Güneşli havalarda öğle ile ikindi arası terasta otururdu yaşlı adam. Terasın tam karşısındaki penceresinden görürdü onu. Sandalyede kıpırdamaksızın oturur, bakışlarını karşıya dikerdi.


Güneşten yararlanmak için oturduğunu düşünürdü. Akşamüstü gitmiş olurdu. Ne gelip oturduğuna ne de kalkıp gittiğine tanık olmuştu. Bir bakardı oturuyor, bir bakardı gitmiş.


Güneşli bir gün öğleye doğru kahvaltı ederken aklına takıldı bu durum. Pencere önünde oturacak, yaşlı adamın geldiği ânı yakalayacaktı. Kahvesini aldı, pencere önündeki koltuğa kuruldu, beklemeye başladı. Vakit geldi, adam gelmedi. 


İkindi ezanı okunduğunda endişelenmişti. “Belki de hastalandı.” dedi. Belki de gittiği yerde uzun kalmıştı. Kızı, oğlu veya torunu alıp götürmüş de olabilirdi. Her yaşlının çocukları ve torunları olduğu önyargısı da neyin nesiydi? Neden her yaşlının yanına torun yakıştırılıyordu? Bu önyargının kökeni neydi? Neyse ne! İnat etti, hava kararıncaya kadar bekledi ama sonuç değişmedi. 


Akşam ezanı okunurken mutfağa geçti, yemek yedi. Salona dönüp pencereden dışarıya baktığında terastaki lambanın karanlık içinde açtığı ışıklı kürede yaşlı adamın oturduğunu görünce şaşırıp ürperdi.  İlk kez akşam vakti oturuyordu.


Kararlı kararsız baktı kısa bir süre. İlk kez el salladı. Bir karşılık gelmedi. Yaşlı adam yine kıpırtısız, karşıya bakarak oturuyordu. İnatlaşma arzusuna boyun eğdi. Koltuğa oturdu. Adamın hareket ettiğini görmeden kalkmayacaktı. 


Akşam geceye karıştı. Adamda hiçbir hareketlenme olmamıştı. Onu gözlediği belli olmasın diye arada bir telefonuna göz atıyordu. Kaçamak bakışlarla adamı izlemeyi sürdürüyordu. 


İki apartman arasında 40-50 metrelik uzaklık vardı. Arada duvarlarla çevrili boş bir arsa bulunuyordu. Oturduğu dairenin pencereleri genişti, görüş alanı açıktı. Karşıdaki apartman daha eskiydi. Üstte önü teras olan çatı katı vardı. Terasta bir sandalye. Sandalyede yaşlı adam. 


Vakit geç olmuştu. Telefonun parlak ekranıyla karşıdaki soluk aydınlıkta oturan yaşlı adam arasındaki gidiş gelişler gözlerini yormuştu. Çok saçma bir inatlaşmaydı. Pencereyi açıp seslenmek, en azından bir “Merhaba!” demek bu gereksiz yere uzayan inadı bitirebilirdi. 


Bu dürtüyle yerinden kalkacakken saatin geç olduğunu fark etti. O saatte pencereden seslenmek komşuları rahatsız edebilirdi. Gece herkesin kutsalıydı. 


Birkaç kadeh şarap içmişti. Hiçbir gece hiçbir sebeple şarapsız geçirilemezdi. Gece sağaltırdı. Gündüzün yığınla uyarıcıyla saldırıp delik deşik ettiği insan ruhunu sadece gece onarırdı. Gündüzün yıktıklarından geriye kalan hafriyatı gece sessiz sedasız kaldırırdı. Gündüz aşındırırdı, gece arındırırdı. Gündüz alırdı, gece verirdi. Gündüz yüklerdi, gece yükseltirdi. Gündüz ağrıtırdı, gece varoluş sancısının azalıp dindiği zamandı. Ana kucağıydı. Gece ortadan kalkacak olsaydı insanlar tırnaklarını kafa derilerine batıra batıra çıldırırdı. Gece akıl sağlığının sigortasıydı. Biraz kırmızı şarap gecenin iyileştiriciliğine dem katardı. 


Gözkapakları ağırlaşmaya başladı. Kahve almak geçti aklından ama salondan ayrılırsa adamın çekip gideceği kuşkusu kapladı içini. Bu saçma oyun iyice sıkmıştı artık. Yaşlı bir adam niye hareketsizce otururdu ki böyle? Gecenin bu saatinde niye hâlâ terastaydı? Her zaman öğlen orada olurken niye bu kez akşam?


Döngüyü kendisinin değiştirdiğini anımsadı o ân. Öğle ile ikindi arası teras gözetlendiği için yaşlı adam gelmemiş, güneşlenme ritüelinin zamanı kaymıştı. Adam gözlendiğinin farkındaysa ona çaktırmamak için uğraşmanın da bir anlamı yoktu tabii ki.


“Neyle uğraşıyorum ben böyle ya, of!” dedi dışından. Çok sıkılmıştı ama bu saçmalıktan da bir türlü alamıyordu kendisini. O ve yaşlı adam, şövalyelik onuruna sonuna kadar sahip çıkan düelloculara dönüşmüşlerdi adeta. Çocukken oynanan o birbirinin gözlerinin içine içine bakma oyunu gibiydi olanlar. İlk kim ciddiyetini koruyamayarak buz gibi bakışlarından çözünüp kıkırdayacaktı? 


Gözkapakları birkaç kez kapanıp hızla açıldı. Neyse ki yaşlı adam o kısacık boşluğu fırsata çevirmemişti, hâlâ sandalyedeydi. Belki de yavaş kalacağı için harekete geçmemişti. Risk almayı sevmeyen bir garanticiydi belli ki. Gözetleyicisinin uykuya yenik düşmesini bekleyecekti. Emin olmadan kalkmayacaktı yerinden. “Çok beklersin!” dedi içinden. “Evet, bekliyor!” dedi dışından.


