Onu gördüğüm ilk anı hala dün gibi hatırlıyorum. Bir köşe başında, sokak lambasına sağ omzuyla dayanmış ve gözlerini yola dikmiş bir şekilde duruyordu. Saçları her zamanki gibi temiz ve parlaktı, yüzünün tam olarak görünmesini engellemek için yine buklelerini kullanıyordu. Tamamen rastgele bir şekilde görmüştüm onu, gözlerim etrafta olup bitenleri avare bir şekilde izlerken birden görüş açıma girmişti. Bir müddet duraksamıştım, gözlerim gördüğü şey karşısında tepkisizdi ama içimde volkanlar patlıyor ve Pompei’yi yerle bir ediyordu. Şu an bile anlam veremediğim, ne olduğunu tam olarak adlandıramadığım bir şeyi fark etmiştim, eski zamanlarda insanların anlayamadıkları şeylere büyü demesi gibi işte ben de buna büyü diyorum. Elbette o bir büyü yapmadı, hiç kimse yapmadı, belki de ben kendi kendimi büyüledim. Dipsiz bir boşluktaydım ve ruhum, bedenimin yaşayan bir ölüye dönüşmesini engellemek için tutunacak bir şeyler aradı. Ondan önce de ondan sonra da bu tür geçici dal parçalarına tutundum ama onunki bir dal parçası kadar kırılgan ve güçsüz değildi, haşmetli bir ağacın kalın gövdesi gibiydi. Bunu kimsenin anlamasını beklemiyorum çünkü anlamlandırılması gereken bir şey değil, bu hayatta her şey anlamlı olması gerektiği için olmuyor. İşte bu durum da onlardan biri. Kimileri halimi bilse, düşüncelerimi okuyabilse benim bir deli olduğumu hatta benim kötü ve tehlikeli olduğumu bile düşünebilir. Ama ben ne deliyim ne de kötü, tehlikeli olabilirim ama bu kasten yaptıklarımdan ziyade istemsizce yaptıklarımdan kaynaklanmakta. 


Bugün kapıma polis dayandığında ilk önce paniğe kapıldım. Tutuklanmaktan ve özgürlüğümün elimden alınmasından çok korkuyorum, eğer demir parmaklıklar ardına kapatılırsam onu göremem, onu duyamam. İlk başta kapıyı açmakta tereddüte düştüysem de bunun daha kötü bir sonuca gidebileceğini düşünüp kapıyı istemeye istemeye açtım. Polisler

solgun tenim ve heyecandan titreyen ellerim nedeniyle beni bir esrarkeş sanmış olmalılar, bu yüzden benimle saygısızca ve hiddetli bir şekilde konuştular.

Oysa ben uyuşturucudan dolayı değil içerinin yeterince ışık almayan yapısı

yüzünden solgun görünüyordum. Tabii doğuştan gelen beyaz tenim de bunun cabası.

Sakin kalmaya çalışan bir ses tonuyla ‘’kimi aramıştınız?’’ dedim. Bana

tanımadığım bir isimden bahsettiler; ismi tanımadığımı, burada öyle birinin

yaşamadığını söylediğimdeyse bana inanmadılar. Onları bu konuda

suçlayamayacağım. Yaklaşık on dakika boyunca buraya nasıl taşındığımı ve söylediklerimin doğru olduğunu anlatmak için dil döktüm. En son giriş kattaki adama gidip söylediklerimi ve olanları doğrulattığımda bana inandılar ve yakamı bıraktılar. Olayın ne olduğunu, o ismi ne için aradıklarını sormadım, zaten sorsam da söylemeyeceklerinden emindim. Ama sonradan da anlayacağım üzere sordukları kişi benden önceki kiracıydı, anlaşılan adresini uzun bir zamandır değiştirmemişti ve hala burada yaşıyor görünüyordu.


