Christopher Mccandles; birçok insana ilham birçoğuna da nefret kaynağı olmuş, hayatı ve hayatın anlamını doğada arayan fakat bunu tedbirsizce yaparak yaşamından olan, sistemin yarattığı kapitalist düzenin insanı kendisinden uzaklaştırdığını düşünen bir berduş, gezgin ve kimilerine göre de hippi.


           Birisi eğer Christopher Mccandles’ı bir paragrafta anlatmamı isteseydi, sanırım onu anlatacak cümlelerim bunlar olurdu. Fakat onu anlatmak ve anlamak için bir, iki paragrafın asla yeterli olmayacağını belirtmek istiyorum. Kendisi kısa bir hayat yaşamış olabilir lakin birçok dönüm noktalarından ve değerli anılardan oluşan içi dolu bir yaşam geçirmiş. Onun hayatının örnek veya ibret alınabilecek tercihlerle dolu olduğunu söylemek yanlış olmaz. İşte bu yüzden onun hayatını bilmek ve hayat ile ölüm arasındaki ince çizgiyi daha iyi bir şekilde kavramak Christopher’ı anlamamıza ve onunla ilgili kendi anlamlarımızı çıkarmamıza yardımcı olacaktır.


Yazıma başlamadan önce Christopher’ın hayat hikayesini anlatan biyografik roman (Krauker, 2014) İnto The Wild’dan (Yabana Doğru) bir paragrafı sizlere göstermek istiyorum.


“Aşırı ölçüde hassas bir genç olan McCandless modern hayatla kolay kolay uyuşmayacak, katı, inatçı bir idealizm taşıyordu. Tolstoy’dan çok etkilenmişti. Özellikle de bu büyük Rus romancısının basit ve yoksul hayatı tercih ederek zenginlik ve imtiyazlarla örülü bir dünyayı terk edişine hayran kalmıştı. Üniversite yıllarında yakınlarını önce etkileyecek ancak sonraları ürkütecek üzere Tolstoy’un çileciliğine ve ahlaki katılığına öykünmeye başladı. Yaban Alaska topraklarına adım attığında bolluk içinde bir dünyaya yönelik hayaller gütmüyordu: aradığı şey tam olarak tehlike, zorluk ve Tolstoyvari bir feragattı. Peşinde olduğu tüm bu şeylere fazlasıyla ulaştı da.


BU DÜNYADAKİ İLK ZAMANLARI


Christopher 12 Şubat 1968 yılında ABD’nin Kaliforniya eyaletinde dünyaya gözlerini açtı. Son derece normal, bol bol oyuncaklarla oynadığı mutlu bir çocukluk geçirmişti. Çocukluğunun ardından yetişkinliğe adım atmasıyla beraber Emory Üniversitesinde Tarih ve Antropoloji bölümlerini okumaya başlamış ve bölümü derece ile bitirmişti.


Christopher’ın çocukluğu ve üniversite dönemi ile ilgili elimizde pek kaynak bulunmamasıyla beraber bulunan kaynaklarda da Christopher’ın normal bir çocukluk geçirdiği yazdığı için maalesef insanın karakterinin şekillendiği bu yıllar ile ilgili değerli bilgiler veremeyeceğim. Bunun sebebiyle de Christopher’ın hayatındaki bizler için en önemli dönem üniversite bittikten sonraki atıldığı hayat macerasıdır.


Christopher 22 yaşında lisans eğitimini tamamlamış ve mezun olmuştu. Mezun olmasıyla beraber ailesinin yüksek lisans yapmasını tavsiye etmesine karşılık Christopher bu tavsiyeye uyma kararı vermiş ve yüksek lisans yapmak için hazırlıklara başlamıştı. Fakat mezun olmasıyla beraber Christopher’ın davranışlarında belirgin değişiklikler ortaya çıkmış ve derin bir buhran yaşamaya başlamıştı.


Christopher aslında içinde bulunduğu dünyanın onu sıkıştırmasından yorulmuştu. Yaşadığımız ömürlerin kısa olduğunu ve anlamsız uğraşlar için yıllarımızı feda ettiğimizi düşünüyordu. Kendisi de bu sistemin içine yaşı ilerledikçe iyice dahil olmaya başlamıştı ve bu durumun farkındaydı. Bu yüzden derin bir buhranın içinde yüzüyor, geleceği ile ilgili önemli kararlar almasının gerekeceği kritik bir döneme giriyordu.


