“Taş yerinde ağırdır.” demiş büyüklerimiz, bu sözü hiç duymamış Fransız bir yönetmen ise bize bunu sahnelemiş, bize bunun mesajını vermiş. Bu atasözünden ve sahneden başlamamın iki nedeni var: Birincisi, Jacques Tati’nin olağanüstü hayal gücü ve imgelemdeki ustalığı, ikincisi ise Monsieur Tati’nin bu tasvirin kendi dilinde birebir bir karşılığı olmamasına rağmen senaryosuna dokunması ancak filmin iki kelimelik ismini Türkçeye doğru aktarılmamış olması. Alakasız bir değişikliğe gidilmemiş de üstelik. Muhtemelen film izlenmeden bir şans denenmiş, tutmamış, kalmış öyle… “Amcam” olarak çevrilen bu filmde bir “dayı”yı ve çevresindekileri izliyoruz. Tati’ye biraz övgü, çevirmenlere de ince bir sitem sunduğuma göre başlayabilirim.

 

1958 yılında perdeye giren Mon Oncle, Jacques Tati’nin ilk renkli filmi olma özelliğini taşıyor. Filmi izlerken o yılları renkli şekilde görebilmenin keyfi gerçekten hissediliyor. Filmin açılış ve kapanış sahnelerinde koşturan köpekler ile şehrin sokaklarına, dokusuna renkli şekilde tanık oluyoruz. Tati; bu filmde zengin bir muhitte, lüks, hatta “akıllı” denebilecek bir eve yeni taşınmış burjuva bir aile ile mütevazi bir yerde oturan, aylak bir adam olan, oğullarının çok sevdiği dayısı Monsieur Hulot arasındaki çatışmalardan yola çıkarak hem burjuvaziye ve modernizme taş atmış. Hem de iki sınıf arasındaki sosyal endişeleri absürt şekilde ele almış. Görmeye yeni yeni alıştığımız akıllı süpürgelerle, sensörlü dolap kapaklarıyla, otomatik mutfak gereçleri ile döşenmiş, aksesuardan arınmış, modern görünümlü ve yalnızca hizmet eden bir “akıllı” eve taşınan Arpel ailesi; mensubu oldukları muhite gösteriş yapmak için oldukça heyecanlılar. Normalde kapalı olan fıskiyeyi, sadece bir misafirin kapıyı çaldığı sıra kapı açılmadan önce hemen açıldığında görüyoruz. Böyle döşenmiş bir evde yaşamak orta yaştaki iki burjuva için şahane olsa da oğulları Gerrard oldukça sıkılıyor. Gerrard’ın gönlünün hoş tutulması için annesinin aklına kardeşi Mösyö Hulot geliyor. Mösyö Hulot, başıboş, ciddiyetten uzak ve belayı üzerine çeken bir karakter. Kız kardeşinin çağırması üzerine evlerine giderken artık onların sınırları içinde bir yerde ayağı değip bir taşı deviren Hulot, taşı alıyor ve aynı yerine geri koyuyor. Yabancısı olduğu bir yerde ne yapmasını bilmeyen ve değişimden korkan Hulot’yu izlerken Yeşilçam’ın aylak karakterlerini izlermiş gibi bir hissiyat almıştım. Kahramanımız, yeğeni ile şehrin gerçek yaşantısının olduğu yerlere gezintiler yapıyorlar. Gerrard; yaşıtları ile oyunlar oynuyor, üstünü kirletiyor, gülüyor ve eğleniyor. Çocuğuna göz kulak olmasından hoşnut olan Madame Arpel, kocasından müdürü olduğu fabrikada Hulot için bir iş ayarlamasını istiyor, evine ziyarete gelen bir diğer burjuva kadınla kardeşini tanıştırmak ve evinin tanıtımını ve gösterişini tek seferde tüm komşulara atabilmek için bir parti veriyor. Hulot’ya bir anda burjuvaya dahil olma şansı doğuyor. Düzenlenen partide, evdeki otomatik cihazlarla mücadele içine giren Hulot, bu anlamsız modernizmle gerçek anlamda bir boğuşma içine giriyor. Bu akıllı araçların sahibi olan aile ve komşular Hulot’nun sebep olduğu kazalar yüzünden sürekli tatsızlık yaşıyorlar ancak problemin neyden kaynaklandığını göremiyorlar. Davetli komşulardan yalnızca bir hanımefendi, başından beri Hulot’nun bu imtihanına şahit oluyor ve parti boyunca tüm komşuların oradan oraya koşturmasına ve tamirat ile uğraşmasına yalnızca gülüyor. Bir anda hava atacak hiçbir şeyi kalmayan Arpel ailesinin misafirleri müsaade istiyorlar ve gidiyorlar. Hulot bey için çağrılan komşu kadın ise onu almaya gelen eşi ile partiden ayrılıyor.


Fabrikada da işler Hulot için sakarlık ve kaza dolu geçiyor. Kimsenin işini doğru yapmadığı, yalnızca Müdür Arpel ortalıkta göründüğü zamanlarda çalışanların iş başına geçtiği bir ortamda Mösyö Hulot; yine rahatlığı ile üst sınıfı sinirlendiriyor. Mösyö Hulot’nun hem oğluna hem evine hem de iş yerine büyük zararlar verdiğini düşünen Mösyö Arpel, kurtuluşu Hulot’yu başka bir şehre göndermekte ve onun orada çalışmasını sağlamakta buluyor. Yerinde duran ve kimseye karışmayan Mösyö Hulot; önce bambaşka bir düzenin içine çekilip sonra da uyumsuz olduğu saptanıp, burjuva ailemizin konfor alanının daha da dışına gönderilmeye çalışılarak değişime kurban edilmek isteniyor. Oysa bilmediği bir yerin taşını bile düşürdükten sonra yerine bırakan Mösyö Hulot, böylesine absürt bir değişime uğramış düzende kendine ancak tek bir yerde yer bulabiliyor. Kendi yerinde…