Hafta sonunu bizimle geçirmişse pazar akşamları okuluna bırakırdım.

Bizimle geçirdiği o iki gün hep kısacık gelirdi bize ama özellikle de annesine. O, kız kardeşi, o sırada evde olan kim varsa, herkes cama dizilirdi. Onu uğurlamak için, sanki uzak bir yere gidiyormuşçasına.

Yolda trafik kalabalıksa sevinirdim, uzun uzun sevdiğimiz şarkıları dinleyeceğiz diye.

Çoğu kez sessizce dinlerdik 60'ların rock gruplarını. Bazen de konuşurduk. Bir keresinde “The Doors adını Aldous Huxley’in Algının Kapıları kitabından almış,” demiştim. “Hadi ya!” demişti hayretle. Bunu o gün öğrendiğine mi yoksa böylesi bir şeyi benim, yani yaşlı bir adamın, bildiğime mi şaşırdığını hala bilemiyorum. Ama o “hadi ya” bizi yakın, çok yakın yapıyordu, hala öyle yapıyor.

Çocuksu merak, gelip geçen yollar ve hayatlar…

Kısa süren her sevginin, bağlanmanın özlemi büyüktür ama kendisi de öyle. Geleni kabul etmek dışında ne yapabiliriz? Yaşanmış o güzel anıların her birini kalbimizde özenle saklamak dışında…

"Yaşama zamanı
Yalan zamanı 
Kahkaha zamanı 
Ölme zamanı 

Yavaştan al, bebeğim 
Geleni kabul et"