1998 yılında ilk albümünün yakaladığı başarıdan sonra Teoman üretimlerine tam gaz devam ederken, şair Ahmet Erhan’ın dizelerine rastlar. Üzerinde iki yıl çalışarak unutulmaz bir şarkı haline getireceği “Oğul”un dizeleridir bunlar. 


Teoman bu şarkısının hikâyesini şöyle anlatır.


“Yıllar önce Express dergisinde; Haydar Ergülen kimi zaman şiiri odak alan, kimi zaman da bir temayı şiirle bezeyen çok güzel yazılar yazardı. Onlardan birinde rastlamıştım ‘Oğul’ şiirine Ahmet Erhan’ın. Şiire vuruldum ve sonrasında 1996 senesinin kışını ‘Oğul’ ile geçirdim. Türlü çilelerle telefonunu buldum ve heyecanla aradım Ahmet Erhan’ı, bestelediğim şiirini kaydederken izin istemek için. ‘Senindir şiirim’ dedi ve bir şeycik istedi sadece:


‘Albümünde şarkı sözü değil şiir yaz ‘Oğul’ için, eğer adımı yazacaksan.’”



Ahmet Erhan Röportajı: (Radikal, Mayıs 2007)


"anne ben geldim, ağdaki balık
bardaktaki su kadar umarsızım
dizlerin duruyor mu başımı koyacak?
anne ben geldim, oğlun, hayırsızın...."


Röportaj Teoman'ın anlatımıyla başlıyor:


"Geçen 10 yıl boyunca hiç yüz yüze gelmedik, birkaç kez telefonla konuştuk.

Bu röportaj teklifi geldiğinde de, benim adımı söylemiş, konuşmak istediği kişi olarak... Ne güzel bir şey benim için!

Şiirlerinden çıkardığım ya da onunla ilgili bilmeden hayal ettiğim şeylerden sorular yaptım, ”annesini, babasını, incir ağaçlarını, galatasaray’ı ve arkadaş ölümlerini” sordum ona.

Bir de ”yaprakların birer namlu olup içlerinden çıkan kurşunlarla birkaç saniye içinde ölmüş olan insanları” ya da “düşen gövdenin elinden dışarı fırlamış kese kağıtlarından yere saçılmış portakalları, okunmaktan çıktığı gün eskimiş kıvrık bir gazetenin üstüne damlayan kanları.”


Ahmet Erhan; ben daha fazla aranıza girmeden, sizlerle..."


Ahmet Erhan:

“12 eylül şairi” dediler bana. Oysaki, o şiirlerin hepsi darbeden önce yazılmış şiirlerdi ve içeriden bir eleştiriydi. Sonuçta solcular da sevmedi beni, sağcılar da ama sevenler de sevdi. Açıkçası o kitaba bakınca ona uzakmışım gibi, şu an bana çok acemice geliyor ilk kitabım. 16-17 yaşında yazdım ben o şiirleri. Ama alçakgönüllülük de etmeyeyim, kuşağım o kitabın bir öncü olduğunu kabul eder, ki benim kuşağım en vefalı kuşaktır."


kuşağım, acılı kuşağım
acılarla sevinçleri böyle yoğun yaşamak
kimselere nasip olmadı.


"Zaten Haydar (Ergülen) veya sayamayacağım kadar şairle hiçbir zaman, hiçbir sorunum olmamıştır benim şiirsel anlamda. Ama şu anda “edebiyatçılar derneği” başkanı olan kişi o yıllarda neredeyse sadece küfür diyebileceğim şeyler yazdı kitabım hakkında. Halbuki evi gibi bir şeydir insanın yarattıkları, söyledikleri, yazdıkları... mahremiyetidir. Ayrıca, arabesk şair de derler bana, ben de övgü olarak alırım bunu. Müslüm’e de bayılırım, Orhan’a da..


ben bu şiiri yazar mıydım hiç, azıcık “drink” alsam
yetmiş altı yılında, bir haziran ayazında alkolden öldü babam
bayrağı kaptığım gibi meyhaneye koştum
o gün bu gündür camlarımda bir buğu


