BİRİNCİ BÖLÜM


Tam olarak nereden başlasam gerçekten bilemiyorum. Çünkü bana sorarsanız yaşadığımız şeylerin sebepleri çok ama çok önceye dayanıyor. Yine de sinirlenip terk etmeye kalktığım o programdan başlamak en doğrusu sanırım.


Normalde son derece sakin biriyimdir. Ancak, o gün sunucunun bana doğrulttuğu sorular benim bile sınırlarımı zorlar vaziyetteydi. Öfkemin beni ele geçirdiği bir anda koltuğumdan kalkarak, yakamda takılı mikrofonu fırlattım ve çıkışa doğru yürümeye başladım.


İşte tam o anda oldu.


Salonun içerisini kaplayan gölgeyi büyük bir sarsıntı takip etti. Son duyduğum, bulunduğumuz yapının camlarının kırılma sesiydi. Kendime geldiğimde ise ortalık çoktan savaş alanına dönmüştü. Aile tipi bir araç son hızla bulunduğumuz kata çarpmıştı. Olayı canlı yayındaki kameralar anbean görüntülemişti. İşte o görüntüler benim için kötü haber anlamına geliyordu.


Olayı inceleyen kanun ekibi, beni geçici olarak hapsetme kararı aldı. Katta sunucu dahil toplam 23 kişi can verdi. Benim aramın kötü olduğu bir kanalla söyleşi kabul etmem ve sonrasında bu olaydan kıl payı canlı kurtulmam tesadüf olamayacak kadar mükemmel bir zamanlamaydı onlar için.


Geçici diyorum fakat sonsuzlukla kıyaslandığında bütün zaman birimleri geçicidir. 400 güneş turu boyunca herkesten uzak yaşamamı istediler. 23 sonu olmayan yaşamın bedeli yalnız başına 400 yıl. İster istemez delirecek olma fikri geliyor insanın aklına.


Tabii ki buna izin vermiyorlar. Sonsuzluğa alışmış bir medeniyette kayıplar da sonsuz değer taşır ve kolay kolay göze alınmaz. Buna bir suçlunun aklı dahil. Bir yandan ilaçlarla kafayı yemenizi önlerken, diğer yandan sizi her açıdan gözlemleyip olayın bir daha yaşanmaması için önlemler düşünürler. Yine de sürekli delirme sürecinde tıkanıp kalmanıza sebebiyet veren bana göre verimsiz bir yöntemdir bu.


Öte yandan bana çok manidar gelen tarafıysa Tanrı'nın da kendi dünyasında tıpkı bunu anımsatan bir ceza sistemi bulunmasıydı. Kendi gösterdiği yoldan gitmeyen kişilere sonsuza dek işkence eder. Acı hissetmeyecek duruma geldiklerinde ise onları onarıp baştan başlar. Büyüklerimiz bizim yöntemlerimizi hümanist gerekçelere dayandırır. Tanrı'nın ise bir gerekçeye ihtiyacı yoktur. O Tanrı'dır.


Tedbir amacıyla tutulduğum hücremde ikinci haftama girerken ziyaretime gelen personel iyi haberleri olduğunu söyledi. En azından o öyle sanıyordu. Stüdyoya saldırı yapan hava aracının incelenmesi sona ermişti. Görünüşe göre saldırı esnasında içerisinde kimse yoktu ve uzaktan kumanda da edilmiyordu. Yalnızca rotası tek bir elektronik sinyale kilitlenmişti: Benim mikrofonuma... Artık şüpheli değil hedef konumundaydım.


Niyeyse bu haber beni pek memnun etmedi. Kafamı kurcalayan bir sürü şey vardı. Artık hüküm giymeyecektim fakat beni kim öldürmek isteyebilirdi? Tek ve en büyük hasmım zaten sürekli açıklamalarımı çarpıtan, o gün stüdyosunda bulunduğum kanaldı. 


Burada "döngü" ismini verdiğimiz, önceki hayatlarımdan kalma bir sebepti belki. Sıfırdan başlamaya karar verdiğimizde tüm kayıtlarımızın silindiği söylenir. Fakat ben bunun gerçek olamayacağının farkındaydım. Önceki halim bir bilim adamı olmaya ve tüm toplumdan soyutlanmaya karar vermişti. Çevremde yapay zeka ürünü olmayan hiçbir şey yoktu. Yine de yalnızlık çekmedim. Nerede, kim olarak ve ne amaçla doğacağınıza karar verenin kendiniz olduğunu bildiğiniz vakit, birçok şeyi kabullenmek kolaylaşıyor.