YOLCULUĞU


Bu kritik dönem Christopher’ın verdiği, hayatının en önemli kararı olacak bir kararla son bulmuştu. Christopher tasını tarağını toplayıp, kendisini doğanın ve maceranın içerisine atacaktı. Öncelikle bir aile dostunun kendisine yüksek lisans eğitimi için verdiği 25.000 doları Oxfam International adlı bir açlıkla mücadele vakfına bağışladı ve büyük bir yük olarak gördüğü paradan kurtuldu. Bundan sonra da çantasını hazırlayıp, arabasına atladı ve yollara koyuldu. Yolculuğuna Amerika’nın kuzeyinde başlamıştı. Arabasında ya da çadırında yatıyor, elindeki bir miktar erzakla besin ihtiyacını karşılıyordu. Başına gelen ilk tersliği Colorado Çölünde yaşamıştı. Çölde bir kum fırtınası ortaya çıkmış ve arabası bozulmuştu. Ailesi onun bu ani kayboluşundan sonra polise başvurduğunu ve polis tarafından arandığını tahmin edebiliyordu; bu yüzden yaptığı ilk şey arabanın plakasını söküp onu yakmak olmuştu. Arabanın bozulması onun yolculuk şevkini kırmamış, aksine daha da arttırmıştı. Artık otostop çekip gerçek bir berduş gibi seyahatine devam edecekti.


Christopher arabasının bozulmasından sonra otostop çekerek seyahatine devam etmişti. Seyahati sırasında birçok Hippi ile tanışmış, kültürlerinden etkilenmişti. Hippilere bu yıllarda Tramp (Berduş) şeklinde hitap ediliyordu. Christopher da bundan etkilenmiş ve seyahati boyunca kullanacağı yeni ismini belirlemişti. Artık onun adı Alexander Supertramp (Süper berduş) olmuştu. Christopher Colorado bölgesindeki keşfini tamamladıktan sonra yolculuğuna Meksika da devam etmek istemişti, fakat Meksika sınırından geçerken kimlik kontrolü yapılıyordu ve ailesi tarafından bulunmak istemiyordu. Bu sebeple Christopher küçük, eski bir kano kullanarak Colorado nehri aracılığıyla kaçak bir şekilde Meksika’ya geçme kararı almıştı. Christopher 2300 km uzunluğundaki bu dev nehri, tam da kendisinin macera tutkunluğuna yakışacak bir şekilde eski bir kanoyla geçmiş ve Meksika’ya ulaşmıştı. Meksika’da macera tutkunu insanlarla karşılaşmış ve yolculuğunun en heyecan verici dönemlerinden birini geçirmişti. Fakat Christopher için bu asla yeterli değildi. Kendisi daha çok zorlanmak istiyor; yaşamı, doğayı ve hayatta kalma savaşını iliklerine kadar hissetmek istiyordu. Kendi özüne ulaşmanın, yaşamın anlamını öğrenmenin tek yolunun bu olduğunu düşünüyordu. Ne pahasına olursa olsun bundan vazgeçmeyecekti. Savaşacak ve çabalayacak; güneşi, ağaçları kısacası doğanın eşsiz güzelliğini kaçırmayacaktı.


Christopher kendisini gerçekten zorlayabileceği ve kendisini bulabileceği yerin Alaska olduğunu düşünüyordu. Uzun yolculuğunun diğer kısımları onun için bir hazırlanma ve alışma süreciydi. Asıl hedefi Alaska’ydı ve oraya ulaşmak için bolca otostop çekeceği yeni bir rota oluşturdu. Önce Meksika’dan yeniden Colorado nehrini kullanarak çıkış yaptı ve otostop ile Güney Dakota’ya ulaştı.


