Sessizlik olabildiğine ve alabildiğine kalabalık, gözler her zaman olduğu gibi senin üstündeydi; perde ikinci kez aralanmış ve sahne senindi. Yolları ayrılan iki insanın kavuşmasıyla başlıyordu oyun ve sen Themis gibi parlıyordun o sahnede, adalet hiçbir zaman doğru temsil edilmediği gibi o rol de belki sana verilmemeliydi. Adaleti sağlayan rol senin değildi çünkü vicdanlı olmak adaleti sağlamıyordu, bu oyunda doğruları söyleyen sendin ve "Adalet doğru temsil edilmediği gibi ona yanlış sözcükler söylettiriliyor." der Nietzche, umarım doğru rolü sergilememen kadar söylediğin sözler de yanlıştır. Eğer Nietzche yanılıyorsa, ki hayatına baktığımızda vicdan konusunda yanıldığını fark ettiği an ve sonrası bambaşkadır, ısrarla savunduğu düşünceler yerle bir olduğunda o zaman kendi düşünceleri tarafından ihanete uğramıştır. Senin cümlelerin altında ezilerek can vereceğim ve bu soyut düşüncelerinin yol açtığı ilk somut kayıp olacak, sen ise ihaneti tadacaksın.

Ait ol veya olma, bir yerlerde bulunuyordun, hayatının çok yolunda gittiği söylenemezdi, mutlaka yalnız değildin fakat tek başınalıktan kaçıyordun. Kendini yanındayken en özün gibi hissettiğin kişi ve paylaştığın anılar henüz sana ihanet etmemişti. Sadece tek başınalıktan kaçmıyordun, vicdanın sana olmak istemediğin yerlere katlanmanı ve hayatından çıkarmak istediklerini tutmanı öğütlüyordu. Bunca zorlamalar sonucu sevdiklerini kendinden uzaklaştırmak bir meziyetse eğer, bunu da yeteneklerin arasına ekleyebilirdin sonrasında.

Zamanı bir vida gibi esnetirsin, gevşetirsin, farkında olmadan yavaşlatır, hızlandırırsın sevdiğinin yanında. Böyledir ya, zaman nasıl geçti, bilemezsin. Bitmesin istersin ama çabuk bitti gibi gelir, henüz bir şey paylaşmadığını düşünürsün ama kendini açmış, aşmış haldesindir. Artık en savunmasız halinde, sanki soluğun kesilse hayat ondan yol bulup akmaya devam edecektir. Sen ölsen dahi bunu hissedeceksindir. Tam olarak bundan bahsediyorum, aşktan. Yüceltilen, yücelten, yerle yeksan eden, eksilten, nefesini durdurup nefes veren, var eden, yok eden, batıran, bitiren, sonra en olmadık anda yeniden başlatan... Kaçmaktan yorulduğum, teslim olduğum o gerçek; yazarken bile nefesimi kesen, beni yekten bitirip hepten başlatan, cümleleri vaktinde boğazımda düğümleyip vakitsiz bitiren, virgülüm olan ama hiç nokta koyamadığım işte öyle yoğun, yüzleşemediğim ve aklıma uyduramadığım, aklımı benden uzaklaştıran o zavallı duygum. Aşk, doğru temsil edilmediği gibi insana yanlış şeyler yaptırıyor. Bu durumda aşık rolü de belki bana verilmemeliydi.

Bir oyuncu olmak nasıldır? Başka birini canlandırmak, “o” olmak. Onu yansıtmak ve kendi kimliğini bırakıp başka birinin kimliğini üstüne giymek, başkası olmak... Sahnede alkışları üzerine topladığın durum, gerçek hayatta ayağına çelme takabilir. Bir başkasını alkışlıyorken kendin sahneye çıktığında memnun olmazsan eğer, temmuz sıcağında üşürsün.

Yalnızlığınla barışık olursan bir başkası ile sahneyi paylaşmak keyiflidir. Eğer değilsen hayatından rol çalındığını düşünür ve karşındakini bir kan emici gibi tüketmeye başlarsın. Bu elbette sağlıklı değildir. Senin bu bilgeliğine rağmen karşındaki insan körlük yaşıyorsa yani sen temmuz sıcağında üşüyorsan yalnız hissedersin. Bazen insan ne çok ister muhatabının yerinde olmayı. Başkası olmak kendin olmaktan daha kolay gelir düşüncede. Hatta çoğunluğun onaylamadığı fakat gerçeğin olan başka bir kimliğe hayat vermeyi ne çok ister insan.

