O kadar tembel biriyim ki bazen olduğum yerde fiziksel görünümümü değiştirmem gerekiyor. Değiştirmeli miyim, değiştirmemeli miyim, şimdi yorulmak istemiyorum fakat elimde kolumda ağrıyor, değiştirsem iyi olacak. Uff, biraz daha bekleyebilirim, düşüncelerimi başka bir yerle uğraştırayım, o zaman yine yorulacağım, en iyisi var olan durumun üzerine düşünüp başka bir hal çaresine bakayım derken vücudumun tutulmaya ve olduğu yerden memnun olmayan sinyalleri biraz daha yormaya başlıyor. Bütün bunların içinde kayıp olup gitmiş oluyorum. İnsanlar soruyor, ne düşünüyorsun?

Gerçekten az önce yazdıklarımı düşündüğümü bilseler deli olduğumu mu düşünürlerdi, sinir yaparlar mı, alaya aldığımı mı düşünürlerdi, tam olarak nasıl bir etki bırakmış olurdum? Gülüp geçmeleri yerinde bir tepki olurdu gibi.


Tembellik çok yorucu bir şey. Artık tembel olmamam gerekiyor ve bu daha iyi olacak. Fakat bunu başarmak dünyanın en zor şeylerinden biri.

Bu durumu araştırmak istiyorum. Tembellik nedir, insanda neden var olur, her insanda var mıdır, Jedi beni çok mu etkiliyor, yaşam tarzımla alakalı bir şey mi? Kısacası tembelliği yaratan zamazingoyu merak ediyorum.

Araştırırken yorulur muyum acaba, bütün o siteleri açmam gerekiyor, sonra yazılan makaleleri okumam, tarihin en tembel insanlarını bitkilerini hayvanlarını bulmam gerekiyor. Şimdiden sanki biraz bir yorgunluk geldi gibi. Şöyle bir şey okumuştum, Steve Jobs çalışma arkadaşlarını tembel insanlardan seçiyormuş. Bu duruma şöyle açıklık getirmiş: "Tembel insanlar tembel olduklarından dolayı her şeyin en kısa, en rahat, en kullanışlı yolu o kadar mükemmel buluyorlar ki onlarla çalışmamak imkansız gibi bir şey (Buna yakın bir şeydi, ben anladığım şeyi anlatmaya çalıştım.). Iphone ondan dolayı bu kadar rahat kullanışlı ve estetik olsa gerek. Sonuç olarak Steve'in çalışanı değilim, kendimin çalışanıyım, sabah uyandığımda giydiğim eşofmanım, tişörtüm, aynaya bakmam, aynanın bana bakması... Galiba aynada sürekli bizi bekleyen bir ben var, sürekli orada, sanki onun hayattaki en büyük işi seninle yüzleşmek. Pardon, benimle yüzleşmek ve orada beklemek gibi. Ona doğru dönmediğinde hiç tınlamaz, seni izler, her şeyini görür, senin bazen senin bile göremediğin yerlerini... İnsanlar da öyle galiba, bazen bizim göremediğimiz yerleri görüyorlar. Bazen hareketler yaparsın, aynı şeyleri yapıp durur, oyalamaya çalışırsın, yine de atlatamazsın. İnsan kendi kendini atlatamıyor sanırsam. Neyse, çıkmak istiyorum şu aynadan, son bir görüntü ile kendimden gidiyorum der gibi. Sonra dolmuş hattı bağlanacak olan salondan geçip mutfağa gitmeye çabalıyorum. Kahve içmem gerek; suyu ısıtıcıya, kahveyi bardağa, suyu bardağa koyup karıştırmam gerekiyor.....

Yani sürekli kendime hizmet ediyorum, hiç bir ücret talep etmiyorum. Karşılıksız çalışma karşılıksız hizmet bu insanla kendi arasında bir şey. İnsan sadece kendine karşılıksız gibi mi? Bütün bunları anlatırken ne kadar yorulduğumu tahmin edebilirsiniz çünkü yaklaşık bir iki dakikadır tembelliğimi anlatmaya çalışıyorum.

