Belgesel sinema, öznelliği üretmek için yenilikçi yollar aramaya devam etmektedir.Bu makale, iki Amerikalı sinemacı - Joshua Oppenheimer ve Christine Cynn tarafından2012 yılında yapılan ve ölümcül kimliğini açıklamayan öldürülme eylemi etrafındaneo- liberalizm hakkında irdelemelerde bulunmaktadır. Bunun yanı sıra Endonezya’nın yönetimi ve belgeselin diğer parametrelere hangi taraflara da değindiğini işlemektedir. Endonezya'da, cezasızlıkla dolu bir bölgede yürütülen bir soruşturma sürecinin, uluslararası toplumdan önce, büyük ekonomik ve politik güçlerin düzenlediği ve Enver Congo gibi icracıların yürüttüğü bir soykırımın etkilerini bir süre sonra görmektedir. Bugüne kadar mevcut demokratik rejimle bağları olan gangsterler ve paramiliter gruplar olan Herman Koto gurubunun yapmış olduğu icraatlar değişik unsurlara bağlı olarak halk ve devlet tarafından tartışılmakta ve desteklenmektedir.Belgesel film, şiddet aygıtları ve şiddet eylemleri ile bunların kitle iletişim araçlarındaki temsilleri ve görüntüleri arasındaki sürekliliği ve bazen de film ve televizyon programları gibi sanatsal yapımlarda dikkat çekti. Sorulan sorulardan biri belgeselde kurbanların rolü ile ilgilidir, çünkü failler görsel olarak büyük bir güç verilirken bir fonun parçası gibi görünmektedir. Belgeselin bağlı olduğu belli bir biçemi bulunmamaktadır. Tek bir bağlamda incelemez. Joshua Oppenheimer on sene Endonezya’da kaldıktan ve bir sürü veri topladıktan sonra bu ürünü ortaya çıkarır.

Ana karaterimiz Anwar Congo,yönetmenin görüştüğü kırk birinci İnfazcıdır. Ondan önceki kırk kişi kameralar önünde konuşmayı reddetmiştir. Kendi ülkelerinde kahraman olarak görülseler bile bu cesarete sahip olamayıp yaptıkları ile yüzleşmeyi kabul etmemektedir. O güne kadar yaptıkları üzerinden hiç muhasebe yapmayan ve vicdanını sorgulamayan Anwar, filmin sonuna doğru pişmanlığını dile getirmektedir. Bunun yanı sıra yönetmenin tüm bu olan olayları sıradan bir olay gibi canlandırma yaparak göstermesi ve katledenlerin bunu meşru göstererek devlet ve toplum için yaptıklarını rahatça dile getirerek anlattırması eleştiri almıştır. Katili özendirme, katille özdeşleşme kurulması gibi eleştrilere de maruz kalmıştır. Ancak yönetmen belgeselin sonunda "Bir milyon kişinin ölümü karşısında, suç işleyenler hala güç sahibi iken, bir kişinin pişmanlığı başarı değildir". Diyerekbu eleştirileri haksız bulduğunu belirtmiştir. Film, Endonezyatelevizyonlarında reklamı yapılmış ve devlet tarafındandesteklenmiştir.


Öldürülenlerin yerine öldürenlerin gösterilmesi bir nevi ters psikolojidir. Onlara farkındalık yaratmak ve hangi psikolojik durumların etkisi ile yaptıklarını sorgulamaktadır. Katiller, personaları ile yaşamaktadırlar. Tabii ki bunu hepsi için söylemek doğru değildir. Katillerin kendilerini aldıkları güç desteği ile de maske arkasına sakladıkları görülür. Yaptıklarının toplum karşısında hoş görülmesini ve kendilerinin kimliklerini bu şekilde kurduklarını düşünürler. Saygı görmek istemektedirler. Diğer taraftan bu kabul görme arzusu kendilerinin vicdanını da rahatlatma durumu olarak yansır. Karakterlerin konuşmalarından bir süre sonra kendileri ile özdeşleştiği ve kendilerine yabancılaştığı görülür. Bu durum psikolojide Jung’un “şişme"(inflation) olarak belirtilmiştir.

