Sil gözyaşlarını ey ulu Tanrıça! Sil de ayaklan, bak soyuna. Senin gözyaşların bereket olup yağmaz bu topraklara. Sanır mısın ki hala toy senin soyun? Sanır mısın ki ölüm hiç uğramaz senin topraklarına? Ne diye hala sızlanır durursun, gönlün merhametten bu denli mi yoksun. Ne geceler gizler gündüzlerin acılarını ne de gündüzlerin siler gecelerin günahını. Bir asır önce sen değil miydin böbürlenen, o halde şimdi bu çaresizlik neden? Korkun ne ey gözleri baktığı yeri cennette çeviren Tanrıça. Suskunluğun ne diye. Hatırlar mısın, bir vakit bir koyun sürüsü salıvermiştin ucu bucağı olmayan topraklara ve yine sen değil miydin bereket yağdırıp o koyunlara bir asırlık halka hayat eden. Ne tuhaf huy bu sendeki, çocuk oldun yaşlandıkça. Bir derttir dolanmış başına, bir çaresizliktir bağ olmuş ayaklarına. Söyle şüphen varsa bizden şayet kıy yavrularına. Lakin şüphe gönlünde saltanat sürüyorsa o vakit sen ey ulu Tanrıça; çek eteğini üstümüzden  zira merhametin azaptır soyuna. Heyhat ne geceler kollar gündüzleri ne de iyiler gizler merhameti. Sen ulu Tanrıça gel de dinlen; ye iç ve seyret. Aman etmez bir halk yarattın. Otur, ulu Tanrıça bin bir çeşit ağacın can verdiği tahtına. Otur ve seyret, gülümse de hayal et bir zamanlar sen de hata yapmıştın.