Size yaşamış olduğum bir anımı anlatmak isterim, daha doğrusu anın şoka şoktan travmaya nasıl döndüğünü.

Yine bir sabah ilginç bir şekilde uyandım her sabah yaptığım gibi. Annemin yüksek kilolarından dolayı odamın dörtte ikisini kapladığını gördüm. Annemin kurduğu cümleler ağırlığı gibi ağır, hüzünlü ve dinleyince güçlü bir ses tonu vardır.(Yaptırımcı) Hayatımla ilgili kurmuş olduğu cümleler o kadar yoğun ki içimde (deniz mavisi gözleriyle) eylemsi kurduğu bir cümleyi yapmamak imkansıza yakın ve cümleye direnmenizi gerektiriyor. Siz hiç yüz elli sekiz kiloluk cümle duydunuz mu? Tamam, kiloyu biraz abartmış olabilirim, siz yüz ve yüz elli sekiz arası bir şey düşünebilirsiniz fakat psikolojik olarak yaptığı baskıyı aynı hissetmeyeceğiz. Bilimsel olarak bir yerlerde bulaşabiliriz. Ve cümle geliyor (Burada eleştirmek istediğim televizyoncular vardı, konudan çok kopmak istemiyorum.):

Anne: Deniz çoraplarını yerden al, makineye at.

Eylemi gerçekleştirmeden önce kesinlikle düşünmem gerekiyor. Önce yataktan çıkacağım, çorapları yerden kaldıracağım, kumaşı tenimde hissedeceğim, uyanır uyanmaz birkaç renk göreceğim ve var olan içselliğime ekleyeceğim. Ölçmedim tabii de iki üç metre yürüyeceğim, eskiden beri zaman makinesi olup olmadığı konusunda çelişkiye düştüğüm (Bazen öle hızlı dönüyor ki eşyaları başka bir zamana ulaştırmaya çalışıyor gibi bir çabanın içinde olduğunu düşünüyorum.) makinenin kapısını açacağım, bir de merceklerini o kadar kalın yapmışlar ki sanki bizi içeriden en küçük ayrıntılarımıza kadar inceleyen tek gözlü bir zaman makinesi. Aslında biraz daha zorlarsam korku filmlerinde kullanılacak bir iki cümle daha bulabilirim. Bu arada hala yataktayım, gittiniz değil mi zamanın ilerisine? Yani kendi zamanımın...

Bu gittikçe büyüyen koskocaman büyük sorunla nasıl baş edecektim? Nefesimi içe doğru veriyordum artık. Annem neden sürekli başıma çorap örüyor, bere örmesi gerekmez mi, manipüle bir espri yapasım geldi.

Çorapları yerden al ve makineye at. Vücudum da geziyor, kendi kendine takılıyor, sanki toprak parçası ister gibi... Elimde mi şu anda, yoksa gözümde mi, parmak uçlarımda mı yetişemiyorum, ideolojik sorunları var cümlenin. Annem nerede acaba? Ağırlığı evin içinde gezerken gıcırtılardan nerede olduğunu tahmin edebiliyordum. Şu anda hiç gıcırtı yok bende, bayağı bir uzakta olsa gerek, neden beni cümlenin karanlığına hapsetti?

Evet, bu düşüncelerle yaşamış olduğum şoku ve travmayı atlatabilmek için, çorabı kendimden silmek için iki saat daha fazla uyuyarak durumu çözmeye çalışmıştım.

Beynim fizikselliğime uymuyor, sürekli tembellikle karşı karşıyayım. Umarım her şey çözülür. Çözülmeyeceğini bildiğimiz halde yine de çözüleceğine inanıyoruz. İnsanın inanmaktaki en büyük gücü teselli galiba.

Beni teselli et tembelliğim

Gezdir yıldızların üstünde

Bulutlara arkadaş et, yağdır çorak arazilere, bahar olayım, beni bir şey yap artık, ne olur bir şey yap.


Not: Okuduğunuz hikaye gerçek ve kurgu arasındadır.