Konuya pragmatizmin ne olduğunu hatırlayarak başlayalım: pragmatizm, sözcük anlamı ‘faydacılık’ olan ve yalnızca işe yarar bilgiyi doğru kabul eden felsefi bir akımdır.

Ölçütünün işe yarar olması ve duyularla deneyimlenebilir olması sebebiyle materyalist bir akım olan pragmatizm, temelde metafizik ve idealizmi arka plana atar. Pragmatizmin kurucusu sevgili W. James din eğitimi de vermiş ve soyut inancı bütünüyle yararsız görmekten ziyade önce somut olarak fayda sağlayana yönelmemiz gerektiğini belirtmiştir.

Buradan yola çıkarak birbirinin zıttı kabul edilen madde ve madde ötesini orta yolda buluşturup teist ile ateistin aynı masada oturabildiği bir sofra kurabilir miyiz?...



Var olan her şey insanın insan olma yolculuğunda birer araç, basamaktır. Bu araç toplumsal bir varlık olan ve toplum içinde yaşayan insan için etik olmak zorundadır. Bundan kasıt, kullanılan aracın bir başkasını engellememesi, sınırını ihlal etmemesi, yaşam haklarına müdahale etmemesidir. Herhangi bir inancı doğru kılan, inanan kişiye ne denli fayda sağladığı olmalıdır. Ve bu faydayı madde dünyasında yaşayan varlıklar olarak pek tabii önce maddede görmek zorundayız. Sahiplendiğimiz idea veya inanç, şu andan ibaret olan hayatımızı zorlaştırıyorsa geçerliliğini yitirmiştir.

Gerçek olan inanç değil, insanın inanmaya olan ihtiyacıdır. Nitekim her din, birtakım inanç ilkelerine dayanır. Bu bağlamda bir dine bağlı kalmaktan ziyade dinlerin ortak çıkarımlarından faydalı görülebilecek kesitleri benimsemek de mümkündür. Burada hassas terazi ise kişinin gelişimini duraksattığı ve bir başkasının zararına çalıştığı yerde eğilir. Ancak bireysel ve bütünsel iyiliği amaçlayan din, bir “dava” haline geldiğinde bütünüyle faydalı olmaktan çıkıp politikleşir.

Baştan bugüne bütün insan üretimi icatların, inançların, teori ve kuramların tek amacı kişinin varlığını muhafaza etmek ve bu çerçevede yaşamını kolaylaştırmaktır. Kendi içinde dahi birçok kola ayrılan tüm dinler, felsefi akımlar, psikolojik terimler ne kadar birbirinin zıttı gibi görünse de hepsinin temelinde insan vardır ve amaç mümkün olan en iyi yaşam biçimini kurmaktır. Kişi iyi bir insan olmak ve iyi yaşamak için inanmaya ihtiyaç duyuyorsa onu en iyi haline ulaştıracak inancı seçmelidir. Ve amacı, sahiplendiği bu inancı yaymak değil, yalnızca ona kazandırdığı niteliklerle topluma kazanımlar sağlamak olmalıdır.



Gerçek şu ki artık bir peygambere ihtiyacımız yok. Tüm kitaplar indi, tüm elçiler geldi. Artık ihtiyacımız olan tek şey bu din kalabalığı içinde bizi dinlendirecek olan inancı bulmak. Görevimiz ise görmediğimizden önce gördüğümüzün hakkını vermek. Yani aynadaki muhatabımızın, yani çevremizdeki canlıların, yani içinde bulunduğumuz dünyanın. Sonuç olarak teist ile ateisti aynı sofraya oturtmayı mümkün kılacak olan yegane düşünce, sahip olduğu şeylerle yalnızca bu sofrayı zenginleştirmeyi amaç edinmesidir.



Bu vesileyle pragmatizm ile başladığımız yazıyı varoluşçu psikolojinin öncülerinden İrvin D. Yalom’un Divan adlı eserinden şu alıntıyla bitirelim:


Var olsun insan gibi,

İnsan için,

İnsanca yaşamak.