Koşuyordu. Durmadan koşuyordu. Hafif yağan bir yağmur vardı o dışarı çıkarken. Şimdiyse iyiden iyiye bastırmıştı yağmur. Ama onun gitmesi, durmaması gerekiyordu. Koşarken yağmur birikintilerinin caddenin tozlu yollarında oluşturduğu çamur deryasını üstüne başına sıçratarak koşuyordu. Koşmaya başladığından beri dört sokak geçmişti. Fazlasıyla ıslanmıştı. Şemsiyesini iki gün önceki yağan yağmurda ıslanan güzel kadına hediye ettiği için şimdi pişmanlık duyuyordu. Ama bunlardan kurtulmalıydı şu an. Ve sonunda varması gereken yere vardı. Leyli Sokak, 25 numarada, Akarsu Apartmanı'nın önünde durdu. Bu apartman onun hep duyduğu ama hiç gelip görmediği apartmandı. Küçük bir tereddütten ve onun getirdiği duraksamadan sonra açık kapıdan içeriye girdi. Üç kat çıktıktan sonra sekizinci dairenin zilini çaldı. Ne söylemesi gerektiğini, durumu nasıl açıklayacağını yolda sokakları birer birer geçerken düşünmüştü ama kapı açılana kadar tekrar gözden geçirdi. Zorlu ama gayet kesin bir konuydu. Hatta dünyanın en kesin konusuydu. Kapıyı, evde başı açık dolaşırken bir anda kapının çalması telaşıyla yazmasını öylesine sarıvermiş yaşlıca bir teyze açtı. Bu teyze annesiydi Mehmet'in. Yıllar önce evi terk ederken en çok kırdığım insan dediği, sonsuza kadar beni affetmeyeceğinden çok korkuyorum dediği annesi. Süleyman kapıyı açan teyzenin şaşkın bakışları arasında dört sokak boyu koşmuş insanın nefes darlığıyla kısaca içeri girmek istediğini, anlatması gereken önemli bir olay olduğunu izah etti. Mehmet’in annesi ise çok anlayamamış fakat yine de merakla ve biraz da telaşla Süleyman’ı içeriye buyur ettimişti. Süleyman içeri girdiğinde sanki bambaşka bir dünyaya adım attı. Bu dünya dışarıdaki dünyadan kalın bir perdeyle korunmuş gibi sıcak ve huzur kokusuyla kabul etti Süleyman’ı içeriye. Ayakkabısını çıkarıp boş hole adımını attığında bir anlık şokla irkildi. Sanki küçük bir göle girmiş gibi hissetti. Zaten taşıdığı haberin yüküyle ezilen, bir an önce anlatıp kurtulmak isteyen Süleyman neye uğradığını şaşırdı. Tavandan damlayan su damlaları küçük bir gölet oluşturmuştu holün girişine. Süleyman’ın şaşkınlığını fark eden teyze terlik vermeyi ansızın gelen bu misafirin merakıyla unuttuğu için çok mahcup olmuştu. Ama Süleyman içten içe mutlu oldu bu durumdan. Dört buçuk yıllık ayakkabıları yağmurda su almaktan zaten ıslanmıştı, şimdiyse bu durumu gizleme şansı doğmuştu. Süleyman, Mehmet’in annesinin uzattığı terlikleri giyerken aklından geçen ve o asla kurtulamadığı yersiz gururundan utanmıştı. Şu anda en son düşünmesi gereken şey o gururdu. Çünkü taşıdığı haber yıllar önce gençlik gururu yüzünden babasıyla ettiği bir kavga sonrası evi terk eden en yakın arkadaşı, kardeşim dediği Mehmet’in ölüm haberiydi. Haberi alır almaz yıllardır görmedikleri oğullarının ölümünü bildirmek için koşmuştu aileye. Yaşayıp yaşamadığından ailesinin haberi olmamasını isteyen Mehmet artık yoktu. Yakın dostunun ölüm haberini taşıyan o koca yürekli Süleyman bu haberi nasıl verecekti, nasıl söyleyecekti? Hepsini düşünmüştü ama düşünmek kadar kolay değildi her şey. İçeri girdi. Başköşeye, tam kendisine garip gözlerle bakan Mehmet’in anne babasının karşısına oturdu. Aklından “Keşke,” dedi, “keşke ben olsaydım Mehmet’in yerinde.” Şu durumda olmaktansa Mehmet’in yerinde olsaydım. Ama sonra vazgeçti düşüncesinden. Sahi kim kimin yerinde olmak ister? Kim kimin yerine ölmek ister? Bunları düşündü Süleyman. İnsanların garip bakışları karşısında bunları... Durduramadı kendini, gerçi cevabını da bulamadı. Tıpkı kendi kendine binlerce kez düşünüp bulamadığı neden yaşadığı sorusu gibi, tıpkı neden ölmediği sorusu gibi. İşte o zaman anladı kendini. Tam o an... Biraz sonra en yakın arkadaşının ölüm haberini vermek zorunda olan Süleyman tam o an anladı. Oğullarının ölüm haberini alacak anne babanın garip bakışları arasında. Ne kadar cesur olursan ol, ölümden hep korkarsın, yaşamaktan korktuğundan çok. İşte o yüzden yaşadığını fark etti o an. Ve kabullendi durumu. Ölüm onu bulana kadar yaşamaya devam edecekti. Ama şu an bir ölüm haberi vermesi gerekiyordu. Verdi. Acılı annenin feryatları arasında, geldiği Süleyman’dan farklı biri olarak çıktı. Ve yağmurda, sokaklarda kaybolana kadar yürüdü. Yürüdü.