Bir aşağı bir yukarı inip kalkan göğsünü izliyorum. Ellerin yanaklarına yuva, gözlerin hakikatten sakınırcasına kapalı. Dudakların hafif aralık; her an uyanacakmış, kalbimi kıracak sözler söylecekmiş gibi aralık hem de. Yanaklarında hiç sevilmemişliğin, okşanmamışlığın izi. Saçların... Üzerine oturup yüzyıllarca şiirler yazabileceğim saçların. Her kıvrımı darağacım olan saçların. Kim bilir ne düşlüyorsun şimdi?


İçimi sana dokunma hevesi kaplıyor.


Önce hafif aralık dudaklarına, sonra o aşığı olduğum saçlarına, uykuya teslim olmuş gözlerine.. Yorgunum ama bir o kadar da coşkulu seviyorum seni. Senin olan her şeyi.

İşte, derin bir iç çektin. Kim bilir ne görüyorsun rüyanda. Şimdi de yüzünü ekşitiyorsun. Bir bebek gibi küçülüyor dudakların. O anda tutup göğsümde saklamak istiyorum seni. Nasıl da masumsun uyurken.


Dokunuyorum sana.

İşte saçların. Ah o saçların. Sarı kıvrımlarında dolaştırıyorum ellerimi. Bayram ediyor parmaklarım, bir şahesere dokunmanın hazzını yaşıyorlar. Eğilip koklamak istiyorum. Korkuyorum. Ya uyanırsan?


Ellerim yüzüne kayıyor. Dudaklarında sevilmenin verdiği bir gülümseme var şimdi. İstemsiz, gülümsüyorum ben de. Ne güzelsin uyurken!

Nefesin kesik kesik çarpıyor avcuma. İşte hayat, işte yaşamak diyorum içimden. Neden bu kadar vazgeçilmezsin?


Yanağına yuvalık eden ellerine bakıyorum. Nasıl da büyük, nasıl da heybetliler. Bir gün sen de saçlarımı okşar mısın bu ellerle? Düşlemek bile heyecan veriyor. Kalbim müsaade etmiyor. Çırpınıyor göğüs kafesimde.

Yavaştan uyanır gibi oluyorsun. İrkiliyorum. Bir kuvvetle uzaklaşıyorum yanından. Yerime adımlıyorum. Şurada, köşede duran koltuğa. Sen aralıyorsun göz kapaklarını. Benim dünyamda güneş doğuyor. Uyanın ey ahali, sabah oluyor! Güneş gülümsüyor tepelerden sahillere!

Önce hafif sitemkar bir tavırla tavana dönüyorsun. Sonra sana bakan gözlerime değiyor harelerin.

Ah benim sevdiğim ne de güzelsin böyle. Gözlerin gözlerimde, işte durdurun şu zamanı. Sonsuzluk kaplasın bu odayı diye haykırmak istiyorum.

Bana bakıyorsun. Gözlerinde anlamlandıramadığım bir giz var. Kızıyorsun belki. Yine mi sen diyorsun. Bana doğan güneş sana batıyor belki.

Hiç bu kadar uzun bakmamıştın gözlerime. Sahi, yüzündeki bu anlamsız sükûnet de ne?

Neden bir hışımla kalkıp savurmuyorsun o kırıcı sözlerini? Neden sessizsin, neden gözlerin ayrılmıyor zavallı gözlerimden?


Hafif kırpıyorsun gözlerini.


Bu gel demektir.


Kalkıyorum yerimden. Tekrar aynı sakin adımlarla yanındayım şimdi. Başucunda dikiliyorum. Susuyorsun.

Bu sefer başınla yatağın kenarını işaret ediyorsun. Korkuyorum. Yine mi kıracaksın beni?

Oturuyorum senin kokunun tam ortasına. İşte, mis gibi toprak kokusu. Ölsem, gıkım çıkmaz.

Yorganı üzerinden atıyorsun yavaşça. Vücudunu saran siyah tişört gün yüzüne çıkıyor. Tek hamleyle duruyorsun karşımda. Öylece.

