Yazmak, birilerinin dertlerine ortak olmaktır. Bir derde sahip olan her yazı muhakkak okunmalıdır. “Dertsiz yazı olur mu?” diyebilirsiniz. Ben de, “Dert var, dert var.” derim. Burçak’ın kaleminden dökülen dertler ise bizleri hayatın gerçekliğiyle yüz yüze bırakıyor.


Kitabın dili, olayların akışı, dertlerin anlatılması, üzerinde iyice düşünüldüğünü belli ediyor. Okurken kendinizi kaptırıp hikâyenin içinde bulabiliyorsunuz. Sokakta yürüyen kadına eşlik edip onun intikamını siz alıyorsunuz. Ya da hatırladığı acı bir hadise sizin de yüreğinizde sızıya sebep oluyor. Bütün bunları hissetmemizi ise tabii ki Burçak’ın çarpıcı kalemi sağlıyor. Hikâyelerin birçoğu masal tadında ilerliyor. Masallardan çıkmış kahramanlar karşımıza çıkıveriyor. Kitaba ismini de veren “Tahtaboşa Gelen Kuşlar” metninde kahramanımız melek olup uçuveriyor sanki: “Ufuktan havalanan güvercinler bir çift kanat olup geldi. Yere konmadan teleklerini döktüler başından aşağı. Suya kandılar gagalarında damlalarla gelinlerini de alıp havalandılar.” (Tahtaboşa Gelen Kuşlar, sf. 60) Bu tarz anlatımlar diğer hikâyelerde de çıkıyor karşımıza. “Beyaz” adlı hikâyede kahramanımız karga ile göz göze geliyor. Karga, “Öldün sen.” diyor. “Bir Kedi Masalı” ise zaten baştan başa fantastik bir hikâye.


Dertten bahsettim. İki kelime yan yana getirip bir şeyler yazmaya başlayan her insanın anlatmak istediği bir derdi olmalı muhakkak, diye düşünürüm sürekli. Kitabı okuyup bitirdiğimde ise en çok dikkatimi çeken, beni en çok etkileyen öykü ise “Oyuncak Bebek Tamircisi” oldu. Kahramanız küçük yaşta ıslah evine düşmek zorunda kalan bir kadın. Çocukluğunu yaşayamadan büyüyenlerden o da. Belki de bu yüzden oyuncak bebeklere merak salması. Onları alıp tamir etmesi. Evinde biriktirdiği her bebekte ruhunun bir parçasını tamir ediyordu, kim bilir. Günümüzde yaşanan ve başkalarına yaşatılan travmalar şüphesiz çocukluk yıllarına dayanıyor. O günlerde aile sevgisi alan, aile terbiyesi gören insanlar kendi ruhlarını tamir etmek zorunda kalmıyorlar. Ve tabii ki başka ruhları da incitmiyorlar. Oyuncak bebekler de yetersiz kalıyor artık. Daha gerçekçi bir şeyler istiyor kahramanımız. Kadın, ruhunun hatta bedeninin intikamını çocukluğunda olduğu gibi bir bıçak darbesiyle alıveriyor. Babası yolda yürürken kalbinde kocaman bir delik açılıyor. Bu deliği de bir fotoğraf kapatıyor. Mutlu bir aile fotoğrafıydı belki de.


Keşke bunlar yaşanmasa. Dünya daha yaşanılır bir yer olsa da hikâyelerimizi hep mutlu anlar süslese. Kalemimiz her sözcükte başka bir sevinci doğursa. Ama bu mümkün değil. Çünkü burası dünya; dünya ise acımasız.