"Herkes beni 'anneci' sanır. Ben aslında 'babacı'yımdır. Aydın bir insandı, Türkiye İşçi Partisi, Aybar kanadından... Beni yetiştiren, beni edebiyata yönlendiren babam alkolden ölmeden önce içkiden nefret ederdim. 17 yaşındaydım ve onun ölümü her şeyi tersine çevirdi. Öldüğünde alkolik bayrağını aldığım gibi meyhaneye koştum. Şimdiki yaşım (49) o yıllarda o kadar büyük gelirdi ki bana. Ama şu an ölmeye niyetim yok. Babamın yaşı 51’i geçmeye çalışıyorum. 'Babamın öldüğü yaş'a az kaldı yani!"


yine de oğlum iyi bak, adama benzer baban
kirlenmemek için kendini alkolde saklar


"Gece lisesinde okudum, babamın ölümünden sonra gündüzleri aynı lisenin kantininde çalıştım. Gündüz çay ocağında çalışır, akşam da gider uyurdum derste. Bir gün solcular kapıyı tekmeyle açtılar, bir arkadaşımızı çağırdılar dışarı. Öğretmen pencerenin yanına kaçtı... Sağcıymış çocuk, çağırıyorlar dışarı, vuracaklar. Ben sınıf sorumlusuyum, önüne geçiyorum onun ve “hayır diyorum, benim sınıfımdan adam alamazsınız.” Ama sonrasında ona da, ”arkadaş okulu bırak” diyorum, ”her zaman ben olmayacağım ki yanında.”

...

"7 kere kurşunlandım ben, toplu ya da tek. İlginç tarafı; dördünü solcuların, üçünü sağcıların yapması. Halbuki hiçbir zaman eline silah değmemiş adamlardanım! Bir gün dereyatağında yürürken sağcılar çevirdiler beni, üzerimde parka, içinde de bir sürü bildiri. Hepimizin “Deniz Gezmiş” olduğumuz zamanlar! Benim sınıfta kurtardığım çocuk çıktı aralarından şansıma, “kimse dokunmasın ona“ dedi. Yoksa mahvolmuştum.

Severim Deniz Gezmiş’i, oğlum adını buldu onda."

...

"80’den sonra bol bol bunaldım, öğretmenlik yaptım... Korktum. Ve bu korku ortamı bitmedi. Şimdi yine kötü bir yere gidiyoruz. Bilmiyorum, hissediyorum. Ama ‘niye?’ desen bilemem."


üçüncü ayakta ‘rüzgarın kızı’ yine gelmeyecekti
ganyanım tökezlemiş ve hayatım buruşuk bir resim olarak hatırlanacaktı.


"...

At yarışı, biraz da beni yaşatan şeylerden biridir. Ben beş yaşındayken iki tane yarış atımız vardı. Babam demir–çelik işiyle uğraşırdı. Sonra ne olduysa battı, Adana’ya gittiğimiz sıralarda. Yoksullaştık, babamın içki olayı da o zaman başladı. Atları göreyim, onlarla ilgileneyim diye giderim hipodroma. At yarışı da oynarım cüzi miktarlarda, genellikle de kaybederim."


benim hiç silahım olmadı mayakovski gibi
tutup bir gece yarısı alnıma dayayacağım
ne de james dean gibi bir otomobilim var
önüme çıkan ilk kamyona vuracağım.


"Hiçbir zaman intiharı düşünmedim ben. Ama diyeceksin ki, insan yaşayarak da intihar eder. O konuda biraz hızlı koştum. Bundan sonra da frene bassam ne olacak ki? Şu andaki durum; uçurumdan atlamışsın, havadasın, düşmemişsin ama! Hayat tökezlemelerle geçti de, hala düşmedim, değmedim yere."


kalbim sen hala burada mısın?
şol bedende, gurbette mi , sılada mısın?
alkol , taşikardi, panik atak
maceran bir gün tıp dergilerini çalkalayacak.
kalbim, sen hala burada mısın?


"...

Panik atakla ilgili doktorumun tavsiyesi bana terapi oldu. Ben dedim ki, her gün terapi yapıyorum şiir yazarak. Yine de hastalığımı atlatabilmiş değilim. Beni tek başıma Taksim’e bırak, herhalde kalp krizinden ölürüm. Kapalı yerlere, kalabalığa, yükseğe gelemem. Yurtdışına gidemiyorum uçaklar yüzünden."


ipsiz ruhum, sarsak, serseri
otobanlarda sırtında heybesiyle
cafelerde tuborg bira ve patates cipsiyle
durdun bir yerde, çağını bekliyorsun.


