2016 yazı... Dikili’ye ilk gidişimiz ve ilk defa bir ay boyunca tatil yapacağız. Denize ve kuma doyduğumuz bir yaz. Arkadaşlarımız gelmiş, Didim dönüşü uğramışlar, bahçede kahvaltı yapıyoruz. Civar köylerden süt ve yumurta getirip satan bir genç var. Köylerinde düğün varmış bizi de davet ediyor. Mutlu oluyoruz, hafta sonu heyecanla hazırlanıyoruz. Yaren ve arkadaşı Burcu, 13 yaşlarını henüz bitirmişler, büyümek ve büyük görünmek için can attıkları yaşlardalar. Toplanıp gidiyoruz köye, düğün başlamış. Açık alanda, yıldızlı bir gökyüzünün altında, iğde kokuları, hava mis. Davullu zurnalı bir düğün, coşkulu bir kalabalık, ortada gençler halay çekiyorlar, kenarda yaşlılar dizilmiş, kısık gözlerle gençleri izliyorlar. Hemen bize yer açılıyor, sandelyeler getiriliyor. Oturuyoruz tek yabancı biziz, şaşkınız biraz. Yazlıkçıların çoğuna haber verilirmiş ama kimse gitmezmiş. Bizim gidişimiz olay oluyor biraz. Özel ilgi, ikram vs. Yaren ve Burcu da köy delikanlılarının özel ilgilerine mazhar oluyorlar. İlerleyen saatlerde şehirli oldukları bariz belli olan bir çift geliyor düğüne. Selam veriyorlar uzaktan. Orta yaşlarda, oldukça uzun boylu, etkileyici bir yüzü vardı kadının. Garip bir çekicilik. Düğün boyunca oturdukları bir köşede eğleniyor gibi bir halleri de yok. Düğün bittiğinde evlerimize dağılırken karşılaşıyoruz yine, selamlaşıp ayrılacakken dönüp “Nerde oturuyorsunuz, bırakalım mı?” diyorum. “Tanımadınız mı bizi?” diyor kadın. “Çeşmeye su almaya gelmiştiniz. Köyde okulun yanındaki ahırda kalıyoruz biz.” diyor. Hatırladım. İstanbul’dan gelmişler , burada yeni bir hayat kuruyorlardı. Okulun yanında, içinde bir ahır ve kümes bulunan arsayı satın almışlardı. Çeşmenin üzerinde “Bu sudan YE ey yolcu" yazıyordu, hayrat sahibinin adının altında. Gülmüştük epeyce... Ayaküstü kısa bir muhabbetten sonra ayrılıyoruz, güzel farklı bir düğün gecesi yaşamanın keyfi ile... Beş yıl sonra yaz bitimi Dikili’deyim yine. Denizden çıkmışız, duş için sıra beklerken Banuş ile konuşup gülüşüyoruz. Bir kadın bizi izliyor, arada bakışlarımız çakışıyor. Gözlerimi kaçırıyorum, tekrar baktığımda hâlâ bizi izliyor. Çok farklı bir havası var. Oldukça uzun boylu, siyah uzun saçlarına aklar karışmış, tek örgü saçı neredeyse belinde. Kemikli bir yüzü var, Kızılderililere benzer bir yüz, karakteristik burun, etkileyici bakışlar. Yaşıtım olduğunu bilmiyorum henüz, orta yaşın üstünde gibi geliyor bana. Tebessüm ediyor, selam veriyor. “Sizi tanıyormuşum gibi hissettim.” diyor. Karşılıklı sorulara başlıyoruz, nereden geldiniz, yazlığınız nerde falan derken beş yıl önce gittiğimiz köy düğünündeki çift olduğunu anlıyorum. Keyifli bir muhabbete başlıyoruz. Önce keyifli ilerleyen muhabbet, merakım sayesinde yürek deşen sorularla can yakıyor, yürek kanatıyor. 2016’nın baharında 19 yaşındaki oğullarını trafik kazasında kaybedince, İstanbul’da her şeylerini satıp, sahile yakın köye yerleşmiş Bingöllü çiftimiz Sümbül ve Bayram. Eşi geliyor o arada bize doğru, iki üç adımda bir eğilip yerden çöp alıyor, izmarit, dondurma kağıdı vs. Elleri çöplerle dolu. Yaklaşınca atıyor çöp kutusuna, bizi görmezden gelerek - tanımıyor çünkü - "Hadi Sümbül’üm gidelim.” diyor karısına. “Olmaz.” diyorum, Sümbül’den gördüğüm yakınlıktan cesaret bularak, “Muhabbetimizi bölmeyin…” Eve davet ediyoruz, kırmıyorlar bizi. Yaralarını açtım ya Sümbül’ün, affettirmeye çalışıyorum kendimi. Çaylar, kahveler, ikramlar… Konuştukça çok kafa dengi güzel insanlar olduklarını hissediyoruz. Daha sonra birkaç görüşmemiz daha oluyor. Okulun yanındaki o ahırı yıkıp dubleks bir ev yapmışlar, güzel bahçesi ve tavukları var çiftimizin. Hüseyin’e anlatıyorum telefonda Sümbül ve Bayram’ı. “Geldiğinde tanışırsınız, çok seversin eminim.” diyorum. Kısmet olmuyor tanımaları. Ve geçtiğimiz yaz, yıl 2022... Sümbül ve Bayram sabah yürüyüşlerini yapmış, evlerine dönerken hızla gelen bir motorsiklet Bayram’a çarpıyor, Bayram havaya savrulup yere düşerken Sümbül şok geçiriyor. Ambulans, hastane derken, Bayram birkaç kırıkla atlatıyor kazayı ama Sümbül vefat ediyor. Korkudan, şoktan... Hayatımda duyduğum en saçma ölüm bu olabilir. Benim de tedavi gördüğüm bir zamana denk geliyor bu olay, üzülürüm diye söylemiyorlar bana. Çok sonra öğrendim. Oğluna kavuştu Sümbül, geride divaneye dönmüş bir Bayram bırakarak.