Şimdi yapay zekalar olamaz mı diyeceksiniz. Yoo, onlar kin besleyemezler. Bir şekilde o yönde evrimleşmiş olsalar dahi hayır, böyle canice bir yöntem seçmezler. Beni, etrafımda bulundukları her an kolayca ve sessizce yok edebilirler.


Bu canice yöntem ise daha çok bir insan fikriydi. Bilinen tarihte kimsenin denemediği bir yöntem. Ancak ben bu yöntemi bir yerden çok net hatırlıyordum. Tabi ya, Tanrı'nın dünyasında tıpkı bunu anımsatan unutulmaz bir olay yaşanmıştı. İki adet devasa uçan aracın iki büyük kuleyi yerle bir etmesi. O, dünyadaki tarihin akışını tümden değiştirmişti.


Doğruluk personeli, işlemlerin tamamlanması için sabretmemi söyleyerek ayrıldı. Medeniyetin şu andaki halinde dahi üstesinden gelemediği sıkıntı; yani evrak işleri, beni bir süre daha burada tutacaktı anlaşılan. Ancak benim aklımda bu yoktu. Çoktan Tanrı'yla alakalı düşüncelere dalmıştım. Biraz fazla kaptırmış olacağım ki duvara yaslı olan yardımcı, birden hareket etmeye başlayarak bana yaklaştı ve veri kullanım sınırımın dolduğuyla ilgili şeyler söyledi.


Evet, maalesef göz altındayken zihnimize de ket vuruluyor. Beyni üzerinde bizler kadar kontrol sahibi birisi, kendi aklı içerisinde kolaylıkla saniyelerini günlere, yıllarınıysa saatlere çevirebilir. Zamanı anlamlı kılmak adına bu gibi durumlarda beynimize bazı sınırlar koyulur. Göğüs hizasında bulunan ekrana doğrudan bakmam söylendi. Sonrasında aslında ihtiyacım da olan düşüncesiz, derin bir uyku beni kollarına aldı.


İKİNCİ BÖLÜM


Çevremdeki cisimleri ilk algılamaya başladığımda güçlü bir mide bulantısı hissettim. Etrafımı tekrar anlamlandırmaya başlamıştım fakat vücudum bu hızda bir uyanmaya hazır değil gibiydi. Uyku halinde yaşadıklarımı neredeyse net bir şekilde hatırlıyordum ancak yaptığım her davranış bana mantıksız geliyordu. Bu pişmanlık ve mide bulantısı karışımı duygularla bir masanın önünde oturuyordum. Yalnız değildim, masanın diğer tarafında oturan bir kişi vardı. İlk tahminim onun beni buradan çıkarmak üzere gelen doğruluk personeli oluşuydu fakat önceki gelenle aynı kişi değildi. Daha önceden görmediğim bir cinste resmi görünümlü kıyafetler giyiyordu. Ben onu incelerken gırtlağını temizledi ve bana doğru seslendi:


"Profesör, durumunuzdan anlıyorum ki ilk defa sönümleniyorsunuz."


"Evet" diye karşılık verdim.


"Meraklanmayın, iyi olacaksınız. Ancak içinde bulunduğumuz durumdan ötürü çok hızlı cevaplara ihtiyacım var. Bunun için özür dilerim."


"Siz kimsiniz?" diye sormaktan kendimi alamadım.

Gülümsedi.


"Adım IX7403. Size, işiniz ve yaşadıklarınız ile ilgili bazı sorular sormak için buradayım."


İçinde bulunduğumuz dünyada isimlere ihtiyacınız yoktur. Birisini gözlerinizle gördüğünüz ya da kulaklarınızla duyduğunuz anda, zihniniz kişinin elektronik kimliğini algılar. O yüzden konuşurken hitap ettiğiniz kişiyi düşünmeniz yeterlidir. Ancak kimileri sınıfıyla hava atmak amacıyla, kimileri de döngü sayısını göstermek için içinde bulunduğu sınıf ve döngü sayısından oluşan bir isim kullanır.