"...

Son dizesi önemlidir bu şiirin. Sanki o dize için yazılmış gibi... Biraz Amerikanvari bulundu. Öyle düşünenler ya sonradan haksız çıkmış olmalılar ya da gerçekten her yer “Amerika” oldu. Eskiden yol kenarlarında şarap içerdi insanlar, artık otobanlar var; eskiden koltuk meyhaneleri vardı, şimdi barlar. Çağını bekliyorsun gelsin diye. Gelince de bir sürü belayla karşılaşıyorsun. Acısını çekiyorum, haklı çıkmanın acısını... “Alacakaranlık...”ta anlattıklarımın doğru çıkışını yaşadım, Sivas’ı yaşadım."


adana demirspor’da fatih terim’le aynı takımda
epeyce sıyrık meşin bir yuvarlağın peşinde
fatih galatasaray’a doğru deplase oldu, sense şiire
kesilmiş bir süt kadar buruk
yıllar kaldı arkada ve önde



"...

Futbol ilkgençliğimin en büyük tutkusuydu. Allah aşkına söyler misiniz, ne var yurtdışında şu son 15 yılda Türkiye’yi gerçekten sevindiren Galatasaray dışında? Bunu Galatasaray’lı olduğum için söylemiyorum. Fener şampiyon bu sene ve kutluyorum tabii ama yine de bence futbolu bu sene Galatasaray oynadı. Gerçekten! Göze hoş gelen oyunu Galatasaray oynadı. Yabancı takımlardan İnter’i severim. Adı güzel bir kere!

Başkanına “sandinistlere niye yardım ediyorsunuz?” diye sormuşlar, adam da, “N’apalım, adımız İnter“ demiş, “enternasyonal” yüzünden. Real Madrid’den nefret ederim, Franco kurmuştur bu takımı."


"...

Adanademirspor’da oynardım futbol, gençlerde. Arasıra A takımına da çıkardım. Adıyamanspor’la oynarken –gol kralıydım, takım da şampiyon!- Adıyaman’ın sağ beki kaval kemiğime girdi, kırıldı kemiğim. Benim de küsme huylarım vardır, sonuçta futbola küstüm ben. Hatta şu anda sanki şiirle de ona benzer bir mecra üzerinde gibiyim, hatta her kitapta şiiri bırakıyorum. Çünkü ortalıkta o kadar çok şiir, o kadar şair, o kadar çok soytarı var ki... O kadar çok dergi, o kadar çok dedikodu... O kadar çok!"


"...

Beni besleyen aslında, romanlardır. Rus Edebiyatı, özellikle de Dostoyevski... Ve Fransız Edebiyatı. Ortaokulda kitaplık kolunda, tüm kitaplardan sorumluyum. Bir gün babam, “oğlum benim gözlerim görmüyor, bana geceleri kitap okur musun?” dedi. Sayfalar dolusu, ciltlerce kitap okudum ona, Dostoyevskiler, klasikler, milli eğitim klasikleri-beyaz kitaplar-. Aslında derdi bana kitap okutmakmış. Sonraları onu küçücük puntolu bir gazete okurken yakaladım."


bu ülkenin genç insanları halklarına ölerek yaklaşmak istemiyorlar!



"...

Ama hep öyle oldu! O yıllarda 10.000 genç, sonralarıyla beraber 40.000 insan! Şehirlerden dağlara... Şu anda ülkenin durumunu çok daha karanlık görüyorum. Laiklik, milliyetçilik, bölücülük vs. gibi kalıplar üzerine düşünmeden hem de. Ama aslında benim kafam karışık bu konularda. Çevremin de karışık, görüyorum. Ve ben de azınlık psikolojisine sahibim, bir “Türk” olarak hem de. Babam bir gün bana, “bildiğin her şeyi unut –artık 16 yaşında bir çocuğun unutacağı ne varsa!-, ama 'cumhuriyet çocuğu' olduğunu unutma“ demişti. Vasiyeti olarak kabul ederim bunu. Ama laik kesimin de bir fanus içinde olduğunu, çıkması gerektiğini düşünüyorum. “Bir şairin hayatı tanımaması“ gibi bir şey onların da yaptığı. Ayrıca biraz elimizi vicdanımıza koyalım; iktidar partisinin her yaptığı da kötü değil ki. Ama son iktidar da her iktidarın yaptığı şeyi yaptı ve kadrolaştı. Devlet devletliğini bilmeli, kurumlarını dürüst çalıştırmalı, samimiyetle yerine oturtmalı.

