden anlatır gibi anlatmış. Şarkı boyunca, dün ve bugün fark etmeksizin aslında bütün isteğinin ona daha yakın olabilmek olduğundan söz ediyor. "Hâlâ göremediğim şeye dua ediyorum" dediği kısımda, annesinin ölüm döşeğinde ona daha uzun bir süre yakın olabilmek için ettiği dualardan bahsediyor. Nitekim, duaları kabul olmayarak annesini ölüm aracılığıyla bu kez kesin ve net olarak kaybediyor. Artık ona yakın olması imkânsız.


Böylece şarkının son dizeleri geliyor. Sufjan hislerini özellikle bu kısımda olağanca netliğiyle ortaya koymaktan çekinmemiş. Hatırladığı tüm o anıların ardından, annesini geride bırakmayı kabullenmek zorunda olmanın acımasızlığından bahsediyor. Hemen ardından bir kez daha çaresizliğini görüyoruz. Her şeyin bitmeye mahkum olduğunu ve bu yüzden anlamsızlığı hatırladıkça dünyaya kapılarını kapatmak istediğini söylüyor. Böylece şarkıda bir kez daha kurban bakış açısıyla, kabullenmeden uzaklaşarak en değerlisini kaybeden bir insanın yaşananlara karşı hissettiği evrensel bir haksızlık duygusuyla karşılaşıyoruz.


Albümün 6. şarkısı olan Fourth of July'ın yeri bende çok ayrı. Bu incelemeyi kaleme almamın sebebi bile diyebilirim. Gerçek deneyimler aracılığıyla bağlantı kurabildiğim bir şarkı bu; dinlediğim değil, yaşadığım bir şey.


Albümde teması kabullenmek olan pek çok şarkı var, ancak bu şarkının teması teslim olmak. Sufjan sevgi ve acıyla annesine sesleniyor, onu ölümden döndürmek için her şeyi yapabilecek durumda olduğunu görüyoruz. Çaresizliği dizelerden buram buram yayılıyor. Bütün şarkı, sanki o ve ölüm döşeğinde yatan annesi arasında geçen özel bir konuşmaymış ve siz buna tanıklık ediyormuşsunuz gibi. Nakaratlarda, sesi incelip melodi yavaşlarken konuşma sırası sanki annesine geçiyor. Annesi, onu teselli eder gibi tatlı sevgi sözleriyle neden ağladığını soruyor, onun acısına sebep olduğu için endişeyle pişmanlıklarını dile getiriyor. "Tell me what did you learn from the Tillamook burn, or the Fourth of July?" derken yaşamın hem parlak ve mucizevi anlar barındırdığını, hem de ölümün yıkıcılığını aynı anda taşıdığını oğluna anımsatıyor ve özellikle şarkının sonunda defalarca ekliyor: "We’re all gonna die."


Şarkı aslında bu cümlenin üzerine kurulu diyebiliriz. Annesi, oğluna açık açık yaşadığı sürenin tadını çıkarmasını, hayatı bu şekilde kabul etmesi gerektiğini, çünkü var olmaya devam edebilmek için başka şansının olmadığını söylüyor. "Make the most of your life, while it is rife / While it is light." aynı zamanda Sufjan annesinden tükenen kaynak olarak söz ediyor, ona dair anıları bulanıklaştığında nihai olarak onu kaybedeceği endişesini güdüyor. Ben gerçekten bu albümün en vurucu noktasının bu şarkı olduğunu düşünüyorum.


Daha sonra gelen The Only Thing de, Fourth of July ile beraber albümdeki en etkileyici parçalardan biri olarak bende yerini buldu. Bir önceki şarkıda yaşadığı kaybın arkasından hayatın anlamsızlığını fark edip buna rağmen bu kadar acıyı taşıması gerekip gerekmediğini sorgulayan birini anlatıyor. Şarkı boyunca sürekli olarak tekrarlayan sorular ve bir yanıtın olmaması, durumun çözümsüzlüğünü, dinleyenlere hissettiren bir etken.


Bunun yanı sıra şarkının albümdeki diğerlerinden ayrılan bir şekilde intihara meyilli bir bakış açısı taşıdığını söylemek mümkün. Sürekli yinelenen bir intihar fantezisi, bir noktada düşüncelere dönüşerek şarkı boyunca kendini tekrarlıyor. İronik bir biçimde Sufjan'ın sesinde neredeyse neşeli bir tonla bunları söylediğine tanık oluyoruz. Şarkının geneline ve Daniel'ın kitabına yaptığı atıfa bakacak olursak, bu noktada sanki dünyanın sonu gelmiş gibi hissediyor ve bunun verdiği teslim olmuşlukla hareket ediyor.


