Ten İçin Sonnet


ben tenime yürürüm, tenim benim gereksiz

et parçası, atılmış, duruyor bir kenarda...

áh, aşklar vardır şimdi, amaçsız ve ereksiz

birlikte dolaşırlar; yırtıcı ve hovarda...

belleğim? bir kurttur o! dâima ipe sapa

gelmeyen bir şeyleri parçalıyor... kemirgen!

aşk uzakta uluyor, yalnızlık lapa lapa

yığılıyor kapıma... âh, kendini kürerken

kaybolan kar günleri!.. elimle yediririm

tenimi yeraltına... savaşlarda karartma

olduğunda örterler ya... ağır perdelerim

öyle kapalı işte... sımsıkı... bir kuşatma!

 

bir kurt nasıl kuşanırsa öyle kar günlerini;

aynalar kuşanıyor aynadaki tenini...

 


 

Hilmi Yavuz ve Edebiyat


Hilmi Yavuz'un şiirleriyle pek haşır neşir olmadığımdan bilgim de sınırlıydı. Bir araştırma neticesinde üzerine eğilmem şart oldu. Necatigilʼle benzerliğini fark ettiğimde merakım uyanmıştı. Zaten sonradan öğrendiğim kadarıyla Cumhuriyet dönemi Türk şiirinin bireyci şairlerinden olup izlekleriyle Yahya Kemal, Asaf Halet Çelebi, Behçet Necatigil, Ahmet Haşim ve divan şairlerinin etkisinde kalmış; ayrıca metinler arası gönderimlere, alışılmamış bağdaştırmalara sıkça yer veren bir şairimizdir. Bunu da yukarıdaki şiiri incelerken fark edeceksinizdir. Şiirlerinde tematik olarak zaman, ayna, yolculuk, gül, yaz, akşam kavramlarına sıkça rastlanır, örnek vermek istiyorum: Yol ve Zaman, Yolculuk ve Gül, Akşamın Yarısında vd. Diğer şiirlerine de bir göz atın derim, bu şiirindeki tada doyamayanlar için bir öneri.


Şiirlerinde kapalı, imgeli bir anlatım tercih etmiştir. Şiirde fonetik unsurlara önem vermiştir. Şiir için tıpkı müzikte olduğu gibi okuyanda haz uyandırmasını beklemiştir. Bu yüzden anlamdan ziyade estetikliğe ağırlık vermiştir. Bir yazısında da; anlamda ısrarcı olmanın şiiri dile dönüştürmek olacağını söyler. Şiirin muhtevasında Doğu’dan yararlanırken biçim olarak soneyi daha çok kullanmıştır. İnceleyeceğimiz şiiri de sone nazım şekliyle yazmıştır. Şimdi ciddi bir tavırla yorumlamalara geçelim derim. Tabii bu tahlillerde kendi fikirlerimden, analizlerimden çokça parça olsa da belirtmek isterim, yararlandığım başka kaynaklar da bulunuyordu.

 


 

Şiir Tahlili


Şiirin, ben tenime yürürüm, tenim benim gereksiz / et parçası, atılmış, duruyor bir kenarda, bu ilk dizelerinde öznenin; teninin üzerine yürümesi, tenini bayağı hatta lüzumsuz bir madde olarak görmesi, onunla bir mücadelesi olduğunu hissettiriyor. Öznenin teniyle olan savaşı maddesel anlamdan ötededir. Ten kavramını şair, nefis olarak ele almıştır. Onu kenara atılmış bir et parçası olarak nitelemesi değersizleştirme çabasını gösterir. Hatta özne, tenini kendinden ayrı tutma arzusunu eyleme geçirmektedir, bu da aslında bir çeşit arınmadır. Ruhu nefsani duygulardan, tutkulardan sıyrılma arzusu taşımaktadır. Bu noktada tasavvufa değinmek istiyorum. Mutasavvıflar nefisle mücadelelerini edebiyatlarına da yansıtmışlardır. Fakat Yavuz sadece dini-tasavvufi unsurlar kullanmıştır, içerik olarak bağımsızdır.