İzleyici burada klinik gözlemci durumuna geçer. Anlatılanları sabırla izleyen ve sorunlarını ve yaptıklarını dile getiren katilleri filmin sonuna kadar gözlemler. Personaları ile yaşayan katilleri ana karakter olarak filmde temsil edenAnwar, gölge karakter konumuna geçer. Her şeyden sıyrılan, karizmatik görünmek isteyen ve bunu hak ettiğini düşünen kişi durumuna geçer. Filmin sonunda ise; kendisi ile verdiği mücadele ve yapılanları yüksek sesle anlatma neticesinde kusma olarak dışarı atar.Burada kişinin samimiyeti ve yaptıklarını kabullenmesini tam olarak izleyici algılayamaz. İnfazcıların,psikodrama denemeleri görülmektedir. Travmayla yüzleşme, kabullenme ve iyileşme süreçlerini görülür.Bu noktada gerçeğin anlatımını ve gerçekliğin aktarımını (Gerçeğin gerçekliğini) izleyici olarak sorgulama noktasında sorunlar yaşanmaktadır.

Yapılanlara Maslow’unihtiyaçlar hiyerarşisi, insan ihtiyaçlarının beş katmanlı modelini içeren bir güdüler teorisi bağlamında bakılacak olursa neden-sonuç ilişkisi kurulabilir. Maslow (1943, 1954) insanların belirli ihtiyaçları elde etmek üzerine güdülenmiş olduğunu ve bu ihtiyaçlardan bazılarının diğerlerine göre önceliğinin bulunduğunu belirtmiştir. En temel ihtiyacımız, fiziksel olarak sağ kalmaya yöneliktir ve bu davranışlarımızı güdüleyen ilk etken olacaktır. Bu aşamanın gereksinimleri giderildiğinde bir üst aşamadaki ihtiyaç bizi güdüler ve süreç bu şekilde devam eder. 5 aşamalı bir piramide sahiptir. Kendini Gerçekleştirme, Esteem: Saygı, Love/belonging: Sevgi/Aidiyet, Safety: Güvenlik, Physiological: Fizyolojik ihtiyaçlar.

Biyolojik ve Fizyolojik İhtiyaçlar: Hava, yemek, su, barınma, sıcaklık, seks, uyku.

Güvenlik İhtiyaçları: Doğa olaylarından korunma, emniyet, düzen, hukuk, istikrar, korkusuzluk.

Sevgi ve Ait Olma İhtiyaçları: Arkadaşlık, samimiyet, güven ve kabul, sevgi ve ilgi alışverişi. Bağlanma, bir gruba ait olma (aile, arkadaş, iş).

Saygı İhtiyacı: Maslow bunu iki kategoriye ayırmıştır: (1) kendine olan saygı (itibar, başarı, ustalık, bağımsızlık) ve (2) başkaları tarafından saygı görme arzusu (örneğin, mevki, prestij).Maslow saygı görme ihtiyacının en çok çocuklar ve ergenler için önemli olduğunu ve gerçeköz saygı ile itibarın önünü açtığını vurgulamıştır.

Kendini Gerçekleştirme İhtiyacı: Kişisel potansiyelini fark etmek, kişisel tatmin, kişisel gelişim için çabalamak ve dorukta yaşantılar. “Bir insanın olabileceği her şey olma arzusu” (Maslow, 1987, s. 64)

Bu Hiyerarşik yapılanmadan yola çıkarak İnfazcıların ve buna göz yuman- kabullenen- insanların nedenlerine bakış atılabilir. İnfazcıların yaptıklarına fizyolojik ihtiyaçlar çerçevesinden bakılacak olursa, beliren komünizm tehlikesi ve ekonomik anlamda sıkıntıya düşmelerini engellemek veyahut önüne geçmek için bu işe girdikleri söylenebilir. Devletini ,düzenini korumak amaçlı ( ki temelinde bunun için yaptıklarından bahsederler) eylemlerde bulunurlar. Saygı görmek istemeleri, ailelerinde ve toplumda bir konuma ait olma istekleri eylemleri yapmalarında diğer bir neden olarak sunulabilir. Kendilerine saygı duyma ve itibarlı bir konuma erişme akabinde prestijli bir hayat sürme noktasından da yaptıklarının nedenleri arasında yer alabilir. Filmdeki konuşmalarından ve bahsettikleri nedenler bu piramdin basamaklarına hemen hemen uymaktadır.Maslowcu yaklaşımın yanında ülke genelinde ve devler arası ilişki temelinde yaklaşılabilir.