Sarı saçların, ifadesiz kaşların, hafif aralık dudakların ve amansız bakışların.

Susuyorsun. Dilsizsin sanki. Bugün sıralamıyorsun o can alıcı sözlerini. Belki de söyleyecek can acıtı cümlelerin kalmadı. Bilemiyorum. Kalbim sıkışıyor. Belki de bana ayrılan sürenin sonuna geldik. Kestiremiyorum bir türlü.


İşte ellerin. Belirli belirsiz kıpırdanıyor beyaz çarşafın üzerinde. Ellerine kayıyor gözlerim. Damarların belirginleşiyor çarşafı buruşturdukça. Korkuyorum. Geliyorsun, geliyor can alıcı rüzgarın. Hissediyorum.

Tekrar bakıyorum sana. Artık derin nefesler alıyorsun. Göğsün bir güvercin gibi kabarıp iniyor boşlukta.

Ve aralanıyor dudakların. Önce birkaç anlamsız sözcük savuruyorsun. Neyden bahsediyorsun anlayamıyorum.

Sonra birkaç cümle daha.

Duymak istemiyorum seni.

Duyulmak istiyorum.

Beni duy istiyorum.

Duymuyorsun.

Sen de duyulmak istiyorsun

Benim aksime,

beni duymuyorsun.

Kalbimin çırpınışlarını duymuyorsun.

Sözlerin anlamsızlığını korumaya devam ediyor. Kalkıp gitmek istiyorum. Ardımda seni bırakma düşüncesi içimi kavuruyor. Gözlerin kal diyor sevgilim.

Susuyorsun tekrar. Çarşafı sıkan elin yavaşça yükseliyor gözlerimin önünde.

Bir kelam daha yükseliyor dudaklarından. Anlamıyorum, anlayamıyorum seni.

Yabancısıyım sözlerinin sanki. Sahi, ne diyorsun?

Elin hafifçe değiyor yanağıma. İşte aklım, bir kuş olup çıkıyor bedenimden. Göçebe bir kuş misali geziniyor hayal aleminde. Usulca okşuyorsun yanağımı.

İrkiliyorum, çekilmek istiyorum. İzin vermiyorsun. Gözlerim kapanıyor. Açamıyorum. Yüzüne bakarsam tüm büyü bozulacak sanki.


Aman Allah'ım deliriyor muyum yoksa?


Şimdi sözlerin anlaşılmaya başlıyor. Önce birkaç boğuk kelime. Sesin anlaşıldıkça ellerin daha çok seviyor yanaklarımı. Derin bir nefes alıyorsun. Nefesin yüzüme çarpıyor. Ruhum, vücuduma üflenmiş gibi hissediyorum. Gözlerim açılıyor.

Önce elinin arasındaki yüzüme bakıyorsun. dudaklarıma, çukurlaşmış yanaklarıma, hafif dağınık saçlarıma... ve en son veryansın gözlerime. Yine sükûnet. Dudaklarında kelimeler zindan.


Bir süre duruyorsun öylece. Harelerin sesin oluyor o anda. Dudaklarından çıkanlar anlam kazanıyor. İşte, duyuyorum. Sözlerin apaçık. Yanlış duymuyorum değil mi? Bunları sen söylüyorsun.


Özür dilerim diyor sözlerinle gözlerin.


Görüş alanım irili ufaklı damlalarla doluyor. Yüzün netliğini kaybediyor. Bir damla hayal kırıklığı süzülüyor yanağımdan görüyor musun?

Ellerin kayıp düşüyor.

Silmeyecek misin hayal kırıklıklarımı? Yavaşça silikleşiyor uzuvların. Önce ellerin gidiyor. Sonra dik duran omuzların. Sırayla; dudakların, kaşların, gözlerin gidiyor. Ve en son sarı saçların... Ah o saçların... Her kıvrımına bir hayalimi astığım, darağacı saçların...


Bir ses yükseliyor karşı caminin minaresinden.


Allahu ekber diyor müezzin.



Neredesin?



*Sukutuhayal: Hayal kırıklığı