Sırtımdaki geçmişim, ağırlığıyla omuzlarıma çöktüğü vakit, ufak tepeleri aşıp toprağın kahverengiyle ilişkisini gözler önüne seren bir düzlüğe vardığımda, tam karşımda müstakil evlerden ve ağaçlardan oluşan ufak bir köy görünüyordu. Köye baktıkça içime derin ve anlamsız bir korku oturdu. O an köydeki bütün evlerin siyah olduğunu fark ettim. Bir renk insanın ruhuna bu kadar etki edebilir miydi? Ruhuma oturan ağırlıkla köye doğru yürümeye başladım. Yürüme sırasında ayak seslerime eşlik eden daha güçsüz bir ses kulağımı tırmalıyordu. Arkamı dönüp sesin geldiği yöne baktığımda beyaz renkte, tek ayağı sakat, zayıf, susuzluktan dili dışarıda kalmış bir köpek karşımda durmuş bana bakıyordu. Ağır adımlarla köpeğin yanına yaklaştım. Korkmuş olacak ki bana havlamaya başladı.

“Sakin ol, su vereceğim.” dedim.

Köpek beni duymamışçasına havlamaya devam etti. Korku saniyeler içinde var olup yıllarca gitmeyen inatçı bir duygu. Kim bilir bu tatlı köpek insanlık ile ne zaman tanıştı? Sırt çantamdan suyumu çıkardım ve ufak bir kabın içine dökerek köpeğe uzattım. Köpek bir an sustu ve önce suya sonra bana baktı. Ardından tekrar havlama başladı.

Kendi kendime “Sen bilirsin.” dedim ve köpeğe gülümseyerek kaptaki suyu içtim.

Tekrar yürümeye başladığımda beyaz köpek topallayarak bana eşlik ediyor ve durmadan havlıyordu. Bir süre köpeğe aldırmadan yürümeye devam ettim. Ne kadar köpeği duymamaya çalışsam da sesiyle ve inatçı tekrarlarıyla bütün bedenimi sarsıyordu. İlk başlarda saniyeler sonra havlamanın biteceğini hayal ettim ama hayallerim her zaman olduğu gibi, gerçekler karşısında yok olup gitti. Ufak tepeyi aştığımda tekrar ileriye baktım. Köy hala çok uzaktı ve köpeğin havlama sesi artık kafamın içinden geçiyordu.

“Sus artık, lütfen sus.” dedim.

Köpek söylediklerime hiçbir tepki vermemişti ve durmadan havlıyordu. Sinirli bir şekilde köpeğe baktım.

Sert bir ses tonunda “Sus artık!” diye bağırdım.

Bağırmam köpekte tepkiye yol açmıştı. Artık daha yüksek sesle havlıyordu. Köpeğin beni dinlemeyeceğini anladığımda yürümeye devam ettim. O saniyelik dilim içerisinde köpeğin beni takip etmeyeceğini umdum. Bir umut işte! Köpekse havlamasıyla birlikte benimle geliyordu.

“Git lütfen, gelme benimle. Git artık başkasına anlat derdini.”

O an köpeğin topal ayağını fark ettim. Kafamı kaldırıp siyahlara bürünmüş köye baktım, köy hala uzaktı ama köpeğin havlamasına bir saniye daha katlanmak istemiyordum. Derin bir nefes aldım, köpeğe son kez baktım. Kendimle yüzleşmek istemiyordum.

“Hoşça kal.” dedim.

Koşmaya başladım. Köpek de arkamdan koşarak havlamaya devam ediyordu ama bir süre sonra köpeğin sesi uzaklaşmaya başladı. Sesin uzaklaştığını fark ettiğim an daha hızlı koşmaya başladım ve köyün girişine geldiğimde artık köpeğin sesi yoktu. Hatta hiçbir ses yoktu. Köy uyuyor gibiydi. İçimi bir huzur kapladı.

Terimi beyaz kazağıma sildim ve siyaha bürünmüş köyün ara sokaklarından birine girdim. Sokağa sessizlik ve yokluk hakimdi. Dakikalar önce aradığım sessizlik artık beni korkutuyordu. Korkulu bir ruh hali içerisinde etrafı incelerken evinin penceresinden dışarıya bakan siyahlar içinde birkaç kadın gördüm. Kadınlar beni fark edince pencereleri kapatıp siyah perdelerini çektiler. O an kendimi günahkar bir kul gibi hissettim.