Diğer dizelerde, áh, aşklar vardır şimdi, amaçsız ve ereksiz / birlikte dolaşırlar; yırtıcı ve hovarda, dünyevi sevdaların bir hedeften yoksun olup başıboş oluşlarını dile getirmiştir. Bu nefsani durumlar gayesiz olduğu kadar vahşi de olabilirler.


belleğim? bir kurttur o! dâima ipe sapa / gelmeyen bir şeyleri parçalıyor... kemirgen dizelerine soruyla başlıyor. Özne, ruhundan bahsettikten sonra birileri ona aklını sorar. O da bunu somutlaştırarak kemirgen bir kurtçuğa benzetir. Akıl dışı, tutarsız, yersiz şeylerle ilgilenen zihnini, toplumda çoğunluğun iğrenerek baktığı bir kemirgene benzetip aşağılamıştır. Belki de nefisle mücadelesinde belleğinin yetersiz kalacağını, mücadelesinde kendisine eşlik edemeyeceğini düşünmüştür.


aşk uzakta uluyor, yalnızlık lapa lapa / yığılıyor kapıma dizelerinde ise yine bir benzetme söz konusudur. Aşkı kendinden uzakta uluyan bir kurda benzetmiştir. Aşk, temaya göre ele alırsak vahşi, yırtıcı nitelikleriyle kurdu çağrıştırmaktadır. Kış vaktinde lapa lapa kar yağarken insanlar evlerine sıkışır ve küçük yerleşkelerde kurt gibi yırtıcı hayvan sesleri duyulabilir. Böyle zamanlarda insanlar tedirgin olup bunu bir tehdit olarak görebilir. Özne, aşk ondan uzaklarda olsa da kendisi için böyle nitelendirir. Az önce bahsettiğimiz gibi, kış vakti insanlar evlerine kapanır ve bir sessizlik, yalnızlık çöker. Yalnızlık iri iri çokça yağan bir kar gibi kapısının önünü kaplamıştır. Aslında bir nevi varlık alanı, metalardan sıyrılmıştır. Bu, öznenin dış dünyaya kendini kapaması ya da teniyle maddi dünya arasına bir duvar örmesi anlamına da geliyor olabilir.


elimle yediririm / tenimi yeraltına... savaşlarda karartma / olduğunda örterler ya... ağır perdelerim /öyle kapalı işte... sımsıkı... bir kuşatma, bu dizelerde öznenin verdiği mücadele daha da yoğunlaşmıştır. Artık ruhun yer altındaki bir canavarla somutlaşan mücadelesi daha da belirginlik kazanmıştır. Savaşlarda düşman uçaklarından korunmak amacıyla ışıklar söndürülür, buna da karartma denilir. Burada aslında insanın dünyadayken hep bir savaşta olduğunu anlatmak istemiş olabilir. Ruhla tenin verdiği bu savaşta öznenin, kapalı, sımsıkı, ağır perdeler çekerek maddesel dünyayla, nefsani duygularla arasına engel koyduğunu belirtmiştir.


bir kurt nasıl kuşanırsa öyle kar günlerini / aynalar kuşanıyor aynadaki tenini, dizeleri şiirin son dizeleridir. Burada dilsel bir gönderge olduğunu söyleyebiliriz. Kış vaktinde karın aşırı yağdığı günlerde bir kurdun yerleşke için tedirgin edici, tehditkar bir unsur olduğunu söylemiştik. Aynı şekilde ayna-ten metaları için de bunu düşünebiliriz. Öncelikle ayna metaforunu açıklayalım. Ayna dışarıdan yansıyan bir ışık ve yansıtılacak olan bir nesne ile işlevini yerine getirir. Biraz daha açıklık getirmek gerekirse aynaya baktığımızda gördüğümüz bir yansımamız vardır; yani bir bakan/gözleyen bir de bakılan/gözlenen durumu söz konusudur. Öznenin, bu aynanın içinde olup arınmış dünyaya ulaşma çabasında olması muhtemeldir. Özne, şiirin bütününde ruhun tenden ayrılmasından, yani bir arınmadan söz ediyordu. Şimdi de aynanın, tıpkı vahşi kurdun bir yerleşkeyi kuşanması gibi, teni içine hapsederek sarıp sarmalamasından bahsediyor.


