Yüreğimin tam ortasında peyda olan ve her saat başı biraz daha boy atarak büyüyen bir huzursuzluk işgal etti hayatımı. Kesintisiz uykulara hasretim sen gittiğinden beri. Zira; çarpıntılarla uyanıyorum mütemadiyen her gece! Ağız dolusu gülmeyi bu yaşa kadar hiç beceremedim. Tebessümlerle yetindim her defasında. Biraz da bundandır aslında aynalara küsmelerim. Bu şehirde yüzüm kırık dökük gezmelerim. Şimdi o küçük tebessümlerime rastlayan da yok! Hayat damarlarımdan birisi kesilmiş; ümidimi, umutlarımı, neşemi, sevgimi, hayattaki hedeflerimi… Kısacası bana iyi gelen her şeyi içine doldurup muhafaza ettiğim heybem çalınmış da dımdızlak ortada kalmışım gibi… Ne bir dost sesi duymak istiyorum ne de konuşmak geçiyor içimden birileriyle. Ben de oturtup karşıma, kendi kendimle konuşuyorum. Demiri ateşte kızdırıp yaralarıma basıyorum. Her aklıma geldiğinde kanayan yanlarımı işte kendi ellerimle böyle dağlıyorum. 

Durulmuyor hiç içimdeki şu sıkıntının suları! Penceremin dışarısında akıyor da hayat… Ben yüz çevirmişim herkese… Sırtımı dönmüşüm kendi kalbime bile. Öyle bir yerdeyim ki, burası mesken desen değil, han desen değil, kafes, hapis değil… Burada gün yüzünü doğru düzgün görmeyeli ne kadar oldu bilmiyorum. Kaplumbağa misali, çekilip kendi tecridime, terbiye ediyorum boyundan büyük işlere karışan serseri, sefil yüreğimi! Ah bir elimden gelse! Ah bir kudretim yetse Prometheus çarmıha germez miyim beni müşküle düşüren kalbimi! 

Anlayacağın, küskünüm her şeye… Ağzımın tadı yok, yaşamaya mecalim kalmamış. Günlük rutinlere devam… Hala su içmeyi unutuyorum, doğru düzgün yemek yemiyorum, televizyonu açmıyorum, sevdiğim radyo tiyatrolarını dinlemiyor, göğsünde mutluluk barındıran şiirler yazmıyorum. Yangından çıkmış bir orman sonrası gibi verimsizim. Bu evde düşüp kalsam kimsenin aklına gelmeyeceğim. Yanan yüreğime teselli olsun diye aylarca kitaplardan medet umduğumu fark ettim geçenlerde. İçim yandı bu halime. Ne bileyim bir reçete sunarlar belki, şifa olurlar sandım derdime! İyi ama sen hasta değilsin dedi gaipten bir ses… Aynada yüzünü gördüm, irkildim! Bir kenara çöküp içimi döktüm odamda hayalet gibi gezen yalnızlığa. Toparlandım sonra. Güçsüz gördükçe kendimi daha bir hırslanıyorum ama. Yıkıp üstünden geçesim geliyor yere giresi şu esmer bedeni. İki heceli o adın, nasıl zihnime prangalanmışsa azat edemiyorum kendimi senden. Nasıl bir efsunun içerisinde kaldım Allah’ım… Bu nasıl bir azaptır böyle? Gitsem gidemem, kalsam duramam. Bir ağaç misali kök salmışım gülüşlerinin kıyısına. Kökünden kessem yaşayamam…

Bugün yine Aşiyan’da otururken aklıma geldi. Sevmeyi öğrendikçe nasıl da yalnız kaldık biz. Her elvedada, biraz daha yüz çevirdik kalbimize. Sonra bir de baktık ki gidenler yabancılaştırmış bizi kendimize. Sevginin, insanı güzelleştirebilme hünerine inancımı yitirdiğimden beri ateşe vermişim her şeyi. Dilime geçmişten kalma bir ah-u vah pelesenk olmuş. Yırtmış atmışım bütün aşk kokan şiirleri. Ve önemi kalmamış nazarımda büyük hürmet duyulan sevda sözlerinin. Alsın, kim basıyorsa bassın yarasına o içi boş sözleri. Bu devir, cehennemimdir artık benim.

Şimdilik bu kadar, öbür mektuba diyeceklerim var…