Kısa bir boşluk oldu yine. Gözkapakları hırsla açıldı. Adam ayakta duruyordu. Kısa bir boşluk daha. Gözkapakları hışımla açıldı. Adam balkon demirlerinin önündeydi. Kısa boşluk. Adam yoktu.


Oturduğu yerden hopladı. Yuvarlak sehpadaki şarap kadehi sallandı, koyu kırmızı derya çalkalandı. Gözlerini sertçe ovuşturup baktı. İnanamayarak bir kez daha ovuşturdu. Sandalye boştu. “Atladı mı yoksa?” diye çınladı korkusu. Yoksa düşmüş müydü? Düş müydü?


Görüş açısını kesen arsa duvarı yüzünden karşı apartmanın birinci katından aşağısını göremiyordu. Atlamışsa yerde yatan adamı o açıdan görmesi olanaksızdı.


Ne yapacağına karar veremedi. Polisi mi aramalıydı, ambulansı mı? Hangisi önce aranmalıydı böyle durumlarda? Sorduğu sorunun saçmalığından içi bulandı. Dengesi iyice bozulmuştu, sağlıklı düşünemiyordu. Ceketini kaptığı gibi dışarı fırladı.


Serin, sessiz, alacakaranlık sokaktan çıkıp diğer sokağa daldı. Hızla apartmana doğru ilerledi. Yaklaşınca korkusu boğazını sıkmaya başladı, adımları tereddüt içinde yavaşladı. Kalbi, kafesinde delicesine çırpınan bir kuştu. Kulaklarında davullar boğuk boğuk gümbürdüyordu. Yüzü ateş içindeydi, sırtı buz gibi. Alev alev yanıyor, soğuk soğuk terliyordu. 


İzlendiğinden kuşkulanıp önce arkasına, sonra da karanlık pencerelere baktı. Kimseyi göremedi. Olduğu yerde kaldı bir süre. Biraz soluklanınca küçük adımlarla ilerlemeye devam etti. Apartman kapısının biraz gerisinden başlayarak arka arkaya park halinde duran arabalar görüşünü kapatıyordu. 


Karşılaşacağı manzaranın korkunçluğunu canlandırdı gözünde. Kim bilir nasıl bir şey görecekti. İnsan, bedenin canlılığına ve bütünlüğüne alışıktı. Gerçekte alamayacağı şekle girmiş bir beden ya da kopmuş organ görmek sarsıcıdır bu yüzden. Korku filmlerinin vazgeçilmez malzemesidir eğri büğrü bedenler.  


Filmlerde maketini görmek bile insanı dehşete düşürürken şimdi canlısını, yani cansızını görmek nasıl bir travma yaratacaktı? Ömür boyu gözünün önünden gitmeyecekti kuşkusuz. Adamın yaşıyor olduğuna hiç ihtimal vermiyordu. O yükseklikten atlayıp sağ kalması olanaksızdı. Atlamış mıydı gerçekten? Atladığına ne çabuk ikna olmuştu. 


Geri geri birkaç adım attı. Durdu. Karasızdı. Olanları yok sayıp eve -sığınağına- dönmek, gecenin yumuşak karanlığını üzerine çekip uyumak istiyordu. Ne diye bulaşmıştı ki bu işe? Niye bir döngüye müdahale etmişti sanki? 


Sönmek üzere olan cesaretinin son iteklemesiyle öne atılıp apartman lambasının aydınlattığı yere baktı korkarak. Boş… Hiçbir şey yoktu. Kuşkuyla kan izi aradı, herhangi bir iz. Yoktu.


Kaldırıma oturdu yılgınlıkla. Kendisini aptalca bir duruma soktuğu için sinirliydi. Yatağının sıcak yumuşaklığında huzurlu bir uykuda olacakken hayalet avına çıkmıştı. Yüzü yine yanıyordu ama bu kez öfkedendi. Sigara yaktı. Derin derin birkaç nefes çekince biraz olsun sakinledi. En azından bir cesetle karşılaşmamıştı. 


Düş gördüğüne kanaat getirdi. Dayanamayıp uykuya yenik düşünce yaşlı adam da fırsatı kaçırmayıp terastan inmiş, oyunu kazanmıştı. Zaman kaymıştı, adam artık akşamları gelecekti. Adamcağızı güneşten mahrum etmişti. 


İkinci sigarayı yaktı. Arnavut taşlı yola baktı durdu bir süre. Taşların benzerliklerine, farklılıklarına daldı gitti. Küçük bir rüzgâr yüzünü yaladı. Bir gazete sayfası arabanın altından çıktı, sürünerek geldi, paçasına yapıştı. İstemsizce baktı. Gözleri, eğri büğrü sayfadaki bölük pörçük yazıları taradı hızla. 


…apartmanında ikamet… …emeklisi 70 yaşındaki… …çatı… …sakinleri… …hiçbir sorununun… …kendi halinde… …herkesçe sevilip say… …ifade… …şaşkın ve üz... ...soruşturma başlattı.


Gazete sayfasını düzleştirip haberi okudu, okudu, bir daha okudu. Anlamak için çabalayan beyni bataklıktan çıkmak için çırpınan bir hayvan gibiydi. Ön ayakları kurtulurken arka ayakları batıyor, diğerlerini zar zor çamurdan dışarı çıkarırken bu kez ön taraf tekrar batıyordu. 


Haberin köşesine kondurulan soluk fotoğraftaki yaşlı adam gözünü dikmiş ona bakıyordu, kıpırtısız, göz kırpmasız.