William Shakespeare: "Beklentiler daima yorar."

Bir sahafta kitapları karıştırırken rast geldim bu cümleye. Üstat her zaman haklı, bir kez daha fark ettim. Naçizane düşüncelerimi paylaşmak isterim. Bizler "yarın"a anlam yükleyen evrimin aynadaki nihai yansımaları olarak 2 yaşımızdan itibaren gelecek için kaygılanırız. Çünkü artık hayatımızda yeni ve umut dolu bir kavram vardır ve bu kavram ilerleyen zamanlarda bize boş vermişlik olarak, erteleme olarak, plan olarak, plansızlık olarak, gelecekten umut olarak, belki de tembellik olarak geri dönecek. 


İleriye Dönük Bellek (Prospective Memory) - Beklenti 

Yukarıda okumuş olduğunuz 8 harfli sözcük hakkında muhtemelen hepimizin farklı düşünceleri ve tanımları vardır. Epistemolojik olarak tanımı şu şekilde: Belirsiz şartlar altında, olması muhtemel sayılan şey. Durumu kronolojik olarak ele alma taraftarıyım aslında. Maslow'un İhtiyaçlar Hiyerarşisi'ni hatırlayalım. Bir bebeğin beklentisi ne olabilir? Bu dünyaya gözümüzü açıp almış olduğumuz nefes ile üzerimize yüklenen bir kavram bu. Bir çocuğun hayattan beklentisi ile 30 yaşında bir yetişkininki aynı olabilir mi? Konu tartışmaya kapalı. Asla.


Fakat ayrım şurada ortaya çıkıyor. Dönemsel olarak herkesi aynı çatı altında işleyemesek de beklentinin karşılanmaması durumunda karşılaşılan durum çok benzer. Peki...

Soru şu: Bir kimsenin senden bir şey bekleme hakkı var mıdır? Cevap "Evet" ise bu kişiler kimlerdir? 

Senin bu beklentileri karşılama zorunluluğun var mıdır? Yine cevap "Evet" ise beklentisini karşılayamadığın o kitle için durup düşünmek ya da bunun için üzülmek, eksik ve başarısız hissetmek, ne derece mantıklı?


Sence turuncu bir renk mi? 

Yoksa bir portakal mı? 


Unutulmaması gereken bir nokta var. Hepimiz zaman zaman atlayıp önceliği farklı alanlara kaydırıyoruz. Haklı gururunu yaşadığımız bir cevap var: İnsanız. Doğrularımızla olduğu kadar yanlışlarımızla da varız. İnsanız, sabrettiklerimizle ve tahammüllerimizle, tahammül edemediklerimizle. Gülüp geçtiklerimizle ve dibine kadar kafa yorduklarımızla. Kalabalıklarla ve yalnızlığımızla, tek başınalığımızla... 

İnsanız. 


Yıllar yollardır aslında. Yollardan geçeriz, yılları biriktiririz heybemizde; tek kullanımlık hayatlarımızı kendi seçimlerimizle yönetmek yine bizim elimizde. Nice düşüşler, nice yeniden dirilip dik bir şekilde yola devam edişler... Nakış nakış örer, iki ileri bir geri yola koyuluruz. İşte büyük resim budur. 


"Yol bir yere gitmez, o bir durma biçimidir" diyor şair. Peki ya yolda olmak mı, yolun kendisi olmak mı?


Kişi yalnızca kendisi (benliği) hakkında beklenti sahibi olabilir, sağlıklı olan budur bana göre. Kendisini aşan her durum "umuttur". Ve umut yorucu olmasının yanında ağır bir yüktür. Psikolojide kontrol odağı ve etki alanı kavramları ile netleştirmek isterim. Kontrol odağı, kişinin kendi kendine mevcut durumu değiştirebilmesinin mümkün olduğu durumları anlatır. Konuyu biraz daha açalım; kontrol odağını iç kontrol odağı ve dış kontrol odağı olarak ikiye ayırmak mümkün. İç kontrol odağı güçlü birey, yaşadığı olayların öncelikle kendi karar ve eylemlerinin bir sonucu olduğuna inanırken dış kontrol odağı gelişmiş birey konu hakkında bir başkasını suçlama girişiminde bulunabilir.


Unutulmamalıdır ki durum her ne olursa olsun, hatalar yapıldıkları yere aittir.