“Lanetli, lanetli…”

Kafamı arkaya çevirdiğimde saçı sakalı karışmış; siyah şalvarlı, üstünde eski, siyah, örme bir kazak giymiş orta yaşlarda bir erkek vardı.

“Bana mı söyledin?” diye sordum.

Bana ürkek gözlerle bakarak; “Evet, sen lanetlisin.” dedi.

“Nedenmiş o?” diye sordum.

Bana korkulu adımlarla yaklaştı. Adamın o anki yüz ifadesi ve hareketleri komik geldi. Hafifçe gülümsedim. Adam titreyen eliyle kıyafetlerime dokundu ve kazağımda parmak izini bırakmasıyla birlikte, çığlık atarak birkaç adım geriledi.

Titrek bir sesle “Siyah giymemişsin, üstün renkli. Sen lanetlisin. Lanetli.” dedi.

İstemsizce yüzüme bir gülümseme daha oturdu. Ben gülümseyince adam korkuyla birkaç adım daha geriledi.

“Siyah dediğin üç rengin karışımıdır. Aslına bakarsan sen de renkli giyinmişsin.” dedim.

Adam sözlerimi duyar duymaz üstündekilere baktı. Bağırarak “Lanetli, beni kandıramazsın… Beni kandıramazsın, lanetlisin sen.” dedi ve koşmaya başladı.

O an içimi saran korku gitmiş, yerine merak duygusu gelmişti. Deli kılıklı adamı takip etmeye başladım. Adam bağırarak evlerin arasından geçiyordu. Tek katlı siyah bir evin önünde oturan siyah giyimli bir adam da beni görünce panikle evine kaçtı. Adamın haline gülümsedim. O sırada tatlı bir ses beni durdurdu. İki evin arasında sarı saçlı, siyah önlüklü bir çocuk siyah misketlerle kendi kendine oyun oynuyordu. Çocuğu korkutmamak için sessizce yanına yaklaştım ve gözlerimle selam verdim. Çocuk, selamımı gülümsemeyle aldı.

“Giden adamı tanıyor musun?” diye sordum.

Çocuk misketlerden gözünü ayırmadan “Kasabanın delisi o, bir zamanlar senin gibi renkliydi o da.” dedi.

Yine istemsizce gülümsedim. Köydeki insanlar anlaşmış gibi aynı sözleri dile getiriyordu. 

“Bu köy neden bu kadar garip?” diye sordum. 

Bu sefer çocuk bana bakıp gülümsedi. Gülümsemesi beni ürkütmüş olsa da çocuğun gözlerinin içine baktım.

“Burası tek renk yasası ile yürütülüyor ve az önce meydanda renkli mahkemesi oldu. İnsanlar korkuyor.”

“ Tek renk yasası?”

“ Meydana git ne olduğunu öğrenirsin.” dedi.

Meydanda yaşanan olayı merak etmiştim. Arkamı dönüp gidecektim ki yerde bir köşeye atılmış siyah kaplı kitapları gördüm.

“Sen neden okulda değilsin çocuk?” diye sordum.

“Okulu sevmiyorum. Oradaki çocuklar saçlarım sarı diye benimle oynamıyorlar.” dedi.

İçime düşen hüznün sesimde yarattığı titremeyle “Saçların çok güzel çocuk, kendine iyi bak.” dedim.

Çocuk bana bakıp gülümsedi. Bu seferki sevgi dolu bir gülümsemeydi. Arkamı dönüp tekrar ara sokağa çıktım ve beni meydana çıkaracağını düşündüğüm yola doğru yürümeye başladım. Meydana yaklaştığımda insanların anlamsız sesleri kulağımı tırmalamaya başladı. Adımlarım yine hızlanmıştı ama bu sefer amacım kaçmak değil yakalamaktı. Meydana adımımı attığımda siyahlara bürünmüş kadın, erkek birçok insanın beyaz elbise içerisinde güzel yüzlü bir kadının asılı kalmış ölü bedenine baktığını fark ettim. Bu zamana kadar olan olaylar komik ve merak uyandırıcı gelse de bir kadını öldürmeleri ruhumu parçalamış ve içimi nefretle doldurmuştu. Acıyla haykırdım.