Christopher Güney Dakota üzerinden Alaska’ya ulaşmayı planlamıştı. Güney Dakota’da biraz zaman geçirdikten sonra büyük yolculuğuna başlamak istiyordu, fakat Dakota Eyaletinde tahmin ettiğinden daha fazla zaman geçirmiş bulunmuştu. Orada Ron isimli yaşlı bir adam ile tanışmış; ona bahçe işlerinde yardım etmesi karşılığında Ron ’un evinde konaklamıştı. Ron ile geçirdiği süre boyunca ikisi arasında bir baba oğul ilişkisi ortaya çıkmıştı. Christopher Alaska planından Ron’a bahsettiğinde; Ron bu planı çok tehlikeli bulmuş ve oraya iyi bir şekilde hazırlık yapanların bile hayati sorunlarla karşılaştığını Christopher’a söyleyerek onun vazgeçmesini istemişti. Fakat Christopher’ı hayatına pahasına verdiği bu karardan döndürmek pek de imkân dahilinde olan bir şey değildi.


Christopher Güney Dakota’da geçirdiği aylardan sonra artık asıl yolculuğuna, Alaska macerasına başlamak üzere yeniden yollara koyuldu. Onu bu dünyada son kez görecek kişinin arabasına bindi. Bu kişi Jim Gallien isimli sendikalı bir elektrikçiydi. Jim deneyimli bir avcıydı ve Alaska’ya doğru Christopher ile birlikte yol alırken Christopher’ın çantasının yakın zamanda oluşacak hava şartlarına göre hazırlanmış bir çantaya nazaran çok daha hafif olduğunu fark etti. Jim Gallien hatırladığı kadarıyla Christopher hakkında yaptığı bir konuşmada; çantanın içinde bu türden bir yolculuğa çıkıldığında alınması gereken erzak miktarının yakınından bile geçmeyecek kadar az erzak bulunduğunu söylemişti.


Alaska’ya ulaşmalarına kısa bir süre kaldığında Jim Gallien, Christopher ile konuşmak istemişti; çünkü Jim yol boyunca Christopher’ın “Jack London fantezilerini yaşamak uğruna, başlarına neler gelebileceğini akıllarından geçirmemiş çatlaklardan biri olup olmadığını düşünmüştü. (Krauker, 2014)” Jim Christopher’a Alaska’ya, ıssız ormanlık alana ulaştığında tahmin edildiği gibi sakin, huzurlu, iyi vakit geçirebileceğin bir bölgeyle değil; hızlı akan nehirlerle, insanı rahat bırakmayan sivrisineklerle ve avlayacak hayvanın çok az olduğu bir bölgeyle karşı karşıya kalacağını söylemişti. Jim onunla sohbet ettikçe bir kaçık olmadığından emin olmuştu fakat halen Christopher’ın bu ihmal içerikli davranışlarını mantıklı bulmuyordu. Christopher yanlışlıkla çantasında sadece beş kiloluk pirinç olduğunu itiraf etmişti. Christopher silahına güveniyordu fakat tüfeği de 22 kalibrelik bir tüfekti ve 22 kalibrelik bir tüfek ile o şartlar altında avlanabilmek neredeyse imkansızdı.


Christopher Araba yolculuğunun sonuna geldikten sonra Jim, Christopher’ın ayakkabılarının karlarla kaplı bu zorlu bölgede işe yaramaz olduğunu fark ettiği için kendi lastik çizmelerini Christopher’a verdi. Christopher asıl yolculuğuna artık başlamıştı. Farkında olmadığı, belki de farkında olduğu fakat belli etmediği şey ise bu yolculuğun onun son yolculuğu olacağıydı.




Christopher Alaska sıra dağlarının kuzeyinden itibaren yürümeye başladı ve bu yürüyüşü tam 65 km sürdü. Vücudu bu kadar zor hava şartlarında, bu kadar uzun bir mesafe kat ettiği için aşırı bitkin düşmüştü. Fakat şans halen onun yanındaydı. Christopher ıssız Alaska sıra dağlarının ortasında Fairbanks ilçesine ait eski bir halk otobüsü ile karşılaşmıştı. Bu otobüs onun yeni yuvası olacaktı. Hakikatten de iki yıllık yolculuğunda Christopher’ın bağlandığı tek yer bu otobüs olmuştu.