Küçük çaplı bir heyecan ve korku yaşasam da olayın kısa sürede hallolması ile rahatlamıştım. Bir an onsuzluk ve hapis gibi düşünceler zihnimi ele geçirmişti, bunun benim için ne denli büyük bir felaket olacağını bir kez daha hissettim. Büyük ihtimalle, hapse girersem kendimi bir şekilde öldürürüm. Buna uçurumun kenarında olmasam da cesaret edebilirim diye düşünüyorum. Şakağıma bir silah dayayıp tetiği çekmek, kendimi bir ipe asmaktan ya da bileklerimi kesmekten çok daha kolay olacaktır ama yine de bunları da yaparım. Başkaları tarafından yargılanmaktansa ve bulunmayı istemediğim bir yerde zorla alıkoyulmaktansa ölmek çok daha özgür ve şahsi bir seçim değil midir? Kendi cezanı kendin kesmek; aptal bir arabanın, yoldan karşıya geçerken seni öldürmesinden veya yine anlamsız bir şekilde hayatını kaybetmekten çok daha iyi bir son olmaz mı? Eğer bir gün bana nasıl ölmek istediğimi soracak olurlarsa, kendi ellerimden ölmek istediğimi söyleyeceğim. Hiçbir şeye ve hiçbir işe karışmadığım bu hayatta karar vermek istediğim tek konu kendi yaşamımın nasıl sonlanacağı olacaktır. Ölümü düşleyen, ölüme övgüler yağdıran sürrealist insanlardan değilim ama onu göremeden yaşayacak olmayı hayal bile edemiyorum. Bazı geceler kabuslarımda bu durum vuku buluyor ve kan ter içinde uyanıyorum. Kalbim sıkışıyor ve nefesim kesiliyor, onsuzluk düşüncesi bile bir zehir gibi kanımı kirletiyor. 


Bu aşk değil, sevgi değil, şehvet değil. Bu körü körüne inanılan, anlamsızca tapılan bağnazlıktan başka bir şey değil. Ona karşı hissettiklerim, düşüncelerim ve hayallerim bir zırvalıktan ibaret. Bunu biliyorum, ne kendimi kandırmaya çalışıyorum ne de bir başkasını. Bunları bilmemse hiçbir şey değiştirmiyor, değiştirmeyecek de. Bilmek ve farkında olmak anlamsız, etkisiz ve yetersiz şeyler benim için. Ben ona mecburum, onun varlığına, onun bende uyandırdığı hislere muhtacım. Onsuz ben, yapraksız bir ağaca ve terk edilmiş bir şehre benzerim. Evet biliyorum, onsuzluk gerçek anlamda beni öldürmez ama elimde kalan şeye de yaşamak denilemez. Böyle bir yaşantının, sıradanlığın ve banalliğin içine düşmek ne denli büyük bir felaket bunu çok iyi biliyorum çünkü yıllarca farkında olmadan bu felaketin içinde yaşadım. Onu bulduktan sonra, onsuzkenki halimin ne denli acınası ve sefil olduğunu anladım. Yalnızlığımı ve kimsesizliğimi çok daha iyi duyumsadım ve şimdi bir kez daha eski halime dönemem. İşte bundan bahsediyorum, o hale dönmektense ölmeyi yeğlerim. Hatta ve hatta bedenime yapılacak binbir türlü işkenceyi, göğsüme saplanacak bıçakları, derimi yüzecek cellatları ve gözlerime mil çekecek işkencecileri yeğlerim onsuzluğa. Onursuzluğu, dışlanmayı ve alçaklığı ve hatta kötülüğü yeğlerim onsuzluğa. Bu denli deli düşünceler içerisindeyim ama umurumda değil, hem de hiç değil. Kendi hakkımda düşündüklerim, kendime yönelttiğim eleştirilerim ve özgüvenimin aşağılanışı bile umurumda değil.


İşte ben bu aciz durumdan sıyrılmak ve seni daha fazla duyumsamak için önüme ne tür engel çıkarsa çıksın aşacağım ve bu yol beni ölüme dahi götürse durmayacağım. Kendime yemin ediyorum, ruhumun her bir zerresi boşlukta sonsuza dek kaybolacak dahi olsa seni iliklerime kadar duyumsamadan vazgeçmeyeceğim. Yapacaklarım aşağılıkça ve aymazca dahi olsa bunlar beni caydırmayacak, büyük lokma yemektense büyük söz söylemeyi tercih ediyorum. 


İşte geliyorsun, adımlarını gözlerimi ayıramadığım bir film gibi seyrediyorum. Kokunu bir av tazısı gibi içime çekmeye çalışıyorum, metrelerce öteden de olsa sıcaklığını hissetmeye çalışıyorum. Dur bir dakika, yine kendimi kaptırdım senli benli olduk. Daha sakin ve daha temkinli olmalıyım. Acele etmenin hiçbir şeye faydası yok, gerekirse yıllarca sabrederim ama birkaç gün kazanacağım diye bir çuval unu suya atamam. Bir süre daha ‘’o’’ olmalısın benim için. Kanım kaynasa da bekleyeceğim.