...

Türkiye’de hiçbir kesim kendi içinde bir bütün değil. Belki tek bütün kesim Mhp ve onlar konuşmuyor dikkat edersen. Ama geliyorlar da! Milliyetçilik yükseliyor burada, oysa tam tersinin olması gerekirdi; yurtseverlik yükselmeliydi... İşçi sınıfı diye bir şey artık yok Türkiye’de. Eskiden sendikalizm açısından en azından var gibiydi. Yani DİSK; gerçekten DİSK’ti, devrimciydi, özellikle de Kemal Türkler döneminde... 80 öncesiyle şimdiyi karşılaştırınca; o zamanlar düşmanınızı biliyordunuz. Bu, çok önemlidir savaşta. Şu anda düşmanımı da bilmiyorum... dostumu da... Bir vatandaş olarak, diğer vatandaşlarla aynı şeyi düşünüyorum; “bir tehlike gelecek... ama nereden gelecek? Tehlike var! Çok var! Ve bunlar her şeye yansıyor; kapkaç olayları, maçlardaki rezaletler.... oyun oynamayı bile bilmiyoruz. Oyun olmayınca da, hiçbir şey olmaz bence hayatta..."


"20. yüzyılın sonbaharında TC’ye bir şeyler oluyor bildiğim bütün hastalık terimlerini sıralıyorum:
Menopoz, anksiyete, andropoz ve ABD"


""Sivas" olduğunda, bütün mahallemin çocuklarını kaybettim. Ve bütün İsmet Özel kitaplarını attım çöpe. Orada ölenler 37 kişiyse 30’unu tanıyordum. Sadece şairleri- romancıları değil ki, orada ölen 14 yaşındaki çocuğu da... Onunla da oturuyordum, çay içiyordum, aynı sokağın çocuklarıydık."


"...

İki yüzlü buluyorum dış politikamızı. Çeçenistan’ı destekledin Rusya’ya karşı, Yugoslavya darmaduman olurkense Bosna’yı ve bir başkaları da benzerini senin ülkene yapmaya çalışıyorlar. Çeçenistan’da eskiden faşist, şimdiyse ülkücü dediğimiz insanlar birtakım çalışmalar yapmıyorlar mı? Adriyatik’ten Çin Seddi'ne kadar rezil etmediler mi bizi? Bilgisayar teknolojisine çoktan geçmiş Azerbaycan’a 12.000 daktilo göndermeye kalkıp rezil olmadık mı? Adamlar dalga geçiyoruz zannetmişler. Elimizde bir Avrasya kartı varsa eğer, e be adam onu kullan! Rusya, İran, Azerbaycan, Türkiye, birlik olamaz mı? Milliyetçilik akımları yükseliyor, ki doğru ama ben de sinir oluyorum Amerika ile Avrupa’ya.karikatür krizi çıktığında da, insanların inançlarıyla fazla oynandığını, hakaret edildiğini düşünüyorum. İnsani yönden de, politik yönden de katılmıyorum olanlara. Her şeyin bir sınırı var, oyunu oynayalım ama güzel oynayalım... Temiz olsun. Daha ilk başta birbirimizin “kaval kemiği”ne girmeyelim. O kadar uzlaşma noktamız varken hem de. Sol birleşecekmiş! Birleşse ne olur! Ama mecburen oy vereceğim oraya doğru. Valla saplantılarım beni yönetiyor bu konuda. Normalde düşünsem vereceğimle, gerçekte vereceğim parti farklı birbirinden. Deminden beri “hakkaniyet”ten bahsediyoruz ama, oy verişim hak etmeyene doğru olacak.

Ne yazık, bazen kalbime altı tane ok batıyor."


“Bu şiir burda biter.”


“Şair Ahmet Erhan’la onun bir şiirini besteleyen Teoman konuştu.”


Radikal Gazetesi, 31/05/2007