Çoğu sinemasever, 1976 yapımı Taxi Driver’ı hayatının bir döneminde izlemiş veya bahsine tanık olmuştur. Peki, uçsuz bucaksız ve fraksiyonlarla dolu Amerikan Sineması’nda Travis Bickle karakteri niçin yıllardır süregelen tartışmalara konu olmuş, eleştirilmiş, büyük hayranlıklar beslenen ikonik bir karakter konumuna gelmiştir? Bu yazı, mevzubahis sorunun doğrultusunda, günümüz “modernist” ve “konformist” toplumun huzursuz yahut hoşnut üyelerinin, Travis Bickle’ın çarpıcı sivil itaatsizliğine karşı beslediği bastırılmış takdirin izini sürmeyi amaçlıyor.
Özetle Travis Bickle, Vietnam Savaşı'na katılmış ve ülkesine geri dönmüş, yalnız, vasıfsız, asosyal ve depresif bir Amerikan'dır. Savaşın ruhunda açtığı yaraları kapatamayan, militar travmayı omuzlarında yük olarak taşıyan ve kendisini bu bunalımdan uzaklaştıramayan umutsuz bir birey olarak; belki hayatın bir yerinden tutmaya çalışmak, belki geçmeyen zamanı unutmak, belki de yalnızca bir işe yaraması gerektiği dürtüsünün sonucu New York’ta taksi şoförlüğü yapmaktadır. Taksi şoförlüğü, Travis’in içinde yaşamak zorunda olduğu topluma karşı günden güne büyüyen nefret ve huzursuzluğunun tetiklenmesinde oldukça önemli bir faktördür. O yıllarda New York, dev bir çorba kazanı tezahüründe çeşit çeşit insanı içinde kaynatmaktadır adeta. Saatlerini, rengarenk ışıklarla aydınlanan kapitalist caddelerde, ötekileşmiş arka sokaklarda, kalabalık meydanlarda ve belaya hep bir soluk uzaklıkta geçiren Travis, artık şehrin iliklerine işleyen pisliğini ruhundan atmanın yolunu aramakta fakat ne yaparsa yapsın sosyolojik ve ontolojik çıkmazdan kurtulamamaktadır.
Arkadaş edinemeyen, kadınlarla sağlıklı ilişkiler kuramayan, topluma olduğu kadar kendisine de yabancı kalan bir birey, günün birinde elbette harekete geçecektir. Bu hareket, Travis Bickle’da “pisliği temizlemek” olarak vuku bulmuştur. “Pislik”, Travis için, içinde yaşadığı toplumun ahlak dışı, merhametsiz ve onursuz eylemlerini sembolize etmektedir. “Temizlemek” ise gerçekliğine dayanamadığı bir durumun: bir çocuğun seks işçisi olarak çalıştırılmasının, vahşetle sonlandırılması ile gerçekleşecektir. Elbette belki binlerce çocuk, dönemin New York’unda fuhuşa zorlanmakta, şiddet görmekte veya tecavüz edilmekte ve bu, şehrin devinim içinde olan pisliğinin bir kısmı olmaktan öteye gidememektedir. Her şeye rağmen, şahit olduklarına kayıtsız kalmaktansa bu karanlık ve devasa çarkın tek bir dişlisini onarabilmek, Travis için arınmanın vazgeçilmez bir unsuru durumuna gelmiştir.
Gelin bir de yüzümüzü günümüze dönelim. Zorbalığın, şiddetin, hırsızlığın, tecavüzün, fuhuşun ve bunlar gibi bilumum “pisliğin” fazlasıyla yükseliş gösterdiği çağlardan birinde yaşıyoruz. Gazetelerde, televizyonda, sosyal medyada gözümüze çarptığında dahi tüylerimizi diken diken eden onlarca olaya tanık olup tümünü sessizce kabulleniyoruz. Büyük çoğunluğumuz, Travis kadar kirlenmiş veya bilenmiş hissetmiyoruz. Bugün Travis’in toplumdaki bu dezenformasyona verdiği reaksiyon, onun bir akıl hastası olarak nitelendirilmesine sebebiyet veriyorken, bizim bu sakinliğimize karşı kimse ruhani bir bozulmanın semptomlarından söz etmiyor bile. Peki akıl hastası olan gerçekten Travis mi, yoksa vicdanlarımızı çağın iğrenç kalıplarına göre törpülemek durumunda kalan bizler miyiz? Özetle, ona beslenen kaçınılmaz hayranlığımız, içine sıkıştığımız çarkların arasından sesimizi çıkaracak kudreti bizim yerimize toplamış birine olan vefa borcundan başka bir şey değildir belki de.
Jean Valjean
2021-09-03T23:12:30+03:00Ne güzel bir metin. Büyük keyifle okudum. Ellerinize sağlık.