Hayatımın en heyecan verici ve en acemi durağı Roma’ydı. Atina'da Erasmus yaparken bir çılgınlık ile Roma seyahatim oldu. Tabii hem vizeye sahibim, elimi kolumu sallayarak istediğim tüm Avrupa ülkelerine gidebilirim hem de ucuz bilet bulmuşum. Durur muyum... Durmadım tabii. Aldık 5 arkadaş Roma biletini. Ne kadar havalıyız, bir o kadar da heyecanlı, hepimizin ilki. Kültür, moda, sanat ve tarih konusunda ilk sayacağımız şehre gidiyoruz. Acemilik ile kendi çapımızda bir rota belirledik. Orada şunu yeriz, şurada bunu içeriz, şuraya gideriz buraya gideriz hesabı yaptık. Tabii hiçbiri umduğumuz gibi olmadı. Rezillik ve eğlence bizimleydi. İyiki de öyle olmuş.

İlk günümüz kendimize bir hostel aramakla geçti. Saat 16.00 civarında Roma'daydık. Terminale ve şehir merkezine yakın olmasını istiyorduk. İstediğimiz gibi uygun bir bütçeli bir hotel bulup yerleştik. Yol yorgunuyduk ama bir o kadar da meraklıydık. Hemen Kolezyuma doğru yol aldık. Kolezyum koskoca Roma’nın simgesi, Gladyatörlerin savaştığı bir mekan. Hem kendi aralarında hem de yabani hayvanlarla savaştıkları bir mistik ortam. Onca yıl geçmesine rağmen sapasağlam ayakta. Heybeti ile herkesi etkilemekte. Gece de görülmeli gündüz de görülmeli dedik. Kendi tavsiyemize uyarakgece de gördük gündüz de.

Akşam vakti soğuk olduğundan dolayı hostelimizin yolunu tuttuk. Giderken meşhur İtalyan Pizzası yedik. Hepimiz acemi olduğumuzdan, çeşit çeşit pizzalar söyledik. Farklı tatlar istiyorduk. Güzelce karnımızı doyurduktan sonradiğer bir meşhur yiyecekleri olan dondurmayı denemek için farklı bir mekana gittik. Birbirinden farklı, rengarenk dondurmaların olduğu bir dondurmacıda bulduk kendimizi. Çok iyi hatırlıyorum; dondurmamı limonlu, portakallı ve İtalyan erikli seçmiştim. Dondurmamızı yiyerek Roma sokaklarından hostelimize doğru ilerledik. Yolumuzun üzerinde Venedik Meydanı dedikleri şehrin merkeziolan yere geldik. Venedik'teki saraya benzeyen ikiz binalardan dolayı Venedik Meydanı denmiş. Meydandaki bina cidden çok görkemli ve şaheserdi.Binadaki şahlanmış at heykelleri tüm turistleri çekiyordu. Güzel bir manzaraya sahipti. Binadan Kolezyum da görülüyordu.

İkinci gün hostelde yaptığımız plana uymak istedik. Vatikan’a gidilecekti. Hepimiz sabaha hazır olup Vatikan yolunu tuttuk. Otobüs ile ulaşım sağladık çünkü şehri görmek istiyorduk. Roma’nın içinde olan Vatikan farklı bir ülkeydi. Şehrin içinde ayrı bir ülke olması farklılık katıyordu. Dini açıdan da ilgi çeken bir ortamdı. Hepimiz ağzı açık bir şekilde oradaki tüm kiliseleri meydanları şaşkınlıkla gezdik. O havanın farklılığını hissettik. Pazar günü olmamasına rağmen çok kalabalıktı. Vatikan küçük bir yer ama bir o kadar da zaman harcanacak bir yer olduğu için öğle sonuna kadar vakit çekirdik. Daha sonra yürümeyi tercih ederekTiber Nehri civarındaki Castel Sant’Angelo kalesine geldik. Giriş ücretli olduğundan dolayı ve bizler de memur çocuğu öğrenciler olduğumuzdan dolayı kalenin içine girmedik. Çevresinde bol bol fotoğraflar çekildik. Roma’nın içinden geçen Tiber Nehri, şehrin havasını daha da etkiliyor, güzelleştiriyordu. Kale’nin önündeki Ponte Sant’Angelo köprüsünden geçerek Roma’nın şehir merkezine doğru yol aldık. Köprüde melek heykelleri olduğundan dolayı Melekler Köprüsü adını almış. Görülmesi gereken yerlerden. Gün batımıda daha farklı bir hava katıyordu. Kızılırmak’tan, Seyhan’dan, Ceyhan’dan geçtiğim gibi Tiber’den de geçtim, farklı bir histi. Roma şehir merkezine doğru ilerliyorduk. Tüm binaları temiz ve tarihiydi. Kafeleri, marketleri bile eski yapılardandı ama çok güzellerdi.

Hostel yolunu tuttuk ama giderken üç şaheseredaha uğradık, elimizde yine dondurma. İlk olarak Aşıklar Çeşmesi denilen yer Fontana di Trevi. En fazla turistin geldiği arkaları dönük bozuk paralar atarak dilek tuttukları bir yer. Romantik bir yer diyebiliriz. Tabii biz de onlara uyduk, arkamız dönük 1 centleri attık. Fotoğraflar çekildik ama o kadar kalabalıktı ki tek bir fotoğrafımız bile düzgün olmadı, elbet biri daha kadraja girdi. Ünlü tarihi sokaklarda, sokak sanatçılarının eşliğinde Pantheon denilen tarihi tapınağa geldik. Günümüzde kilise olarak kullanılıyor. Tavanda bulunan yuvarlak delikten alıyormuş bütün ışığını. Adamlar eski binalarına o kadar iyi sahip çıkmışlar ki şaşırmamak elde değil. Bir de bir sürü turist geliyor ama hala temiz. Tebrikler cidden. Şaşkınlık içinde yolumuza devam ederek İspanyol merdivenlerine doğru ilerledik. Diğer turistler gibi biz de meşhur İtalyan makarnasını yiyerek İspanyol merdivenlerine oturduk. Oranın ortamı da güzeldi. Çoğu turistin uğradığı bir yer. İtalyanların da buluşma noktası. Gucci, Bulgar, Ferrari gibi mağazaların önünden geçerek hostelimize gittik.

Üçüncü günümüzde yine eğlenceli, heyecanlı bir şekilde tamamlandı ve havaalanına gidildi. Gece gördüğümüz Pantheon, Fontana di Trevi ve İspanyol merdivenlerini gündüzde gördük. Bol bol hediyelik eşyalar, renkli İtalyan makarnaları aldık. Diğer meşhur yiyecekleri olan tiramusuyu tattık. Halkın meydanı denilen Piazza delPopoloya gittik. Kocaman bir meydan olmasına rağmen orası da çok kalabalıktı. Oradan terminale gittik ve havaalanı için otobüsümüzü bekledik.

Leziz İtalyan mutfağını; tarihi müzelerin, meşhur yerlerin hepsini - kısa bir süreli de olsa- gördük. Yaşadığım çok güzel zamanlardı. Umarım tekrardan giderim ve girmediğim pahalı mekanlara girebilirim. Benim böyle gezmemi sağlayan canım babama teşekkür ederim.


Son zamanlarda yaşanan koronavirüsünden dolayı paylaşmak istedim...

O mistik güzel şehir şimdi nasıl acaba?