Eski bir televizyonu sırtlamıştı. Yorgun ve bitkin bedeninin taşıdığı son ağırlıktı bu. Sırtında derin yara izleri belirmişti. İnce ince sızlıyordu. Acıdan dişlerini sıkıyor, bir taraftan alacağı yevmiyenin hayallerini kuruyordu.


Merdivenleri ağır ağır çıktı. Ayakları bir kaç yerde tökezlemişti. Televizyonu düşürmedi. Hamalların girip çıktığı evin kapısının önüne bıraktı. Boynuna sarılı beyaz mendili ellerinin arasına alarak yüzünü sildi. Eski bir televizyondu taşıdığı. Alıcı gözle baktı. Ev sahibi ne yapacak? diye merak etti.


Halit, kapının önünde belirdi. "Tarık ne yapıyorsun orada?" diye sordu. "Al gel televizyonu onun yeri hazır" dedi. Tarık merakını bir kenara bırakarak, eski televizyonu sırtladı. Yaralarının yeniden acıdığını hissetti. Bu kez ince ince sızlamıyordu. Bıçak yarasıydı sanki. Televizyonun yarasıyla gerçekleştirdiği temas, soğuk demirin insanı titreten saplanışının verdiği acıyı andırıyordu. 


Aldırış etmedi. Evine ekmek götürmenin, ilaçlarını alabilmenin bir bedeli olmalıydı. Hayat karşılıksız değildi. Hiç kimse dünyanın herhangi bir yerinde vermeden alamazdı. Dünya karşılık bekleyenlerin dünyasıydı. Yakın zamanda değişeceğe de benzemiyordu. 


Ayakkabılarını çıkardı. Taşınan eve dahi ayakkabılarıyla giremezdi. Halit, "Ne yaptın oğlum sen? Zaten pis ya" dedi. Yüzüne masumiyetini belli eden bir tebessümle baktı. 


Halit, odayı işaret etti. Omuzlarına sevgisini göstermek için ellerini koyacakken, Tarık'ın yaralarını gördü. Dokunamadı. "Gencecik bir delikanlı" diyerek içinden geçen yalın ve yalnızca insan olanların anlayabileceği o duyguyu belli etmemeye çalıştı.


Tarık, televizyonu yerine koydu. Beyaz mendilini boynundan tekrar çıkardı. Alnını sildi. "Oldu abi" dedi. "Bundan sonra hiçbir şey olmaz. Eski televizyonu kurtardık" Gülümsedi. Yüzünde yaralarının verdiği sızlamayı unutturan bir tavır takındı. 


"Otur bakalım Tarık, biraz soluklan" dedi Halit. İşine geldi. Odada bulunan kırmızı koltuğa oturdu. Beyaz mendiliyle terini silmeye devam ediyordu. Kollarını dizlerinin üzerine koydu. Sağa sola bakınmaya başladı.


Halit elinde bir bardak suyla odaya girdi. Tarık atak bir şekilde ayağa kalktı. "Neden zahmet ettin abi" diyerek suyu aldı. Bir yudumda içti. "Su verenlerin çok olsun" diyerek bardağı uzattı. Halit'in meraklı bakışlarını sezinledi. 


"Bir şey mi oldu abi?" diye sordu.


"Bir şey yok da Tarık..." Sözünü yarı da kesti. Parmaklarıyla alnını kaşıdı. Soracağı sorunun ağırlığını tarttı. "Şey soracaktım... Bu yaralar nedir oğlum?" 


Elindeki beyaz mendili sıktı. Alnındaki ter ılık ılık akmaya devam etti. Siyah çoraplarında dahi döktüğü ter belli oluyordu. 


İki kelime çıktığı ağzından "Hamal yaraları." Ardından duraksadı. "Genç hamallarda oluyormuş abi" dedi. Açıklama gereği hissetmişti. 


Halit, "Kaç yaşındasın oğlum sen?" diye yeni bir soru yöneltti.


Tarık sessizleşti. Sorunun ağırlığı karşısında düşünceleri derinleşti. Kimsenin bilmediği uzun yollara gideceği günlerin hayalini kurdu. Onu bekleyen bambaşka kentler vardı. Hamal olduğunun bilinmediği, bilinse de ruhuna işlenecek kadar sert sözlerin konuşulmadığı onlarca köy, kasaba...


Birden gözünün önünden hayalini kurduğu kentlerden biri geçti. "17" diye yanıtladı. 


Halit mahcubiyetini belli eder bir şekilde yaralı olmayan omzuna elini koydu. Canını acıtmayacak bir hamleyle sarıldı. Cebinden para çıkardı. 


"Al paranı oğlum, bu senin hakkın işin bitti" dedi. Tarık mutlulukla parayı aldı. Kumaş pantolonunun sağlam olan tek cebine yerleştirdi. Halit'in ellerinden öptü. 


"Seni uğurlayayım" dedi Halit. "Her şey için teşekkür ederim."


Ne nazik adam diye düşündü Tarık. 


Evden çıkacakken televizyon sesi duydu. Eski bir filmin ekranda açık olduğunu gördü. Vizontele Tuba'ydı. Gitmek istediği köyleri öğrendiği ilk filmdi. Evden çıkamadı. Televizyonun olduğu odaya gitti. Halit de onunla birlikte seyretmeye koyuldu. 


Deli Emin, Başkan Bey, Tuba ve daha nicesi... Hayallerini kurduğu yaşamı canlandırıyordu. Beyaz mendiline mutluluk terlerini serdi. Tarık parmağıyla filmi gösterdi.


"Benim hayatımda böyle Halit Abi. Yarı acı yarı tatlı ama her zaman hayalin peşinden koşan gerçek bir hayat..." 


Halit karşılık veremedi. Tarık kazandığı paranın gururuyla saygılarını sundu. Evden çıkarken "Denize Yakılan Türkü'yü" kendince mırıldanıyordu.


Eski ayakkabılarını giydi. Yalnız bırakmayan hamal yaralarını yüklenerek merdivenlerden aşağı indi.