Tahammül edemiyorum. Hem de birçok şeye olmakla birlikte aslında çok az şeye. Tahammül sınırları aslında kendim gibi olmadığım zamanlarda ortaya çıkıyor. Hani deriz ya "Kendimi tanıyamıyorum." Hani ya belki de tanıyamadığımız kişiyizdir, biz aslında. Duymak istemediğimiz sesleri duyduğumuzda, yapmak istemediğimiz bir işi yaptığımızda, elimizden yanlışlıkla düşen bir bardağa verdiğimiz bir tepkide yani; normal seyreden bir günün absürtlüğünde ortaya çıkan kişiyizdir belki de.

Tahammül dedim ya, ne güzel tınlıyor değil mi? Altında yatan anlamı tınısıyla ne güzel de yatıştırıyor. Böyle bak telaffuz edelim, bak ağzı nasıl dolduruyor.

Neyse bu kelime haml (حمل) kökünden geliyor. Hatta başka bildiğimiz bir kelime var, o da hamâl (ﺣﻤّﺎﻝ) "taşıyan" manasında. Biz de bir şeyleri taşımak ya da katlanmak zorunda kalıyoruz. Hamal mesleğini yapan insanlar bunu bir iş olduğu için yapıyorlar. Tabii ne kadar istedikleri için yapıyorlar, orasını bilemeyiz ancak tahammül "bir şeye ses çıkarmadan katlanmak" manasına geliyor. Bir söz vardı ve hatta sanırım bir kitap adı, "Ya Tahammül Ya Sefer."

O kadar güzel ki ve bir o kadar da can yakıcı. İkisi de can yakıyor; kalsan da, gitsen de. Bulunduğun yeri terk eyleyip sefere çıksan o da başlı başına bir dert, ne olacağını bilmemek, ayakta duramama ihtimali... Güzel olan yanı da sanki bir özgürlük yakalamışsın hissi vermesi. Bu romantik varoluş, etkisini ne kadar sürdürür bilemiyorum ama sefere çıkmak, yani yola düşmek fikri fevkalade güzel değil mi? Hele de kendine rağmen kendin için çıktığın bir yol davasına.


İçimden bir duyguyla taşan satırlara başladığım anla yazıyı bitirdiğim şu anki anın hâli bile bir başka. Yazı da bir yola çıkmak sanırım ve yolun sonunun nereye varacağı hiç belli olmuyor.