Üstünde kırmızı bir ruj lekesi olan sigara izmariti; yerde, dün geceki yağmurdan kalan su birikintileriyle dolu asfaltın üstünde. Topuklu ayakkabının boş sokakları çınlatan sesi, birkaç metre ileride bir mahalle bakkalının önünde. Şimdi duraksadı, saat sabahın körü, uzaktaki işine gitmek için evden erken ayrılan birkaç memurdan başka kimse yok. Şimdi onlar da yok, etraf tamamen sakin. Birkaç dakika sonra, topuklu ayakkabı sesleri tekrardan dört katlı apartmanların balkonlarından yankılanıp kulağıma gelmeye devam ediyor. Şimdi onu görebiliyorum; kahverengi parkasına sıkıca sarılmış, bir elinde içinde sigara olduğunu anlayabildiğim yarısaydam bakkal poşeti. Diğer eli parkasına alacaklı gibi yapışmış, soğuk esen rüzgara direnmeye çalışıyor. Üşüdüğü belli, altında kısa bir etek, bacaklarında ince bir çorap. Sol tarafı kaçmış, bu mesafeden bile belli oluyor. Beyaz teni yarı karanlık sokakta metrelerce mesafeden bile görünüyor ya da ben görebiliyorum. Ne hızlı ne de yavaş adımlarla yürümeye devam ediyor, kaldırımdan inip yolda. Kaldırım daha kuytu bir yerden gidiyor diye belki de ama bilmiyor, aslında her yer kuytu bir köşe bu sabahın köründe. Eski bir belediye otobüsü son sürat yanından geçip gidiyor; su birikintisinden sıçrattığı su, eteğinin kenarlarına kadar ıslatıyor. Geç kalmış bir refleksle kendini park halinde duran arabalardan tarafa atıyor ama nafile. Elinden gelen tek şey küfürler savurmak ve eteğinin kenarını yalandan silmek.


Adımları hızlandı, aradaki mesafenin açılmaması için ben de hızlanıyorum. Anladığım kadarıyla bir an önce eve varmak istiyor, gece her zamankinden biraz daha zor geçmiş olsa gerek. Üstüne bir de soğuk ve dikkatsiz otobüs şoförü eklenince takati iyice kalmamış, biliyorum. Sağ taraftaki sokağa sapıyor, sokağın adı Çiçek Sokak. Bir önceki sokaklardan farksız, dört katlı eski apartmanlar ve yolun sağına soluna özensizce park etmiş eski model arabalar. Yol çukurlarla dolu, sanki bir ordu buradan geçmiş ve tank paletleri asfaltı paramparça etmiş.


Tek bir sefer bile dönüp arkasına bakmadı, bakması gerektiğini bilmiyor mu yoksa bakmak mı istemiyor bilmiyorum. Belki de onu bekleyen gerçeklerle yüzleşmek, umursamazca yoluna devam etmekten çok daha zor geliyor. Bunu düşünmemin üstünden daha bir dakika geçmiyor ki yan gözle arkasına baktığını görüyorum, yüzünün sol yarısını dalgalı saçlarının izin verdiği kadarıyla görebilme fırsatını yakalıyorum. O beni gördü mü bilmiyorum ama görse de zaten aldırış etmeyecektir. Aramızda bir selvi ağacından daha uzun bir mesafe var. Yoldan geçen sıradan bir yabancı olduğumu düşünecektir. Gerçekte kim olduğumu ya da ne istediğimi bilemeyecek, onu aslında ne kadar iyi tanıdığımı tahmin bile edemeyecektir.


Üç katlı, kırmızı boyası yer yer kavlamış ve rengi de iyice solmuş bir apartmanın önünde durdu. Elindeki poşeti açtı ve paketten bir sigara çıkartıp yaktı. Apartmanın içinde sigara içmediği bariz ama belki de soğuk havada içilen sigaranın ciğerleri yakan farklı bir zevki olduğunu düşünüyordur. Onu, henüz bundan emin olabilecek kadar tanımıyorum ama tanıyacağım. Sigarasını peş peşe çekilen derin nefeslerle kısa sürede bitiriyor, izmaritini yere atıp ezmek yerine elinde taşımaya devam ediyor. Apartmanın menteşeleri paslanmış demir kapısını iki eliyle zorlanarak açıyor ve içeri girmesiyle birlikte artık onu göremiyorum. Tek görebildiğim apartman koridorunun sarı ışığı. Aradan birkaç saniye geçmiyor ki apartmanın içinden yükselen öfkeli bir adamın sesi kulaklarıma kadar geliyor. Daha iyi duyabilmek için apartmanın önüne yürüyorum. Adamın sesi artık çok daha hiddetli ve tehlikeli geliyor. Ne olup bittiğini anlayamıyorum, koridorda yankılanan sesler çok bulanık. İçeri girmem lazım, merakımı başla türlü gideremem ama girersem yüzümü görecek ve artık bu yüzü hatırlayacak. İçeri girdikten sonra bir bahanem olması gerek, bir yalan tasarlamam lazım. Onun ince ama öfkeli sesini duymamla birlikte düşüncelerimden uyanıyorum ve apartmana doğru hızlı adımlarla harekete geçiyorum.