Christopher bu otobüste yaklaşık 3 ay yaşadı ve gerçekten de avlanabilmiş, asgari de olsa karnını tok tutabilmişti. Yaz ayının gelmesiyle beraber avlayacak hayvan bulmakta zorlanacağını fark eden Christopher Temmuz 1992 de artık yolculuğunu sonlandırma kararı verdi. Geri dönüş yolundayken 3 ay önce rahat bir şekilde atlattığı nehrin debisinin arttığını ve derinliğinin yükseldiğini gören Christopher geri dönüşünü ertelemek zorunda kaldı. Gerçekten zor bir dönem onu bekliyordu ve o da bunu fark etmeye başlamıştı. Otobüsüne geri dönme yolunda iken etrafa yardım notları bırakmıştı.


Christopher uzun bir yürüyüşün ardından otobüsüne geri dönmüştü. İki ay sonra nehrin yeniden geçebileceği bir seviyeye geleceğini fark etmişti. İki ay daha hayatta kalması gerekiyordu. Ondan sonra da yolculuğu tamamlanacaktı. Mevsim değişikliği sebebiyle hayvanların göç etmesi, bölge değiştirmesi sebebiyle avlanmakta zorluk çekmeye başlamıştı. Nihayet avladığı bir geyiği ise muhafaza edememişti ve yeniden erzak sıkıntısı çekmeye başlamıştı. Hava şartlarının yıpratıcılığı ve açlıkla beraber iyice güçten düşmeye başlamıştı. Avlayacak hayvan bulamadığı için bulduğu bitki kökleri ve meyvelerle beslenmeye çalışıyordu.


HARİKULADE BÖĞÜRTLENLER


Christopher tüm yolculuğu boyunca, yolculuğu ile ilgili notlar tutuyordu. 12 Ağustos sabahı ise son notunu tutmuş bulundu. Söylediğim gibi Christopher’ın bitki kökleri ile beslenmekten başka çaresi kalmamıştı. Fakat hayatının en büyük hatasını o gün yapmıştı. Yanında zehirli, zehirsiz bitkileri tanıtan bir el kitabı olmasına rağmen; açlıktan dolayı kitaba bakmak aklıma bile gelmemiş ve zehirli bir bitki kökünü yemişti. 35 kilo kaybetmiş, açlıktan bitkin düşmüş ve soğuk hava şartlarında hayatta kalmaya çalışan birinin başına gelebilecek en kötü şeylerden biri başına gelmişti. Vücudunun bu zehirli bitkiye karşı gösterecek bir bağışıklık gücü kalmamıştı.


6 gün sonra, 18 Ağustos sabahı Christopher’ın vücudu açlık ve yediği zehirli bitkinin etkisiyle acılı son saatlerini yaşarken; Christopher tüm yolculuğu boyunca yanında taşıdığı Louise L'Amour'un Bir Gezginin Eğitimi adlı kitabından bir sayfa kopardı. Kopardığı sayfanın bir yüzünde Robinson Jeffer’ın Kötü Anlarında Bilgeler adlı şiirinden dizeler yer alıyordu. Christopher kopardığı bu sayfanın arka tarafındaki boş yüzüne son cümlelerini yazdı:


"Mutlu bir hayat yaşadım ve bu yüzden Tanrı'ya müteşekkirim. Hoşça kalın, Tanrı hepinizi kutsasın".

                                                                                 -Alexander Supertramp


Christopher iki yıl sürmüş bu yolculuğunu 18 Ağustos günü bu dünyaya vedasıyla tamamlamıştı. Cesedi iki hafta sonra bir avcı tarafından bulunmuş ve ailesine götürülmüştü.


Christopher yaşamıyla birçok esere ilham kaynağı oldu. Hayatının anlatıldığı “İnto The wild” filmi ve Jon Krauker’in “Yabana Doğru” isimli biyografik kitabı Christopher’ı belli bir bakış açısıyla bizlere tanıttı. Onun hayatından nasıl bir ders alacağımız ya da nasıl bir ilham alacağımız ise bizlere kaldı. Benim kafamda ise halen cevap veremediğim iki soru belirdi.


1.    İnsan kendisini tanımak ve özünü keşfetmek için ne yapmalı? Bunun tek yolu ait olduğumuz yere, doğanın içine girmek ve orada kaybolmak mı?

2.    Ben, Christopher’ın yerinde olsaydım; onun yaptığı gibi kendimi tanımak ve ruhumun özüne kavuşmak için ölmeyi göze alır mıydım?