“Ne yapıyorsunuz lan çekilin, çekilin!” diye bağırdım ve asılı olan kadına doğru koştum.

İnsanlar beni fark edince panik içinde kaçmaya başladılar. O kaçışma sırasında bir adamla çarpıştım ve ikimiz de yere düştük. Adam yerde, ona dokunmamam için yalvarıyordu. Yakasına yapıştım, o an içimdeki bütün nefreti o adama kusmak istedim ama gözlerindeki siyah ile beyaz rengi görünce sakinleştim ve derin bir nefes aldım. O sırada adam ellerimin arasından kaçtı ve diğer insanlar gibi koşarak siyah evlerden birine girdi. Yerden kocaman bir taş alıp kadının asılı olduğu ipe vurmaya başladım. Evlere kaçan insanlar pencerelerinin perdelerini ara sıra aralayıp beni izliyorlardı.

“Hepiniz katilsiniz… Duydunuz mu beni? Hepiniz katilsiniz!” diye bağırdım.

O sırada ip koptu ve kadının bedeni kurumuş bir yaprak tanesi gibi yere düştü. Koşarak kadının yanına gittim. Boğazındaki ipi gevşeterek çıkardım. Üstünü başını temizledim. O duygu karmaşası içinde gözyaşlarımı tutamadım ve sinirden ağlamaya başladım. Kadın çok genç ve güzeldi. Ben de ne farkı olduğunu düşündüm. O an kadını kucaklayıp bu köyden götürmek istedim. Daha iyi bir toprağı hak ediyordu.

Mekanik ve tekdüze bir ses “Kafanı yerden kaldırma.” dedi.

Kafamı yerden kaldırdım ve sesin geldiği yere baktım. Siyah giyimli, sol göğsünde ve sol omzunda arma bulunan, maskeli, asker olduğunu düşündüğüm iki adam ve yanlarında köyün delisi duruyordu. Siyah giyimli adamlardan biri elindeki siyah kazak ve pantolonu bana fırlattı.

Aynı mekanik ve tekdüze ses “Giy bunları. Toprağımızı kirletiyorsun.” dedi.

Siyah, kazak ve pantolonu aldım. Kıyafetlerde, askerlerin üzerindeki armalardan vardı. Bu armayı ilk defa görüyordum. Armanın üstünde “Siyah bizimdir, biz de siyahın.” yazılıydı. Ellerim sinirden titremeye başladı.

“Bunları giymiyorum, sizin aptal düzeninizin içinde de var olmayacağım. Bu kadını alacağım ve buradan gideceğim.” dedim.

“Burada doğan, burada kalır.”

O mekanik sesi duymamış gibi yaparak kadını yerden kaldırmaya çalıştım. O sırada sırtıma bir darbe yedim ve yere yığıldım. İki asker copla bana saldırıyordu. Bense kollarımla kendimi korumaya çalışıyordum. Bir süre arbede devam etti ve son sözüm kulağımda çınladığı an gözlerim kapandı.

“Katiller”

 

Ağrılar içinde tekrar gözlerimi açtığımda gökyüzü masmaviydi ve dağ eteklerinin arasında yatıyordum. Köpeğin havlama sesi kulağımı tırmalıyordu. Kafamı çevirdiğimde tekrar o sakat köpeği gördüm ve kahkaha atmaya başladım. Ayağa kalkmaya çalıştığım sırada sol ayağımdan güç alamadığımı hissettim. Bütün vücudum acıyla doldu, kendimi tekrar yere bıraktım. Etrafıma tekrar baktığımda uzunca bir ağaç dalı gördüm. Ağaç dalına doğru süründüm ve ondan güç alarak ayağa kalktım. Beyaz köpekse etrafımda dolanıp havlamaya devam ediyordu. Sekerek ufak bir tepeye çıktım. Etrafımda hiç yerleşim alanı yoktu. Kafamı köpeğe çevirdim.

“Bulmamız gereken kayıp insanlar var.” dedim.

Köpek havlamaya devam ediyordu. İkimiz yan yana yürümeye başladık. Köpeğe baktım, bana bakıp havlıyordu. Ben de ona bakıp havlamaya başladım ve bir süre ikimizin de havlama sesi tepeden tepeye koşturdu.