"Doğudan batıya hicreti,

tam on iki saat kırk dört dakika

Pencereden selam verip geçmesi,

sövgü dolu bir lahza..."


***


Alıştım ben bu unutulmuşluğa.

Yaprakların hışırtısı,

Rüzgârın uğultusu

Katran bağlamış ciğerlerde kesik soluklar

Soğuk, karanlık ve sessiz odalar.


Bomboş bir ömrün

Köşebaşlarını tutan isyan neferleri:

Bağrıma çalan rüzgâr,

Bağrıma oturan katran

Ve soğuk, karanlık, sessiz odalar.


Bir tünel kazıp kaçsam bu kâbustan.

Mahpus: hayallerim, zindan: beynim,

Dost üveyiklerin kanadına ilişip

Konsam şakaklarıma

Çağlayanların gürlediği dağa kanat vurup

Nehirlerin birleştiği mübarek yerde

Arzuma bir kurban sunsam,

Kan akar, yolunu bulur, deryalara gark olur.

Fakat neye yarar?

O yolun sonunda sen yoksan.


Kan karıştı düşlerime

Hislerime kıran girdi.

Koşarak kaçtığım çöl,

Hani gül bahçesiydi?

Suyu kurumuş ceset kokan kuyulardan

Bu yükselen, hangi nebinin sesi?

Kırk yıllık sürgün benim kavmime miydi?


Söyle! Neredesin?

Ne sürgünü görüyor

Ne de feryadı duyuyorsun.

'Çerağlar yanıyor çölün sıratında

Golgota'daki mor kaftanı anımsa!'

Biliyorum bu yolun sonunu

Sen, yoksun.




20.04.22 / İstanbul