Sahne sanatlarında seyircinin en net geri bildirimi alkıştır. İnsanlar, beğendikleri bir performansa alkış ile tepki verirler. Bu her zaman böyle olmayabilir. Alkışlamanın kesin ölçütü beğeni değildir aslında. Çünkü beğenilmeyeceğine inandığımız durumlarda da insanların alkış refleksi gösterdiğini gözlemleyebiliriz. Peki, nereden geliyor bu alkış kültürü? Sahne üzerindeki sanatçının en yüksek motivasyonu haline nasıl gelmiş?

Alkış; çocuk sözlüğünde ‘’tapşın’’ olan bu eylem, öğrendiğimiz ilk motor fonksiyonlarımızdan olabilir aslında. İki eli birbirine vurmak marifetiyle ses çıkarmak, ebeveynlerimizi heyecanlandıran ilk başarılarımız arasında. Biraz da onların bunu fazlasıyla arzu etmesi sonucunda, bir melodiye eşlik etmek için ömrümüzün neredeyse tamamında kullandığımız bu eylemi kazanıyoruz. Atasözlerine konu oluyor ve ‘'iki elin sesi’’ bize ‘’birlikten kuvvet doğar’’ romantizmini öğütlüyor.

Sanılanın aksine alkışlamayı seven bir toplum olduğumuza inanıyorum. Beğenilerimizi belli etme konusunda açık yürekli olmasak da konu alkışa gelince cömertmişiz gibi geliyor. Bunu en net gözlemleme fırsatımız seyircinin sahne ile olan ilişkisinde saklı. Bir konser, tiyatro oyunu ya da dans gösterisinde seyirci olduğunuz anları anımsayın. Alkışlama motivasyonlarınızı düşünün. Bizi etkileyen bir performans, sahnede hayran olduğumuz birisi ya da sahnede bir yakınımızın olması gibi sebepler alkışa sebebiyet verebilir. Ve fakat çok klas bir vuruşla atılmış son dakika golünü alkışlamak ile sahnede şahit olunan icrayı alkışlamanın altında başka sebepler olabilir. Sonuç aynı, sebep farklı. Ben erbabı olduğum dans üzerinde örnekleme gayretinde bulunacağım.

Örneğin dans seyircisi için en yaygın alkış motivasyonu, sahnedeki dansçının görece ‘’insan üstü’’ kabul edilebilecek becerilerini göstermesidir. Kendimizin yapamayacağı zorluktaki bir hareketi yapabilen insana duyulan hayranlık, alkışlama isteği yaratır. Yalnız alkışlamak, sadece takdir duygusuyla yapılmaz. Duygusal olarak bizi alkışa sürükleyen durum, sahnede yaşanan olayda kendimizi var etmemizdir. Bizden bir parçayı sahnedeki anlatının içinde yakalamak, düşünsel olarak bizi anın içine çeker. Tanık olduğumuz acı, mutluluk, heyecan gibi duygular bizde gülme, ağlama ve şaşırma gibi tepkilere yol açar. Ve bu tepkileri canlandırmayı başarabilen eserleri de alkışlayarak ödüllendiririz.

Evet, alkış sahnede perde kapanırken selamını veren sanatçının en kutsal ödülüdür. Lakin bu bahsettiklerimin hiçbiri olmadan da gayet tabii alkışlayabiliriz. Hevesle bilet alıp gittiğimiz oyun beklentimizin çok altındadır, ilerleyen her dakika ıstırap boyutuna ulaşmakta ve seyirci ‘’bitse de gitsek’’ halleriyle kıvranmaktadır. Bu durumda da salondan alkış sesleri duyacağınıza emin olabilirsiniz. Bir seçici olamama durumu gözlemliyorum bizim seyircimizde. Evet, iyi karşılık bulmuş bir iş ile vasat bir iş arasındaki alkış desibeli farkı işitilebilir düzeyde oluyor. Bu durum değişken de olabiliyor. Misal çok iyi reaksiyonlar alan bir eserin bilmem kaçıncı temsilinde seyirciden çok cılız alkışlar gelebiliyor. Böyle gecelerde oyuncular kuliste ‘’bugün Japonlar gelmiş’’ geyiği yapmakta ve seyirci kitlesinin enerji sorunu yaşadığını düşünmektedir. Bunda ülkenin gündemi bile etkili olabilir. Lakin her temsilde ‘’bugün Japonlar gelmiş’’ diyemezsiniz. Peşi sıra gösterilerde Japonlarla dolu bir salona oynadığınızı düşünmek, sahnelediğiniz eserin başarısız olduğu gerçeğini kabullenememe gafletidir. Böyle durumlar için günümüzde ‘’seyirci anlamıyor’’ bahanesi türedi. Hatta, seyirci anlamıyorsa ‘’yüksek sanat’’ yapıldığına dair bir şehir efsanesi entelektüel zümrede hayalet gibi gezmekte. Kimsenin anlamamasıyla övünme eylemi göstereceksek niye bir salon kiralıyoruz? Niye bilet kesip, gösteri tertip ediyoruz. O zaman gayet tabii kendimize yapalım eserleri ve seyirciyle buluşturmayalım. Anlaşılma kaygısı güderek kör göze çomak sokalım demiyorum. Seyirciye de anlayabileceği bir söz söyleyelim. Ya da bir soru soralım, onu düşünmeye sevk edelim. Sanatın temel amaçlarından birisi de bu değil mi neticede? Zaten benim de söylemeye çalıştığım, seyircinin anlamasa da alkış reaksiyonu gösterdiği. Sahnede olana duyulan saygı ya da hayranlık, gösterilen emeği karşılıksız bırakmama ya da biletin parasını hak ettiğine kendini ikna etme... Bunların hepsi alkış için yeterli sebepler.

Nihayetinde alkış, seyirci ve sanatçı arasında bir dil konumunda. Ülkemizde sahne sanatlarına ilgi her geçen yıl artmakta. Bu sevindirici olduğu gibi, nitelik ve nicelik tartışmasını beraberinde getiriyor. Seyirci arttıkça kaliteli işlerin sayısı çoğaldığı gibi vasat işlerin de sayısı çoğalıyor. Lütfen yıllarca öksüz kalmış ve peşine pandemi atlatmış sahneleri seyircisiz bırakmayın. Bunu yaparken aldığınız biletlerin kötü temsiller çıkmasından dert yanıyorsanız, elinizdeki silahı doğru kullanın. Alkış, seyircinin silahıdır. Doğru yerde ateşlenirse, sahneye yön verecek olan da o silahtır.

(Anıl IŞILAK)