Ayna ifadesi şiirde dünya kavramının matrisi olarak kullanılmıştır. Riffaterre’nin matris kavramı, bir sözcük ya da tümce olabilir, metnin bütününde anlatılan fakat isminin bağlamda yer almadığı o yapının sadece bir açıklaması, dile gelişidir (Riffaterre'nin matrisi, Bergson'un zamanı Eco'nun niyeti, Greimas'ın izotopisi ve Lacan'ın imge-sembol-gerçeği. Bunlarla tanışmadan önce -ki henüz ben de tanışma evresindeyim- şiir okumuyormuşum diye düşündüm).


Şimdi anlatım biraz karışacak gibi ama somutlaştırarak düşünürsek aslında o kadar da karmaşık olmadığını görebiliriz. Özne, aynanın/dünyanın içinde nefis mücadelesi verirken ondan ayrışmanın, gerçek dünyadan gelecek olan bir ışıkla mümkün olduğunu söyler. Çünkü aynanın içinde ve dışında kalan özne ışık olmadan belirmeyecektir. Yaşadığımız bu dünyanın, sahici olan bir dünyanın yansıması olduğunu ve o dünyaya arınarak ulaşabileceğimizi söyler. Fikrimce, şiirin bu kısmında kendini gerçekleştirmekten bahsediyor. Bunlar aklıma Platon’un mağara alegorisiyle de benzeştirebileceğimizi de getirdi. Peki bu alegori neydi, ne anlatıyordu? Mağara içinde doğduklarından beri karanlıkta zincirlenmiş olarak yaşayıp, gerçeği gölgeler zanneden insanlardan biri bir gün zincirlerini kırar, mağaranın dışına çıkar ve gerçek dünyanın yansıyan ışığıyla mağaranın bir yanılgı olduğunu görür. Platon’a göre nesneler ve idealardan oluşan iki dünya vardır, bedensel olarak nesneler dünyasında olsa da ruhen bir zamanlar bulunduğu idealar dünyasından izler taşımaktadır. Bu felsefeye göre zincirlerini kıran birey; akıl sahibi, sorgulayan, gerçeğin peşine düşmüş bir filozoftur. Söz konusu şiirle bu yönden ayrılıyorlar. Yavuz, tasavvuf edebiyatından aldığı örneklerle belleğin yanıltıcı, karmaşık, sapmış olabileceğini dile getirip öznenin, kendini gerçekleştirme hususundaki yetersizliğini ortaya koymuştur. Şiirin sonuna doğru metafizik bir boyuta geçmiş olsak da aslında Maslow'un hiyerarşisine göre insanın kendini gerçekleştirmesi en büyük ihtiyaçlardandır. Şiirdeki bu insanın kendini gerçekleştirmek için başvurduğu yöntem; bu dünyadaki maddesel, nesnel olabilecek her şeyden kaçıp ona sahici gelen dünyaya konuşlanmaya çalışmasıdır.


Hilmi Yavuz bu şiirinde tasavvuftan yararlanarak ten/nefis mücadelesini işlemiştir. Şiirin bütününe bakıldığında noktalama ve yazım kurallarına önem verilmediğini görmekteyiz, ki bence en güzeli, edebiyat kaideleri biraz genişleterek kendini özgürce ifade edebilmek olmalı. Ayrıca yer yer eksiltili cümlelere, alışılmamış bağdaştırmalara yer vermiştir. Şiirde ses benzerliklerinden yararlanıp ahenk sağlamak istemiştir. Modern şiir anlayışıyla eskiyi karma yaparak orijinal söyleyişler ortaya koymuş, Cumhuriyet dönemi Türk şiirine katkı sunmuştur. Okuması, dinlemesi hoşluk veren düşündüren böyle yazınların olması ne yazık ki yeterli değil, bu yüzden sizlerle de bu yorumlarımı paylaşmak istedim. Ne kadar okuduğumuz değil ne okuduğumuz mühim olan, yansıyan güzel ise yansıtacağımız da öyledir. İnsanları, fikirleri, buluşları, acıyı, kaosu, gerçeği, kökünden tutup sarsarak daha iyi anlayabilmek için...