Aklım henüz yeni yeni yerine oturduğundan gafil avlanarak bu soruyu sormuştum. Ona baktığımda dokuzuncu sınıf amblemi yanıp söner biçimde beliriyordu. Bu üst düzey devlet görevlisi anlamına geliyordu. Anlaşılan başım beladaydı.


"Neler oluyor? Neden hala buradayım? Doğruluk personeli işlemler 24 saat sürmez demişti. Niçin beni bu kadar uzun süre sönümlediniz? İşime dönmeliyim."


"İşinize son derece bağlı olduğunuzu görebiliyorum profesör. Şu anda döngünüzün 76. senesindesiniz. Bu kısa süreye gerçekten çok sayıda keşif ve araştırma sığdırmışsınız. Fakat beni ilgilendiren bunlardan yalnızca bir tanesi."


Sanırım neyden bahsettiğini biliyordum.


"Yönetimden full karantina şartıyla izin aldığınız çalışmanızdan bahsediyorum. Eski Dyson Halkası* çalışanı denek 610."


Tanrı'dan bahsediyordu. Ona bu ismi ben takmamıştım. Ancak proje bilim dünyasında bir süre sonra "Tanrı'nın Rüyası" olarak anılmaya başladı. Üzerinde yaşadığımız dünyanın bakımından sorumlu bir çalışan, 20 yıl kadar önce bir iş kazası geçirdi. Vücuduna "döngülenemez" teşhisi konuldu, fakat sinir sisteminde kısmen onarılabilir kısımlar bulunuyordu. Yönetime onu kullanabileceğimiz bir proje teklifi sundum. Beyninden kalanları olağan bir yapay zeka botunun sistemiyle birleştirdik ve bu yeni sistemi sonsuz bir Rem uykusuna yatırdık. Amacımız sınırları olmayan bir dünyada bu yeni zihni test etmek ve bilgi edinmekti. Yönetimin tek şartı ise bu sistemi offline, yani tüm ağdan bağımsız tutmamızdı. Haklı bir istek. İlk defa yaratılan bu hibrit zihin, bilinmez yepyeni tehlikeler anlamına da gelebilirdi.


Ancak bu yeni akıl beklediğimiz ölçüde birleşmedi. Aksine, 2 farklı kişiliğe bölündü. Kendi duyguları ve mantığı olan bu iki farklı kişilik, birbiriyle çatışır haldeydi. Baskın olan kontrolü ele aldı. Bu sınırsız gücü kendi evrenini inşa amaçlı kullandı. Ona itaat etmek istemeyen ancak burada var olmak zorunda kalan diğeri ise bu evrene ve düzene karşı bir tutum sergiledi.


Baskın olan kendince eksiksiz, mükemmele yakın işleyen bir düzen yarattı. Ancak o kadar mükemmel işliyordu ki ona ihtiyacı kalmamıştı. O da kendisine ihtiyaç duyacak varlıklar yarattı. Onları en kıymetlisi seçti. Bildiği en mükemmel suret kendisinin, yani bizlerin sureti olduğundan; onları bizlere çok benzer dizayn etti. Onun evreninde yaşayan insanlar, bu iki kişiliğin varlıklarını fark edince onlara bir çok isim taktılar. Son olarak da Tanrı ve Şeytan dediler.


Bu çalışma bizlere zihnimizin derinlerindeki arzular ve duyguların yapay zekadaki kusursuz mantıkla çarpışması hakkında hiç bulunmamış bilgiler sağlıyordu. Ama yönetim tüm bu bilgileri benden zaten almaktaydı. Öyleyse karşımdaki yetkili benden ne istiyordu? Yoksa?


"Hakkımda tedbir kararı çıkınca projemi durdurdunuz değil mi?" Ayağa kalktım. Sinirlenmiş ve telaşlanmıştım. O gün kanal muhabiri de bana bu projenin sakıncalarından ve durdurulması gerektiğinden bahsederek beni sinirlendirmişti.


"Profesör, lütfen yerinize oturun. Projeniz hala çalışır vaziyette. Hatta haddinden fazla diyebiliriz." Yerime oturdum.


"Haddinden fazla mı? Ne demek istiyorsunuz?"


"Denek610'u ne şekilde karantinaya aldığınızı aktarabilir misiniz?"