Bu acıyı dindirmek için ne yapmalı? "Gözlerini mi oymalı? Hissetmemek için kalbini mi yerinden çıkarmalı?" Bunun kaybolmuşluğu içerisinde, genel bir inanç eksikliği teması fazlasıyla gözüme çarptı. Medusa ve Perseus efsanesine atıfta bulunulması da bunu destekler nitelikte sanki. Zaten Stevens, tıpkı diğer çalışmalarında olduğu gibi bu albümde de mitolojik ve dini öğelere fazlasıyla yer vermiş. Nitekim bir sonraki şarkı olan Carrie & Lowell da baştan aşağı semboller ve gizli işaretlerle dolu. Annesinin kolunu kırdığını söylediği yerde, aslında onun şefkati ve desteğini nasıl kendisine hissettiremediğini anlatıyor. Özellikle son kıtada, "Carrie, come home (Thorazine's friend)" cümlesi, eskiden şizofreni tedavisinde kullanılan anti-psikotik bir ilaca da atıfta bulunduğundan annesi ile aralarındaki kopukluğun sebeplerine de ışık tutuyor. Yine John My Beloved'da da, anılarından fosiller olarak bahsediyor ve tıpkı bir önceki şarkıda olduğu gibi geçmişini yeniden anlamlandırma çabasına tanık oluyoruz.


Albüm son iki şarkıyla birlikte yavaş yavaş bir kabullenişle sona ermeye doğru ilerliyor. Bu açıdan sanki bir veda niteliği taşıdığını söylemek de mümkün. Sufjan Stevens, yaptığı bir röportajda yeni bir şey söylemek ya da müzikte bir yenilik yapmak gibi bir amacının olmadığını, sadece hayatının bu evresini sanat yoluyla anlatmaya ihtiyaç duyduğunu ifade etmiş. Belki de albümün bu kadar etkileyici olmasının en önemli sebebi budur. Nitekim, onuncu şarkı olan No Shade in the Shadow of the Cross'ta onu iyi bir noktada görmüyoruz. Bu kaybın ardından hayata katlanmasını sağlayan tek şeyin uyuşturucu ve haplardan geçtiğini, çünkü sevgi olasılığının yok olduğunu anlatıyor dinleyicisine. Bir nevi hayatın bu haline tutunmayı reddettiği için bile isteye kendini yakıyor.


Çaresizliğini bir kez daha dürüstçe sergilediği bu şarkıda, "Give wings to a stone / It’s only the shadow of a cross" dizeleri, annesinin mezarında kanatlar görmek isteyip tek bulabileceğinin bir haçın gölgesi olduğunu anladığını söylüyor bize. Tıpkı kanatların gerçek olmaması gibi, kendini uyuşturması da yalnızca geçici bir çözüm. "Ejderhayı kovalamak" gibi belli ifadelerden, kendini anlık iyi hissedebilmek için ne kadar ileri gittiğini ve ne kadar kaybolduğunu anlıyoruz. Aynı zamanda "My assassin / like Casper the ghost" dediği noktada, annesinin ruhunun hayatının kontrolünü elinde bulundurduğuna inanıyor. Psikolojide bu bir nevi ölen kişiyle özdeşleşmenin sonucu olabilir. Nitekim, "bıçağın üstünde kan" dediği noktada kendisine zarar verdiğini bir kez daha görüyoruz. Öfke aşamasından geçtiğini söylemek mümkün bu noktada. Şarkının gerçek bir mutlu sonu yok ve dinleyicisini tatmin edici bir yere götürmüyor.


Ancak son şarkı olan Blue Bucket of Gold, dinleyicisini gerçekten beklenmedik bir yerden yakalıyor. Bu şarkı adını Oregon'da bir madene ellerinde boş mavi kovalarla girip altınla çıkan çocuklara dair bir efsaneden almış. Bana kalırsa ellerinde hiçlikle karanlığa dalıp altınlarla çıkan bir başka kişi de aslında Sufjan'ın ta kendisi. Çünkü bütün bu şarkılar, kullandığı masallar, atıfta bulunduğu mitler, efsaneler bir araya gelip onu ayağa kaldırabilmek için albüm boyunca ortak bir kaynak oluşturuyor. Hislerini ifade etmeye bir alan bulması, acısını bu şekilde paylaşabilmesi onu kurtaracak olan yegâne şey belki de.


Bir şekilde yaşadığı bu acı deneyimi, sanatçı kimliğiyle ortak bir mirasa katarak altından kalkmayı başardığını gösteren bir şarkı olarak yorumladım bunu ama dürüst olmak gerekirse anlamakta en çok zorlandığım şarkı da bu oldu. Belki de albümün sonuna bunun yakışacağını düşündüğüm için böyle yorumlamışımdır. Ancak albüm boyunca geçtiği bütün o aşamaları gözden geçirdiğimiz zaman, onun mutlu sonunun yaşamına devam etmenin bir yolunu bulması olduğunu söyleyebiliriz bana kalırsa.


Çok mutluyum bu albümü doğru zamanda keşfettiğim için. Umarım bu incelemeyi okumak, sizin de Sufjan Stevens'ın bu eserine karşı bakış açınızı biraz olsun değiştirebilmiştir.