Geçen gün bir izleyeyim dedim kendimi. Bir bir geçti yaşadıklarım önümden. İlk başta biraz alay ettim, daha sonra üzüldüm, en sonunda da acıdım kendime. Yürüyordum ama bu sanki yürüyüş değil de yol boyunca uzanan kavakların dudak büküşü, kaldırımın üstünde yatan köpeğin homurtusu, ayakkabımın huzursuzluğuydu. Mutlu gördüm kendimi, dışarıya çıkmak biraz da olsa iyi gelmişti bana. İnsanlarla konuşabilmek için bin türlü bahane arıyordum aklımda. Bunu düşünürken de alay ediyordum kendimle. Bu mu yani? Bu kadar düşmüş olamazdım. Olamaz mıydım, güldüm. Hatta katıla katıla güldüm, gözlerimden yaşlar gelene kadar... Evet, o kadardı, yani o kadar düşmüştüm. Sakın dibe geldiğimi düşünmeyin çünkü bu daha hiçbir şeydi, her zaman daha dibine gidecektim, bunu biliyorum, umursamaz oluşum da bu yüzden değil mi zaten? Çok da matah bir şey değildi bir insanla konuşmak ama duvarlar öyle mi? Bir dinlerler seni, şaşarsın. Tüm düşüncelerin onların nezdinde makuldür, tepki vermezler. Neyse, geldim denize, izledim, saatlerce izledim, sonra kayboldum. Oturduğum yer sahil değil, suyun altıydı. Uzun bir süre izledim, boğulmaktan korktum, çok sonradan anladım beni korkutanın su değil de düşünceler olduğunu. Bunun için de suya girmeme gerek yoktu. Ben, benimleyken de boğulabilirdim. Orada da bunları yazarkenki düşünce girdi aklıma. Ne yani şimdi, düşünüyorsun diye farklı mı oldun ya da evine gidip bir kâğıda bunları karalayınca kendini edebi bir şey yazmış gibi mühim bir insan olarak mı göreceksin? Hayır ama ben sadece kendimi görmek, kurtarmak, oradan çıkarmak ve biraz da olsa yaşamak istiyorum. Monoton ya da standart, siz nasıl dersiniz bilmiyorum ama hayat benim için bunların dışında bir şey değil, nefes almak yetmiyor yaşamama. Eve geldim, ilk üstümü değiştirdim ama yolda gelirken de karnım çoktan guruldamaya başlamıştı. Aç karın düşündürmez, mecburen dünden kalan karnabaharı ısıttım. Bu arada üstümü değiştirmek için girdiğim odanın sağ arka duvarından gözümü kaçırdım çünkü önce karnımı doyurmam gerekiyordu. Yemeğimi yedikten sonra yıkadım bulaşıkları, bunlar benim için takıntı olmuştu, ne olacak sanki tabak bir gün orada beklese ya da niye tezgâhta duran ikinci tabağı kullanmıyorum? Bunları düşünürken bitirememek üzere bir demlik çay demledim ve odama geçtim. Sağ arkadaki duvarla uzun bir süre göz göze gelmemeye çalıştım ama dayanamadım, kazanan o oldu. Alaylı bakışı beni bana kırdırdı, deli oldum. Tüm günümü izlemiş gibi önce ben anlatayım diye gözümün içine baktı, benimse hiç inat edecek halim yoktu ama diğer günlerden bir farkı varmış gibi bugün neler yaptım, onları anlattım. Ne mi oldu? Sustu, ne bekleyebilirdim ki… Ama kızdım, neydi o odaya girdiğimdeki bakışlar? Anlatana kadar sorun yok da anlattıktan sonra mı duvar oluyorsun diye de çıkıştım. Tüketiyor beni ama tek dostuma katlanıyorum. Onu anlatmam hoşuna gitmiyor ve biraz da uzaklaşıyor benden, eğer başkaları onu öğrenmiş olursa benim bulunduğum durumu fark etmemden ve ondan uzaklaşmamdan korkuyor.