"Klasik prosedürü uyguladım. Güç birimi ana sistemden bağımsız şarj edilebilir bir batarya. Sistemden elde edilen veriler sadece offline cihazlarda incelendi ve testlerden geçmeden ağla hiçbir teması olmadı. Hatta elektromanyetik iletişimi engellemek için tüm sistem modern bir faraday kafesi içerisinde tutulmakta."


"Anlıyorum. Ancak görünüşe göre bu Tanrı'yı zapt etmek için pek yeterli olmamış."


"Anlayamadım, daha açık olur musunuz?"


"En açık haliyle küçük Tanrı'nız ona hazırladığınız kafesten kaçmış. Size saldırı düzenleyen aracın değiştirilen kaynak kodunda eski çalışan 610'un izlerine rastladık."


"Bu mümkün değil. Proje öncesi ağdaki tüm kalıntılarını kendim temizledim. Zaten yalnızca 610 defa döngülendiğinden pek kayıt yoktu. Bir yerde yanlışlık yapıyorsunuz. Biri onun kimliğini taklit etmiş olmalı."


"Maalesef yanlışlık yok profesör. Suçlunun imzası projenizdeki hibrit kişilikle birebir örtüştü. Bilgi sızması testleri negatif çıktı. Projedeki imzayı sizden başka bilen yoktu. Yani ya denek tarafından öldürülmeye çalışıldınız, ya da..."


"Ya da ne? Kendi kendime suikast düzenlediğimi mi kastediyorsunuz?"


"Sizin de malumunuz son zamanlarda bu 'ölme' saçmalığını özendiren bir takım asi gruplarla uğraşıyoruz. Belki, bir noktada sizin de ilginizi çekmiş olabilirler. Sicilinizde çok sayıda döngü görüyorum. Aynı durum asiler arasında da oldukça yaygın."


"Gerçekten de benim o saçma tarikatlardan birinde olduğumu mu düşünüyorsunuz? Size hatırlatayım bayım, ben bir bilim adamıyım. Mutlu olacağım hayatı bulmakta zorlanıyorsam ve sık döngü yapmışsam bunun yüzünden beni suçlayamazsınız. Unutmayın ki bu bizlere verilen en temel haktır."


"Beni yanlış anladınız. Bakın, ben sizi herhangi bir şeyle suçlamaya gelmedim. Tam tersi sizden yardım alma umuduyla buradayım. Hibrit denek hakkında elimizde kalan tek kaynak sizsiniz."


"Peki ya laboratuvar?"


"Sistem size yapılan saldırıdan 2 dakika kadar önce güç yetersizliğinden kapanmış. Bir şey zaman programlı botları batarya değişiminden alıkoymuş. Sonuç olarak organik kısmında yaşamsal bir sıkıntı olmamasına rağmen deneyi yeniden başlatmayı dahi başaramadık."


Beni hiç şaşırtmayan bir durumdu bu. Çift kişilikli sanal gerçekliği bile binlerce denemeden sonra yakalayabilmiştim. Ancak olanlara hala inanmakta zorluk çekiyordum. Tanrı, ona taktığım zincirleri kırmanın bir yolunu bulmuştu. Öyleyse şeytan da onunla birlikte kaçmış olmalıydı. Kafamı kurcalayan kısım da zaten burasıydı. İzlerin Şeytan'ı değil de Tanrı'yı gösteriyor oluşu iyiye işaret değildi.


ÜÇÜNCÜ BÖLÜM


Çok geçmeden binanın pistinde bizi bekleyen araca doğru koşmaya başlamıştık. Acil şekilde kayıtlarıma ulaşmam gerekiyordu ve hepsi sadece çevrimdışı saklandığından araştırma tesisine gitmek zorundaydım.


"Ağda herhangi bir ize rastlayabildiniz mi?"


"Somut bir şey bulamasak da binaya çarpan aracın aslında geri dönüşüme ayrılmış olduğunu bulduk. Bu sayede ağın sürekli denetiminden paçayı kurtarmış. Şimdilik veri çöplüğünde saklandığını varsayıyoruz."


