Bilim kurgu filmlerinde alışkın olduğumuzun aksine ana karakterimizin temel çelişkisi dünyasıyla yaşadığı bir çatışmadan değil, kendisiyle ilgili çözümleyemediği çatışmalardan kaynaklanmaktadır. 

Filmde, Jonze’un dünyamızı tasviri daha iyiye gitmiş bir versiyonu olarak sunuluyor ama bunu romantize etmiş bir imajla gerçekleştiriyor. Bu güzelleşmiş dünyaya rağmen insanlarda yoğun bir yalnızlık hissi var. Yalnızlık hissini filmde kullanılan sığ alan derinlikleriyle daha çok hissediyoruz. Karakterin dünyaya uyum sağlamak için verdiği mücadeleyi sadece kelimelerle değil görüntülerle de görebiliyoruz. Theodore’un mutluluğunun yapay olduğu görsel bir dille önümüze sunuluyor. 

Örneğin filmde yönetmenin karakterimizi odaklayarak arka planı tamamen flu bıraktığı bir sahne vardır. Bu, karakteri aynı filmde olduğu gibi arka plandan yani toplumdan tamamen ayırır. Bu durumda bize karakterin dış dünyadan kendini izole ettiği duygusunu hissettirebilir ya da geniş bir çekim karakterin kalabalıklar içindeki yalnızlığını bize gösterebilir. 

Her şeyin sanal olduğu bir ortam insanların duygularını aktarmasını çok zor bir hale getiriyor. Çünkü hislerini insanlardan daha iyi anlayabilecek mekanik halihazırda bir sistem var. Bu iletişim kurmak için çaba harcamaktan çok daha kolay bir yol olabiliyor. 

Kontrolsüz teknoloji kullanımı, kendi yarattığı sanal alemle insanları toplumdan uzaklaştırıp yalnızlaştırabilir. Bu durumda iletişim bozukluğuna ve büyük burhanlara sebep olabilir. Günümüz dünyasında hızla değişen yeni dünya düzenine baktığımızda ‘Her’ filmini zamanın ötesinde bir film olarak yorumlayabiliriz. Belki de gelecekte yaşayabileceğimiz sorunlara bir ışık tutmaktadır.