Ruhunun ıssızlığında elinde mum feneriyle gezinen bir münzevi gördü.

-Ne arıyorsun münzevi?

Cevap alamadı.

-Birlikte bulalım, ben de geleceğim.

Münzevinin peşine takılıp ağır ağır yürüdü. Gittikçe kararan bir boşlukta yer yön tayin etmek zordu. Etrafına bu düşüncelerle bakınırken birden münzeviyi kaybetti. Bir endişe duyumsayacak gibi oldu ancak fırsatı kalmadı. Bir bayırdan iner gibi kendisine gelen türlü çirkinlikler vardı. Kimisi hüzün kokuyor, kimisi öfke kusuyordu. Kafasız; yüzü, kolları ve bacakları olan ruhlar gibi çirkinlikler... Korktu. Gözleri büyüdü, alnı kırıştı. Bu, dehşetin ifadesiydi.

Ne olduğunu anlamayı denerken ufak ufak kaçtı çirkinliklerden.

-Ruhumda ne arıyorsunuz?!

Varlıklarını göz ardı etmeyi denedi. Çirkinlikler şuursuzca ruhunun bir orasına bir burasına gidiyordu. Aniden kefenli cesetler gelmeye başladı. Başta gelenlerin ne olduğunu anlayamadı. İlk gelen cesede yaklaştı, dokundu. Elleriyle kavrayıp kaldırınca ne olduğunu anladı ve irkilip fırlattı. Ceset yuvarlanıp bir çukura düştü. İşte o zaman çirkinliklerden biri parıldadı, parıldadı... Arındı. Bayır aşağı gider gibi yoluna devam etti ve ruhtan ayrıldı.

-Bu bedenler... ilgimi istiyor.

Evet, kefenli her ceset ait olduğu ölüler çukuruna gitmek; her huzursuz çirkinlik bu araftan çıkıp kendi yoluna gitmek istiyordu.

Her bir kefenli cesetle ilgilenip onları çukura attı. Çirkinlikler bir bir rahatlayıp ruhtan ayrıldı.

Sonrasında yer kaydı ve boşluğa düşerek kendine döndü.


İşte böyledir düzen. Yaslarını tuttuğumuz, vedalarıyla ilgilendiğimiz her ölüm ruhumuzu terk eder. Aksi, öfke ve hüzünle bezenip huzurumuzu zehirler.