Kendime şaşkınım. Birlikte yaşadığımız yirmi dört yıla rağmen hâlâ alışamadım benliğime.
Mutluluk, daima uzak bir gelecekten el sallıyor fakat ne kadar yaş alırsam alayım, gökkuşağının altına doğru koşar gibi bir ahmaklıkla sonlanıyor bu yorgunluk. Mutluluk, nedir sorusuna verecek cevabım bu sebeple yok, belki bir "esinti" diyebilirim sadece. Sanki dilimin ucuna gelip de bir türlü söyleyemediğim eski, çok eski bir kelime...
Ne şaşırtıcıdır ki insan, bir rivayete göre iki yüz bin yıldır bu devran içinde dönüyor fakat yine de mevzu bahis kendimiz olunca şaşırıyor, yeniden ve yeniden yıkılıyoruz. Hele ki yüreğimiz umumunkinden daha fazla kanlanıyorsa, hasılı, daha canlı ve diri ise. Bu sebeple hatırı sayılır derecede uzun yaşamayız bizler. Yüzyıllar boyu hayasızca nefes almaya devam edenler mi? Onlar yüreğini taşlarla çevirip kendi içine mezar kazanlardır.
Taştan sadırların, damarları çatlayan yüreklerin ve hüzünlerin vazgeçilmez durağıdır Eylül.
https://music.youtube.com/watch?v=5EwWZrCvl9Y&si=hhS9T5P7m7JktF-d