Kafamı kaldırdım ve bardaktan boşanırcasına yağan yağmura baktım. Yeryüzündeki her şey, üzerlerine değen damlalarla hayat buluyordu sanki. Gözlerimi kapattım ve ciğerlerimin alabildiğine havayı içime çektim. O ferah kokuyu aldığım 1 saniye, sanki 50 yıl gibi hissettirdi. Yüreğim hafifledi, şu ana kadar yaşadığım ne derdim varsa hepsi bir anda yok oldu. Ne gelecek kaygısı ne de peşimi bırakmayan pişmanlıklar kaldı içimde. Hayatımda hiç olamayacağım kadar rahatladım. Maalesef 1 saniyenin sonunda yine bütün sıkıntılar akın etti. O rahatlığı hissettiğim için olsa gerek, öncekinin iki katı zordu her şey. Kafamı eğip çamurlu botlarıma baktım. Yaşlı ama kaliteli botlardı. Onlar sayesinde ayaklarım ıslanmadan yürüyebilecektim. Botlara kısaca gülümseyip iç çektim ve tentenin altından çıktım. Açıkçası yağan yağmurun beni ıslatması pek umurumda değildi ancak insanların bana uzaylıymışım gibi bakmasını istemiyordum. Siyah şemsiyemin altına sığınıp hızlı adımlarla yürümeye başladım. O kadar gitmek istemiyordum ki bütün ağırlığım ayaklarımda gibiydi. Adım atmak için daha önce hiç göstermediğim kadar çaba gösteriyordum. Nihayet istediğim yere ulaştığımda yaşlanmış gibi hissettim. Devasa kapıya baktım. Kapının iki yanında uzun, gözlerimi acıtacak kadar beyaz iki sütun vardı. Kapı da aynı şekilde bembeyazdı. Tam üstünde birbirinin içine geçmiş ay ve güneş duruyordu. Binanın kalanıysa bir heykeltıraş özenle oymuş gibi şekillerle doluydu. Bazı yerlerde ufak ufak camlar vardı. İçimdeki ağırlığı atmama yardım edecekmiş gibi içimi çektim. İçeriye bir adım attım. İçerisi o kadar aydınlıktı ki bu kapalı günde gözlerimin alışması için bir süre beklemem gerekti. İki yanda belirli aralıklarla bir sürü girinti vardı. Önünde cam olsa vitrin olacaktı fakat ne vitrin ne mağaza yoktu. Sağıma baktım. Yıllar önce beni herkesten soyutlayan "arkadaşım" duruyordu. Tam karşısında da beni tehdit eden kız. Yürüdükçe farklı farklı insanlar belirmeye başladı. Yıllarca kilomla dalga geçenler, sesimle alay edenler, karakterimi küçümseyenler, sokakta ayıplayan bakışlar atanlar gözüktü. Yanlarından geçtikçe geçmişte dediklerini, yaptıklarını tekrarlıyorlardı. Sonlara yaklaştıkça çok daha kötüleşmeye başladı. En ihtiyacım olduğunda sırtımdan bıçaklayanlar, aldatanlar, "orospu" damgası yapıştıranlar, karakterim olmadığını söyleyenler, yıllarca bana ikiyüzlülük yapanlar... Nefes alamıyor gibi hissetmeye başladım. Hiç bitmeyen bir kabus gibi tekrar tekrar yaşıyordum hepsini. 8 yaşındakini de, 18 yaşındakini de o an ne hissettiysem o şekilde hissediyordum. Yürüdükçe ciğerlerimin arasındaki çukur ağırlaşmaya başladı ve boğazımdaki düğüm de gitgide büyümeye devam etti. Durmak istedim, boğazımın ve ciğerlerimin parçalanmasını engellemek istedim ama ayaklarım beni dinlemeden yürümeye devam etti. Kabuslarımın biteceği noktaya yaklaşmıştım ama aynı zamanda en yeni ve açık yaraya da yaklaşıyordum. Beklediğim yere vardığımda iki devasa canavar, biri sağda biri solda olacak şekilde girintilerinde duruyorlardı. Gözlerimin içine baktılar. Onlarla olan bütün güzel anılar geldi fakat iyi hissettirmesi gereken güzel anılar hiç iyi gelmiyordu çünkü gerçek olmadıklarını biliyordum. Güzel anılar yavaş yavaş kabuslara dönüşmeye başladı. Çığlık atıp ağlamak istedim ama burada buna izin yoktu. Önce soldaki canavar göğsüme doğru küçük, gümüş bir mızrak fırlattı. Acı içinde sağıma dönüp içimdeki minik bir umutla yardım isteyen gözlerle canavara baktım. Bana kısa bir bakış attı ve yardım edecek gibi elini uzattı. Tam ona uzandığım anda büyük, gümüş bir baltayı göğsümün ortasına fırlattı. Çektiğim acıyı her hücremde hissediyordum ama muhtemelen dışarıdan biri görse anlamazdı. Çünkü burada buna izin yoktu. Kafamı eğdim ve ilerlemeye devam ettim. Göz ucuyla baktığımda arkadaşlarımı gördüm. Hepsi gülümseyerek bana bakıyordu. Heyecanla kafamı kaldırdığım an hepsi arkasını döndü. Ciğerlerimin arasındaki çukur, boğazımdaki düğümle bir olmuştu. Acı artık her yerimdeydi ve o kadar fazlaydı ki hissedemiyordum. Arkadaşlarımın da yanından geçip yürümeye devam ettim. İlerideki dolmayı bekleyen yüzlerce, belki binlerce girintiye göz attım. Koridorun orasında bembeyaz bir ışık belirdi. Işığın içine doğru yürüdüm. Işık her yerimi kapladı ve yavaş yavaş içimdeki acılar silinmeye başladı. Gözlerimi kapattım ve acının her zerresi silinene kadar bekledim. Nihayet acıdan eser kalmayınca gözlerimi açtım ve kendimi evimin önüne buldum. Yağmur yağmaya devam ediyordu ama artık daha yavaştı. Huzur veren havayı içime çektim ve yapmam gereken işleri tamamlamak için kapıya yöneldim.