Ceviz ağacı çok büyük ve gökyüzü simsiyahtı. Pinhan, tüm bu olanlara anlam veremiyordu. Aynaya son baktığında kaşlarının olmadığını ve saçlarına, kar taneleri gibi aklar düştüğünü görmüştü. Şimdi yatağında oturup, saati gözlüyordu. Saat sabah 09.05’ti. Az önce başından geçenler gerçekten sıra dışı şeylerdi. Yaşadıklarını beyin süzgecinden geçirmenin gerçekten de iyi bir fikir olabileceğini düşündü ve hatırlamaya başladı. Yaklaşık yarım saat önce uyanmıştı. İçerideki karanlıktan dolayı önünü dahi göremeyecek durumda olduğu için, ayağa kalkıp ışığı açmıştı. Dışarısı, şu an olduğu gibi karanlıktı ve yaz mevsimi olmasına rağmen böyle bir karanlığın, bu saatte olması resmen olağanüstü bir durumdu. Pencerenin önüne gelip dışarıyı gözetlediğinde, normalde dört beş metre uzunluğunda olan ceviz ağacının, artık neredeyse otuz metre uzunluğunda olduğunu görmüştü ve şaşkınlıktan ağzı kilitlenmişti. Yaşadığı şaşkınlıkla beraber aynaya bakmıştı ve gördüğü şeyler, hali hazırda bulunan şaşkınlığını bir kademe daha artırmıştı. Kaşları yoktu ve saçları bembeyazdı. Yüzündeki kırışıklıklar, iki kat artmıştı. Aynanın karşısında yüzünü incelediği sırada, annesi, ‘’Pinhan, haydi oğlum. Kahvaltı hazır.’’ diye bağırmıştı. Pinhan cevap vermemişti ama acıktığını hissetmişti. ‘’Belki de çok kitap okumayı bıraksam iyi olur.’’ demişti kendi kendine ve odadan çıkıp, mutfağa doğru gitmeye başlamıştı. Koridor ve salon, odasının ışıksız hali gibi kapkaranlıktı. Karanlığın içinde, adımlarına dikkat ederek mutfağa gelmişti ve geldiği gibi yaptığı ilk şey, tesisat ekipmanlarının bulunduğu çekmeceden küçük bir fener almak olmuştu. Feneri, yemek masasının üstüne tuttuğunda, kahvaltının hazır olmadığını görmüştü. Etrafa bakarak, ‘’Anne, neredesin?’’ diye bağırmıştı. ‘’Kahvaltının hazır olduğunu söyledin?’’ Mutfakta yavaşça dolaşırken, endişeli bir ses tonuyla kendi kendine, ‘’Anne, neredesin? Anne, neredesin? Anne!’’ demişti ama hiçbir şekilde cevap gelmemişti. Korku duygusuyla odasına koşmuştu ve içeri girip, kapıyı kilitlemişti. Kapıya yaslanıp, ‘’Ne oluyor ya?’’ demişti ve yaslandığı yerden dışarıya baktığında, gökyüzü ve ceviz ağacının anormal gözükmeye devam ettiğini görmüştü. Ne yapacağını bilememişti. Bu yüzden yatağına oturup, bir sigara içmenin iyi bir fikir olacağını düşünmüştü. ‘’Enteresan. Gerçekten enteresan. Neden böyle oldu ki? Dışarısı ve evin içi kapkaranlık. Bu mevsimde, sabah vakti karanlık olması normal değil. Ayrıca, annem nerede?.’’ dedi kendi kendine ve sigarasını içmeye devam etti. Aradan yaklaşık bir dakika geçti. Pinhan, fazlasıyla dalgındı ve yaşadığı şeyleri düşünüyordu. Bu sırada, ‘’Neden sigara içiyorsun?’’ diye bir ses geldi kapının oradan. Pinhan, bu ses karşısında çok korktu ve oturduğu yerden zıpladı. Sigarası yere düştü. Alelacele yerdeki sigaranın parçalanmış közüne ayağıyla vurdu ve söndürdü. ‘’Sakin ol, sana zarar veremem.’’ dedi aynı ses. Pinhan, titrek sesiyle, ‘’Kimsin, kim var orada, cin misin, nesin?’’ dedi. Ses gelmedi. ‘’Kimsin dedim sana!’’ diye bağırdı Pinhan. ‘’Ne önemi var?’’ dedi ses. Pinhan hem korkuyordu hem de kendine acıyordu. İçten içe, ‘’Kesinlikle delirdim ben.’’ diyordu. ‘’Kimsin sen, neden saklanıyorsun? Çık da döveyim seni. Haydi, gel!’’ diye bağırdı sesin geldiği yöne doğru bakarak. ‘’Evet, bunu yapabilirsin ama karşılığı gerçekten de kötü olur.’’ dedi ses. Pinhan, ‘’Kimsin sen? Bana kim olduğunu ve seni neden göremediğimi söyle. Allah’ım, yoksa kör mü oldum?’’ dedi. ‘’Aslında, beni biliyorsun. Her gün bana bakıyorsun, dokunuyorsun ve vuruyorsun. Neyse ki herhangi bir şey hissetmiyorum. Aksi halde, yaşamam imkansız olur. Neyse, kendimi tanıtayım. Ben, Kapı.’’ dedi ses. Pinhan, şaşırmaktan başka bir şey yapamadı. Pencereye bakıp, ‘’Aşağı atlasam ölür müyüm?’’ diye düşündü. ‘’Bence, aşağı atlaman aptallık olur.’’ dedi Kapı. Pinhan, şaşkınlık üstüne şaşkınlık geçiriyordu. ‘’Hah, zihin okuyabiliyorsun.’’ dedi alaycı bir ses tonuyla. ‘’Hayır, sadece insan psikolojisini ve vücut hareketlerini iyi biliyorum.’’ dedi Kapı. Pinhan, kesik kesik kahkahalar atmaya başladı. Bu, delirmenin veya delirmek istemenin belirtilerinden biriydi. Kapı, gayet soğukkanlı bir sesle konuşmaya başladı. ‘’Evet, evet, evet. Biliyorum. Bu durum fazlasıyla garip. Hatta o kadar garip ki, eğer senin yerinde olsaydım, korkudan ağzımı dahi açamazdım.’’ ‘’Ah... sahiden mi?’’ Pinhan, bu cümleyi kurduğunda, gözünde alaycı ve korkulu bir bakış vardı. ‘’Bu eve ilk geldiğin günden beri seni izliyorum Pinhan. Her geçen gün daha da kötüye gidiyorsun. Kendini düzeltmelisin’’ Pinhan güldü. ‘’Odamın Kapı’sı gelmiş de bana kötü olduğumu ve kendimi düzeltmem gerektiğini söylüyor. Ne yaşıyorum ben? Şu an kesinlikle bir kabus görüyorum. Buna eminim.’’ dedi. ‘’Kabus falan yok. Etrafına bir bak...’’ ‘’Etrafıma bakıyorum ve yaşadıklarımın bir kabustan farksız olduğunu görüyorum!’’ ‘’Ah, lütfen sakin ol ve konuşmama izin ver.’’ Pinhan, ‘’Bu Kapı’nın sesi, babamın sesine çok benziyor.’’ diye düşündü. ‘’Babamın merhametinin sesini hissedebiliyorum.’’ ‘’Pinhan, beni iyi dinle...’’ ‘’Neden seni dinleyecekmişim?’’ Ayağa kalktı ve çalışma masasının üstünde bulunan pet şişenin içindeki suyu kafasından aşağı döktü. Kendini biraz tokatladı. ‘’Kafandan aşağı su dökerek yaşadıklarından kurtulacağını mı zannediyorsun?’’ ‘’Kes sesini be!’’ Pinhan, sinirli ve korkuluydu. Yatağına tekrar oturdu. Cebinden bir sigarayla çakmak çıkardı ve içmeye başladı. ‘’Şu an kesinlikle kabustayım. Şuna bak, babamın sesi resmen!’’ diye düşündü. İkisi de konuşmadılar ve böyle birkaç dakika geçti. Ardından bu sessizlik, Kapı tarafından bozuldu. ‘’Sigara içerek, intihar girişiminde bulunmuş birinden farkın kalmıyor.’’ Pinhan cevap vermeyerek sigarasını içmeye devam etti. ‘’Sana gerçekten acıyorum. Dıştan bakınca yirmi yaşında görünüyorsun ama zihnin ve iç dünyan, seksen yaşında birinden farksız.’’ Cevap vermemeye devam etti. Sigarasının bitmesine az kalmıştı. ‘Aslında, sana söylemek istediğim çok ciddi şeyler var. Sana ve hayatına dair...’’ Pinhan öksürdü ve bu, Kapı’nın, söylemek istediklerine ara vermesine neden oldu. ‘’Eh işte, o kadar hızlı ve fazla içersen; böyle acı çekersin. Sigara dediğin şey insanı ölüme kadar götüren pis bir araçtır.’’ Pinhan, pencereyi açtı ve elindeki sigara izmaritini, içinde dev ceviz ağacının bulunduğu bahçeye attı. Kafasını dışarıya çıkarıp, bahçeyi gözlemlemeye başladı. Biraz öyle kalmak istedi ama çok soğuk olduğu için, pencereyi kapatmak zorunda kaldı ve yatağa tekrar oturdu. ‘’İçerisini duman altı yaptın.’’ ‘’Bak, ben sigara içen biriyim; sen de duygusuz, cansız bir şeysin. O yüzden odanın duman altı olmasının ne önemi var?’’ , ‘’Dediğin gibi olsun. Neyse, sana söylemek istediğim birtakım şeyler var ama sözümü kesmeyeceğine dair söz vermelisin.’’ Pinhan, kabusta olduğuna kesin gözüyle baktığı ve Kapı’nın diyeceklerini zerre kadar önemsemeyeceği için, kafasını onaylarcasına sallayarak, ‘’Söz.’’ dedi ve alaycı gözlerle Kapı’ya bakmaya başladı. Pencerenin ardında yaşanan olağanüstü durumların da bu kabusun parçalarından birkaç tanesi olduğunu düşündü. ‘’Tamam, başlıyorum. Biliyorsun, biz çok küçüğüz. Şu koca evrende, neredeyse en ufak bir değerimiz bile yok ve hayat, unutulmaya değecek kadar kısa. İnsanların başlarına kötü şeyler geliyor. Kimisi, köprüde tanıştığı birine aşık oluyor; kimisi, kör oluyor; kimisi, aldatılıyor; kimisi de, aldatıyor. Çok iyi hatırlıyorum. Bir kitabı sesli okuyordun ve bir insana yalan söylemenin, gerçeğe ulaşamamak olduğunu, bunun da düpedüz hırsızlık olduğunu ve hırsızın, değerli eşyaları; yalancının ise, değerli gerçekleri çaldığını söylemiştin. O kitabın yazarı gerçekten de akıllı biriymiş. Öyle bir yazmış ki, asla unutamıyorum.’’ Pinhan, kendisine söylenenlere karşılık, ‘’Ne diyor bu?’’ diye düşündü ama söz verdiği için, herhangi bir söz kesme eyleminde bulunmadı. ‘’Evet, biliyorum. Konuşmam gereken daha önemli bir şey var ve bundan sapıyorum ama merak etme, şimdi asıl konuya geçiyorum. Konu... Konu sensin. Sen, hayatın ve yine sen. Seni yıllardan beri gözlemliyorum ve her geçen gün daha kötüye gittiğini, gönül rahatlığıyla söyleyebilirim. Evet, biliyorum. Annen ve baban, senin için çok değerli insanlardı ve onları bir anda kaybetmen, hayatını bütünüyle etkiledi ama vazgeçmemen gerek...’’ Pinhan, anne ve babasından bahsedildiğini duyunca, geçmişi hatırladı. Bir yaz akşamı, annesi ve babası, şehir merkezinde yeni açılan parka gitmek istemişti. Sessiz bir ara sokaktan geçerlerken, annesi, çok sağlıklı olmasına rağmen kalp krizi geçirmişti. Babası, ambulansı aramış ve eşinin, hayatından en değer verdiği insanın başında, ambulansın gelmesini beklemişti. O sırada bir serseri, Pinhan’ın babasını görmüştü ve meşgul olduğunu düşünerek, silahını doğrultup para vermesini istemişti. Babası, serseriye, gitmesini ve eşinin fenalaştığını söylemişti ama serseri, bunun kendisini ilgilendirmediğini ve hemen, yanındaki tüm paraları vermesini istemişti. Babası, gururundan ödün vermeyen cesur bir insan olduğu için, serseriyle kavgaya tutuşmuştu ve boğuşma sırasında, şeytan, silahı ateşlemişti. Hayatlarını beraber yaşamaya adayan iki insan, o esnada, cansız bir şekilde yan yana yatmıştı. Serseri ise, geçici de olsa, sırra kadem basmayı başarmıştı. Olaylardan sonra o serseri bulunmuştu ve sadece bir ay hapis yattıktan sonra, serbest bırakılmıştı. Pinhan, bu duruma çok ama çok öfkelenmişti. Her sabah, uyandığı zaman, “Onu öldüreceğim, onu mahvedeceğim, ona işkence yapacağım!” diye söylenip, intikam planları kurmaya başlamıştı ama babası, sürekli rüyalarına girip, “Oğlum, sakın intikam alma! Bu, bizim kaderimiz.” dediği için, onun sözünü dinlemişti ve zor da olsa hayatı akışına bırakmaya karar vermişti. Bu, yaşayan her insan için zor bir karardı ama karar vermek ve ilerleme kaydetmek, güçlü bir iradenin göstergesi olmaya yeter de artardı bile. Pinhan, hatırlamayı bıraktı ve verdiği sözü unutarak konuşmaya başladı ama zaten hayatında en büyük zaafı olan iki kelimeden ikisinin de aynı anda söylenmesi, yapılan tüm konuşmaların kesilmesi için yeter de artardı bile. “Annem mi? Az önce bana seslenmişti ya. Sakın bana bunu duymadığını söyleme!’’ ‘’Haydi ama Pinhan. Kendine gel ve pencereden dışarıya bak. Ne gördüğünü söyle. İstersen senden önce ben söyleyeyim. Mavi... Mavi bir gökyüzü, sarı bir güneş ve havada süzülen bembeyaz kuşlar. Ayrıca, iri ceviz kokularını hissedebiliyorum. Peki, sen ne görüyorsun?’’ Pinhan, ilk olarak odanın içini, sonra dışarıyı süzdü. Sol kaşını yukarı kaldırdı ve ağzını buruşturdu. ‘’Ben... Sadece karanlık bir gökyüzü görüyorum. Güneş ve kuş falan da yok. Ayrıca, bir temmuz sabahına göre hava çok soğuk.’’ ‘’Peki, sence bu normal mi?’’ ‘’Evet, bir kabusa göre gayet normal. En azından bıçaklı katiller tarafından kovalanmıyorum, buna da şükür.’’ ‘’Pinhan, aç gözlerini. Bunlar kabus değil. Tam aksine, tamamıyla gerçek.’’ Korkmaya başladı ama bunu Kapı’ya belli etmek istemedi. ‘’Neden bir türlü inanasım gelmiyor acaba? Anlasana artık! Bir Kapı’nın konuşabilmesi, temmuz sabahında havanın karanlık olması ve bir ceviz ağacının, aniden on kat büyümesi... Hah, bunlar saçmalık!’’ , ‘’Evet, haklısın ama ne dersen de veya ne düşünürsen düşün, bunlar gerçek ve unutma Pinhan, gerçeklerden asla kaçamazsın ve şunu da unutma...’’ ‘’Bana babam gibi konuşmayı bırak!’’ Ayağa kalktı ve kendini tokatlayıp, saçlarını çekmeye başladı. Bir yandan, ‘’Yeter! Git artık başımdan, git, defol!’’ diye bağırdı. Yere dizüstü çöktü, elleriyle yüzünü kapattı ve ağlamaya başladı. ‘’Pinhan, sadece sana yardım etmeme izin ver. Aksi halde, hep böyle olacaksın. Hep gökyüzü siyah kalacak, sahip olduğun kin artacak ve yüzün, asla eskisi gibi olmayacak.’’ Pinhan, bunu duyunca ellerini yüzünden çekti ve aynaya baktı. En son kaşlarının olmadığını gördüğü bölgede, artık kızarıklıkların olduğunu gördü. ‘’Uyanmak istiyorum!’’ diye düşündü. ‘’Haydi, şu yatağa otur ve beni iyi dinle.’’ Pinhan cevap vermedi. Aynaya bakakalmıştı. ‘’Lütfen yatağa otur.’’ Birkaç saniye sonra, zar zor kalktı ve yatağa oturdu. Sigara bulma umuduyla elini cebine attı ama hiçbir şey bulamadı. ‘’Her sabah doğan güneşin, bu sabah doğmadığını görmek eminim ki kötü bir duygudur ama bunu bir nebze de olsa düzeltmek senin elinde. Bunu düzeltmek istiyor musun?’’ , ‘’Anlamıyorum! Nasıl oluyor, neden şu an yaşadıklarıma inanasım gelmiyor?’’ ‘’Çünkü, berbat bir durumdasın ve çok inatçısın. Şimdi, sana yardım etmeme izin ver ve beni iyi dinle. Geçen yıl bir kızla sözlüydün, hatırlıyorsun değil mi?’’ Biraz kızarık gözler, korku ve üzüntüyle Kapı’ya baktı. ‘’Evet, evet de ne alakası var?’’ ‘’Bir keresinde sana, ‘Beni aldatıyor musun?’ diye sormuştu ve sen de, ‘Hayır.’ demiştin. Peki, bunu hatırlıyor musun?’’ Pinhan’ın yüzü de kızardı ve yere bakarak, başını onaylarcasına salladı. ‘’Peki, bunu yaparak, bir hırsızdan farksız olduğunu hatırlıyor musun? Tekrar başını onaylarcasına salladı. ‘’Onu arayıp buraya gelmesini söyle.’’ Pinhan’ın gözleri fal taşı gibi açıldı. ‘’Saçmalama, böyle bir şeyi asla yapmam!’’ ‘’Gurur, bir insan için çok önemli. Bunu biliyorum ama şu an gurur yapmanın ne sana ne de bana faydası var. Lütfen dediğimi yap ve onu arayıp buraya gelmesini söyle. Güven bana.’’ ‘’Şu an benden nefret ediyor. Zaten çağırsam bile asla gelmez.’’ ‘’Merak etme. Sadece ara ve gelmesini söyle.’’ Pinhan, korku ve üzüntüyü aynı anda yaşadı. ‘’Tüm bunlar, mantığıma aykırı!’’ diye düşündü ama bulunduğu durumdan kurtulmak için, Kapı’nın sözünü dinlemekten başka yapabileceği bir şeyin olmadığını da düşündü ve ayağa kalkıp, çalışma masasının üstündeki telefonu eline aldı. Numarayı yazdı, telefonu kulağına götürdü ve biraz bekledi. Nihayet telefon açıldığında, ‘’Alo, nasılsın? İyiyim, sağ ol. Eh... Şey... Müsaitsen... Yani sana söylemek istediğim bir şey var. Evime gelir misin? Hayır, hayır, sadece konuşmak istediğim çok önemli bir şey var. Evet, biliyorum. Bak... Sözün bozulması hakkında konuşmayacağım. Gerçekten çok önemli. Şey... Kendimi iyi hissetmiyorum. Galiba delirdim. Evet, maalesef. Lütfen gel. Tamam, çok sağ ol. Tamam, hoşça kal.’’ dedi eski sözlüsüne. Telefonu masaya bıraktı ve yatağa oturdu. ‘’İnsan, eskiden sevdiği insanı bile düşünebildiği için insandır. Eskiden onu üzmene ve kavgalı ayrılmanıza rağmen, kendini iyi hissetmediğini söyleyince endişelendi ve geleceğini söyledi. Eskinin hatırı var sonuçta. Ah... İnsan, çok garip bir varlık.’’ dedi Kapı. Pinhan, endişeli ve heyecanlıydı. ‘’Gelirse ne olur? Ya yanağıma vurursa, ya bu Kapı bana yalan söylüyorsa, ya sadece benimle eğlenmek istiyorsa? O zaman ne yaparım ben? İnsan, çaresiz olunca; Kapı’ya bile güvenir!’’ diye düşündü. Aradan bir saat geçmişti ve bu bir saatlik zaman içinde, ikisi de hiç konuşmadan, öylece durmuştu. Sonunda, zil çaldı. ‘’Geldi!’’ diye bağırdı Pinhan ve Kapı’nın bir şey demesine zaman vermeden ayağa kalktı, telefonunu aldı, kapıyı açtı ve telefonunun ışığı yardımıyla koridordan geçti ve apartman kapısını açan butona basıp, kapının önünde beklemeye başladı. Kız geldi. Pinhan çok heyecanlandı. ‘’Hoş... Hoş geldin. Buyur, içeri geç.’’ dedi. Kız bir şey demedi ve ayakkabılarını çıkartıp, koridorun ucundaki duvara yasladı. Pinhan’ı iyice bir baştan aşağı süzdü. ‘’Telefonunun ışığı neden açık?’’ Pinhan, telefonunun ışığını yere tutarak etrafa göz attı ama karanlıktan dolayı bir şey göremedi. ‘’Karanlık ya, görmüyor musun?’’ ‘’Karanlık mı? Neyse, sanırım gerçekten de iyi değilsin.’’ ‘’Odama gidelim mi?’’ ‘’Olur.’’ Pinhan, eski sözlüsüyle odaya giderken, telefonunun ışığını sürekli önüne tuttu. Koridorun sonuna yaklaştıklarında, odanın lambası açık olduğu için, ışığı kapattı. Odanın önüne geldiklerinde, ‘’Buyur, sen önden gir.’’ dedi Pinhan ve önce Kız; sonra Pinhan odaya girdi. ‘’Lamba neden açık? Dışarısı zaten aydınlık.’’ Pinhan bunu duyduktan sonra şaşırdı. ‘’Kapı haklı galiba.’’ diye düşündü. ‘’Eh... Şey... Etrafı pek göremiyorum da... O yüzden açtım.’’ ‘’Garip.’’ İkisi de yatağa oturdu. Odada sessizlik vardı ve Pinhan, ne diyeceğini bilmiyordu. ‘’Beni neden çağırdın?’’ dedi Kız. ‘’Neden mi? Şey... Şeyden...’’ diye ağzında laf dolandırmaya başladı Pinhan. O esnada, ‘’Kızı çağırmamı söyledin de neden kızla ne konuşacağımı söylemedin be Kapı!’’ diye düşündü. Birkaç saniye sonra, ‘’Onlar gibi göremiyorum. Bunu kesinleştirmem gerek!’’ diye düşündü ve Kız’a bir soru sormaya niyetlendi. ‘’Şey... Bir şeyi merak ettim de... Kaşlarım nasıl?’’ ‘’Kaşların mı? Normal işte.’’ ‘’Normal olmayan bir şey var mı yani?’’ ‘’Bak, Pinhan. Gelmemi istedin, iyi olmadığını söyledin ve ben de bazı eski günlerin hatırına, şu cumartesi günü geldim. Şimdi gelmiş bana kaşlarının nasıl olduğunu soruyorsun! Dalga mı geçiyorsun?’’ Pinhan, şimdi anladı. ‘’Kapı, iki kere ‘hırsız’ kelimesini vurguladı ve kitaptaki hırsız ile yalancı ilişkisini alıntıladı.’’ diye düşündü. ‘’Galiba... Ona, yaptığım şeyi söylemem gerek.’’ Pinhan’ın düşündüğü sırada, ‘’Pinhan, bir dakikadır dalgın dalgın etrafa bakıyorsun. Bir şey de artık.’’ dedi Kız. Pinhan, kendine geldi ve Kız’ın gözlerinin içine baktı. ‘’Hatırlıyor musun? Eskiden bana seni aldatıp aldatmadığımı sormuştun ve ben de sana aldatmadığımı söylemiştim.’’ Durdu. Pencereden gökyüzüne baktı ve simsiyah olmaya devam ettiğini gördü. İçten içe morali tamamen bozulmaya başladı. Derin bir iç çekti ve konuşmaya devam etti. ‘’Aslında, sana yalan söyledim. Sözlü kaldığımız zaman boyunca seni aldattım. Seni kandırdığım için çok özür dilerim. Lütfen ama lütfen beni affet.’’ Kız, gayet soğukkanlı gibi görünüyordu ama çok şaşırmıştı. Sadece, bu şaşkınlığını belli etmek istemiyordu. ‘’Zaten olmuş bitmiş bir şey. O yüzden, sorun yok.’’ dedi ama sorun vardı. ‘’Kandırıldığını bilmek, kötü bir hismiş.’’ diye düşündü. Bacaklarını birleştirdi, ellerini dizlerine koydu ve Pinhan’a baktı. ‘’Ailenin ölümünden sonra yıkıldın Pinhan. Bana çok haksızlık yaptın, üstelik de aldatmışsın ama olsun. Hayata dair o kadar çok şey öğrendim ki, artık duyduğum en üzücü şey bile beni güldürüyor. Hayata geniş açıdan bakmayı öğrendim.’’ ‘’Bu... Gerçekten de güzel bir haber. Şey... Bana kızmadın mı?’’ ‘’Aldatman hakkında mı? Kızmaktan ziyade üzüldüm. Ayrıca, bu saatten sonra kızsam ne fark eder?’’ Pinhan, aynaya baktı ve yüzünün kaş bölgesindeki kızarıklıkların birazcık geçmiş olduğunu fark etti. ‘’Benim gördüğüm gibi görmüyorlar! Kapı... Kapı haklıydı.’’ diye düşündü. ‘’Eh, beni bunu söylemek için mi çağırdın?’’ dedi Kız. ‘’Hayır... Evet... Aslında, senin gerçeğe ulaşmanı engellediğimi düşündüm ve bu engeli kaldırmak için de seni buraya çağırma zorunluluğu hissettim.’’ ‘’Hah, bunu bir yıl sonra mı hissettin? Ama... Olsun. Geç olsun, güç olmasın.’’ ‘’Ben de öyle düşünüyorum. İşte... Tüm söylemek istediğim buydu.’’ Pinhan, bir pişmanlığa sahip olduğunu belli etmeye başladı. Bir iç çekti, etrafa mazlum mazlum baktı. Kız, Pinhan’ın pişmanlığını gördü. ‘’Neyse, daha fazla üzülmesin.’’ diye düşündü. Pinhan’ı, içinde bulunduğu pişmanlıktan bir nebze de olsa uzaklaştırmak için, ‘’Madem öyle, gitsem iyi olacak. Malum, bugün hafta sonu ve babaannemin uyuzluklarını çekmek için sabırsızlanıyorum.’’ dedi. Kız güldü. Pinhan da ona eşlik etti. İkisi de ayağa kalktı, Pinhan Kapı’yı açtı. ‘’Yine telefonun ışığını açacak mısın?’’ ‘’Hayır, şimdilik değil.’’ Aralarında küçük bir gülüşme daha geçti ve koridordan geçerek, apartmana açılan kapının önüne doğru yürümeye başladılar. ‘’Etraf hala karanlık. Onun arkasından gitsem iyi olacak.’’ diye düşündü Pinhan ve Kız’ın arkasına geçti. ‘’Sen önden git.’’ Kız bir şey demedi. Sadece, alaycı bir bakış atmakla yetindi. Önden Kız; arkadan da Pinhan giderek kapının önüne geldiler. Pinhan, kızın ayakkabılarını sol eline aldı, sağ eliyle de kapıyı açtı. Kız, apartmana çıkıp ayakkabısını giydi. Pinhan’a garip, sıra dışı bir bakış attı. ‘’Bir psikoloğa gitsen iyi olur. Kendine iyi bak.’’ ‘’Sen de.’’ Kız, merdiven basamaklarından aşağı doğru inerken, Pinhan, kapıyı kapattı. O anda, tıpkı karanlık bir odanın içinde aniden açılan lamba gibi, evin içi aydınlandı ve Pinhan, bu durum karşısında şok oldu. ‘’Aydınlık! Sonunda be!’’ diye bağırdı kendi kendine. Odasına koştu. Aynanın karşısına geçti ve kaşlarıyla saçlarının, eski haline geldiğini gördü. ‘’Oh be!’’ diye bağırdı aynaya karşı. Pencereden dışarıya baktı ama gökyüzünün hala simsiyah ve ceviz ağacının hala çok büyük olduğunu gördü. Çok heyecanlandı. Az önce hissettiği korku ve endişe, artık bir nebze de olsa azaldı. Kapı’ya baktı ve önüne gitti. ‘’Kapı, yaptığım şeyleri gördün değil mi? Ona... Ona gerçeği söyledim ve evin içi aydınlandı. Ayrıca kaşlarım ve saçlarım da eskisi gibi oldu ama dışarısı hala... Hala korkunç! Ama olsun. Sonuçta, karanlığın nasıl aydınlatılacağını öğrendim. Çok sağ ol.’’ Kapı’dan herhangi bir karşılık gelmedi. ‘’Kapı, sana diyorum. Hey! Cevap ver lütfen.’’ Kapı’nın sessizliği devam etti. O anda Kapı’nın üstünde küçük bir kağıt parçasının, bir bant yardımıyla durduğunu gördü. Eline aldı ve okudu. ‘’Yalan, karanlık ve acımasızdır. Bunu söyle ve aydınlığa ulaş.’’ Kağıtta yazanları okuduktan sonra, dışarıdan içeriye bir aydınlık geldi. Pinhan, pencerenin önüne gelip dışarıya baktı ve gökyüzünün açık mavi, ceviz ağacının da normal boyuta ulaştığını gördü. Bahçede uçan ve daldan dala konan bembeyaz kuşları fark etti, elini kaldırdı ve hepsine selam verdi. Kuşlar, sanki kendilerine verilen bu selamı onaylar gibi kafalarını salladılar. Pinhan, burnuna iri ceviz kokularının geldiğini hissetti ve bu durumdan hoşnut oldu. ‘’İşte,’’ dedi, açık mavi gökyüzünde parlayan güneşe bakarak, ‘’işte aydınlık.’’


-SON-