Bu oyunda sahne senin hayatındı; bense bazen yan rol, bazı zamanlar sadece dekordum. Aniden ışıklar karardığında bir anda ortadan kaldırılan, lazım olan sahnede tekrar yerini alan... Oyunun bir bölümünde yangın canlandırılıyordu, gökyüzü tamamen siyah bulutlarla kaplandı, gece gündüz ayrımı yoktu, ormanlar yanıyordu, hava sıcak, üzerimize küller yağıyordu, bense sahne arkası kadar karışıktım. Kendimi bazen siyah bir bulut, bazen üstüne ateş düşen o deniz gibi hissediyordum. Fakat senin yanındaki biri gibi hissetmiyordum. Yangında yanan ağaçlara, hayvanlara üzülüyor ne yapabiliriz diye düşünüyorduk, galiba en gerçek halimiz buydu. Esasında rolüm yoktu, sen Themis gibi parlarken bana herhangi bir nesne olmak düşüyordu, sahne sürsün diye arka planda çaba gösteriyordum. Bir rolüm olsaydı bile bu oyun hiç perde açmadı. Sen ve ben oynadık, biz izledik, sonunda alkış almadık, öyle ya, sonuna kadar biz dahi izlemedik. Ya oyun bitmedi ya da seyirci kaldık, büründüğüm karakterle özdeşleşemedim kendimce, rolün hakkını veremedim. Sahneye çıktığımda bütün ışıklar beni gösterdi belki, yine de gölgemin arkasına sığınmaya çalıştım. Gölgem benden büyük olsa sevinirdim görülmediğime. Sonuçta arkasına saklandığım gölgem bir zamanlar beni gizleyebilecek kadar büyüktü. Yenmek için savaşlar verdiğim gölgem aniden karşıma dikilse belki suç işlemiş çocuk gibi arkasına sığınıp oradan bakardım seyircime. Yüzleşemedikçe güçlenir o dev gölge, sahne ışıkları söner ve oyun biter, perde kapanırdı. Sonuçta aşk benim neyime? Fakat ne ben gizlenebildim ne de sen. Neyse ki kimsenin ilgisini çekmemişti ve henüz seyircimiz yoktu. Aylardan Temmuzdu. Çok soğuktu, senin nefesinde ısınmıştım donarak ölmeyi yeğlerken. Kimse fark etmedi benim ölmek üzere olduğumu. Temmuzun sıcağı vurdu üzerimize ve bulutların gölgesi yanık ağaçların külleri düştü üzerimize.

Sevmeyi bilmeyen insan sevgiyle karşılaşınca ne yapacağını bilemiyor, biz de onu alıp bir güzel ayaklarımız altında ezdik. Fazla doldurduğumuz bir valizi kapatır gibi çullandık üstüne, sadece kapansın istedik. Bizi gittiğimiz yere kadar götürsün niyetinde. Taşıdığımız yük bizden ağırdı. Yüzleşecek halimiz de yoktu.

 

Sığındığım gölgem sevgime engel, korkuma sebepmiş sonradan anladım. Yani sevgiyi gösterme gücü korkularını yenmekten geçiyormuş. Bu durumda ben hiç galip gelme niyetinde olmadığım gibi kendimi anlatma gücüne de ulaşamamışım. Farkındalık kazandırma çalışmaları hala her konuda sürerken farkındalık kazandığında diğer tarafın eksikliği göz ardı ediliyor olabilir. Halbuki göz ardı edilmemeli. Birkaç kez bilinçsiz sevgisini gördüm, o da farkında değildi. Tekrar tekrar izlediğim Kubrick filmleri gibi bu durumu da sonradan anladım. Fakat sevgisinin farkında olmayan birinin farkındalıklı hayal kırıklığını gördüm gözlerinde, tam iki kez. Öyle bir baktı ki dünyanın bilinen bütün dillerinde küfür gibiydi, deprem olmuş, sağ çıkan yok veya herhangi bir afette ilk kayıp ben olsam rahatlayacakmış gibi bakan ümitsiz, öfke dolu o gözler. Baktığında beni bitiren hiç konuşmasına gerek kalmayan o gözler, günün birinde bana sevgiyle baktı ve dedi ki "Ailemden sevgiyi öğrenmedim ki hiç, ben sevmeyi nerden bileyim?"

Bazen bilmek gerekmez, sadece gölgenin arkasından çıkmak ve tanımlamak gerekir. Yenidir, bilinmezdir, zordur. En çok bilmediği şeyden korkar insan derler, öyle mi gerçekten? Bu doğruysa kendinden korkmak nasıl bir kendini bilmezliktir... Ancak kendinle yüzleştikçe deneyip öğrenirsin gerçeği. Denemek ancak cesareti zorlayan durumlarda karşımıza çıkabilir ve konforu bozabilir. Deneyerek yüzleşmek zor geldiğindeyse rol yapar rolün hakkını veremez ve durumu elimize yüzümüze bulaştırırız. Görmezden geldiklerimiz temmuzun ikisinde üşümek gibidir.

Sevmeyi seninle öğrendim, sevilmeye cevap aramadan... İnsan öğrenebilir, değişebilir ve gelişebilir. Her aklı başında insan doğru ve yanlışı ayırt edebilir. Uygulamaksa içinde duygular varken zorlaşır. Öğrendiğimizden ibaret olsak hiç değişemezdik, öyle değil mi? Bu düşünce kendime ait mi, bir başkasının mı, bunu dahi bilemezken bir diğerinden bu konuda eksikliğimi gidermesini beklemek çok bencilce olurdu. Bir başkası bilemezken kendiliğinden düşünüp üstüne bir başkasının eksikliğini tespit etmek muhtemelen kendi duygularımızı tanımak gibi zor.

 

 

 

Sevmek kolay, seni seviyorum demek zor, sevmek kolay, sevildiğini kabul etmekse çocukken sevilmediysen zor, sevilmek kendinden eminsen kolay, yoksa bir kâbusa dönüşebilir. Sevmek, sevilmek sonuç esasında; anlayış bize bunları getirir veya bizden fazlasıyla götürür. İzleyiciysek oyuncuyu severiz. Bazen yücelttiğimizden, oyuncuysak hata yapma korkusundan rolden çıkmamaya çalışırız ki hata yapmayalım niyetinde. Bazen oyuncular hata yapabilir her insan gibi fakat profesyonelce hatasını oyuna yedirir. İzleyici bunu anlamaz. Üzgünüm ki bu bir oyun değil, bunu bilenler de izleyici değil. Her biri katlanamadığımız duygularımız, gerçeklerimiz kadar hayatımıza dahil. Temmuzun ikisinde üşümek de hayatımıza dahil.