Veri çöplüğü, bir Tanrı için aşağılayıcı bir ismi var belki, fakat saklanmak için kusursuz. Bizim dünyamızda bile makinelerin belirli işlem kapasitesi vardır. Bu kadar çok verinin hepsini denetleyemeyeceğimizden onları sınıflandırdık. Denetlenmeye değmeyecek önemdeki şeyler ise veri çöplüğünü oluşturdu. Buradaki hiçbir şeyin tehlike içerme olasılığı yoktur. Tabii akıllı bir sistem kendi kendini bu sınıftaymış gibi gösterirse, o zaman başka.


Tanrı'nın genel ağda dolaşması gerçekten çok büyük bir tehlikeydi. Genel ağ her şeye bağlıdır, hem de her şeye! Her elektronik alete, görüntüleyiciye, dinleyiciye, botlara, yardımcılara, hatta beyinlerimize bağlı biyo-araçlara! Döngü makinelerinde bir sonraki hayatlarına hazırlanan insanlara zarar verebilir. Hatta araçlara ulaşıp bir çok insan öldürebilir! Araçlar! Tabii ya, ARAÇLAR!!!


Koşmayı bırakıp pistte çalışır durumda bekleyen araca doğru giden müfettişe seslendim: "Dur! Yaklaşma ona!"


Müfettiş duraksayıp bana doğru baktı. Tam o sırada araç olduğu yerden bizim tarafa doğru hızlı bir manevrayla kalktı ve pilotun şaşkın bakışları arasında yalpalayarak üstümüze doğru gelmeye başladı. Müfettiş neler olduğunu anlamak için döndüğünde aracın zaten haddinden fazla çalışan iticisinden bir parça fırladı ve boynunun yanına saplandı. Ben geriye doğru kaçtım ve binaya girdim. Yere her dokunduğunda sekerek ilerleyen araç, müfettişi de önüne katarak bana gelmeye devam etti ve ancak kapıya vardığında sert şekilde çarparak durdu.


DÖRDÜNCÜ BÖLÜM


Kazanın üzerinden bizim vaktimizle 6 yıl geçti. Yönetim, önce bütün araçları online kullanmayı yasaklayan bir emir yayınladı ve ardından da insanlara ağla olan bağlantılarını kesme çağrısı yaptı. Ancak çoktan geç kalınmıştı. Enerji üretimini dahi hata payı olmayan robotlara emanet etmiş olan yaşam alanımız artık tümüyle onun eline geçmişti.


Onu tanıyan tek kişi olduğum için benden yardım istediler. Bana onun amacını, ne yapmak istediğini sordular.

Tanrı ve Şeytan birbiriyle çatışan iki kişilik olsalar da her zaman birleştikleri tek bir ortak amaç vardı: KIYAMET.


Kibirli insanoğlunun yaratıcısına inanmayı tamamen bıraktığı gün karşılaşacağı önlenemez son.


Bizler ise medeniyetimizde bir Tanrıya inanmaya hiçbir zaman ihtiyaç duymamıştık. Zihinlerimiz bu muhtaçlığı aşabilecek kapasitedeydi. Ancak aramızdan hasarlı bir tanesi, bu uğurda hepimizi dize getirmeyi başarmıştı.


İşe, insanların belirli aralıklarla hayatlarına baştan başlamasına olanak sunan döngü sistemimizi kaldırmakla başladı. Ölümsüz vücutlarımıza birer hayat biçti. Tıpkı kendi dünyasında kimin ne kadar yaşayacağına karar verdiği gibi. Bizleri de birer ölümlü yaptı.


Yönetimin çağrısına kulak asmayan ya da geç kulak asanların zihinlerine sızdı. Onları gerçeklikle sanalı ayıramayan inananlar haline getirdi ve sonsuzlukla dolu hayaller vaat ederek kendisine tapındırdı. Bundan memnun olanlar bile vardı. Bahsi geçen şu asiler mesela.


Vaktinde kendini koruyabilenlerin bir çoğu öldü. Ölmeyen azınlık olarak bizler, saklanarak yaşamak zorundayız. Medeniyetimizin henüz genişlemediği yerlere çekildik; halkanın tamamlanmamış kısımlarına... Ancak inananlar her geçen gün ilerliyor. Bazen aramızdan dayanamayarak ağa bağlanıp, onlara katılanlar oluyor. Umudumuz yok, ancak genlerimizde olmadığından ölme arzumuz da yok. 


Bu yüzden yaşamak zorundayız, en sonuncumuz inanana, kendi kıyametimiz gelene dek!