Dış ülkelerin (Temelinde ABD bulunmak üzere) dönemin politikası gereği ve komünizm ile mücadele çatısı altında hem bu ülkeleri kullanmak hem de oralara kendi egemen yapısını götürmek için verdiğ destek görülür. Bu destek kimi zaman açıktan kimi zamanda ekonomik yollarla yapılır. Bunların yanında bir de kültür emperyalizmi devreye sokularak neo-liberal politikayla birlikte sömürge tamamlanır. Neo liberal politika ve oluşumunu açılacak olursa şu şekildedir.

1971 yılı Keynesyeniktisadın terk edildiği ve neo-liberalizme geçildiği dönemdir. Bu dönemde “Başka alternatif yok” (There Is No Alternative) TINA söylemleri eşliğinde bir ideolojik hegemonya yaratılmıştır. Chicago okulu bununu sistemli hale getirmiştir. Özellestirme, devletin küçülme politikası, serbest piyasa, serbest finans pazarı talep etmiştir.Alternatifsizlik ortamı yaratılmış ve bu görüşe göre Keynesyen iktisat denenmiştir ve çökmüştür. Sosyalizm denenmiştir ve çökmüştür ve sadece liberal iktisadın uygulanabilirliği söz konusu hale gelmiştir.

ABD’nin önderliğinde, dünyanın iktisadi güçleri ve belirleyicileri liberal ekonomi düzenlemelerine geçmiştir. Petrol fiyatlarının ani yükseltilmesi ile birlikte, ABD-Suudi Arabistan ikilisi, ABD bankalarını dolarla doldurmuştur. Daha sonra da bunların üçüncü dünya ya borç olarak satılması gündeme gelmiştir. Tüm dünya devletleri bu süreçten olumsuz etkilenmiştir. Üretim alanındaki yetersizliğinin farkında olan ABD’nin geçiş yaptırdığı liberal iktisat, bir rant ekonomisi olarak, tam da onun elinde olan birikim faktörleri ile rekabet etmesini sağlamıştır. Kumarhane ekonomisi yaratılmıştır.Kumarhane ekonomisi gerçek bir sermaye birikim mekanizmasından kopartılmış, para sermayeye dayalı spekülatif bir gelişmedir. Bu sistemde üretimin gerçekliği ve modernliği arka plana itilmiştir. Buradan hareketle diğer ülkelerin emek maliyeti avantajından yararlanarak pazara girmesini engellemeye çalışan öneriler getirmiştir. Aynı durum o dönemin ABD’si için de geçerlidir. Ülkeler arasındaki emek maliyeti farklarının avantaja dönüştürülmesi, kendi ulusal çıkarlarına uygun düşmediği durumda, ülkeler gümrüklerden yana tavır almışlardır. Sermaye birikimi tekelleşmeyi ve düşük ücretli çalışan sorununu ortaya çıkarmıştır. İktisadi güçler bu sorunu çözmek ve dünyaya açılarak daha fazla para harcamak yerine ham maddeleri yerinde düşün ücretli işçilere yaptırarak hem emek-sermaye çelişkisini hem de emek sömürgesini canlandırmışlardır. Endonezya da bu ülkelerden bir tanesidir. Neoliberalizm, liberal demokrasinin genelleştirilmesinin bir “çağdaşlaştırma” projesine dönüşmesi, beraberinde oryantalizmin hegamonyasına dönüşmesine yol açar.

Bu süreç içerisinde, devletlerin, toplumların yerel üretim, tedarik ağlarının tahrip hatta imha edilmesi, nüfusun yerinden edilmesi, göçe zorlanması, hatta bazı durumlarda imha edilmesi söz konusu olur. Bu aynı zamanda ideolojik bir tehdit unsuru görüldüğü anda da devreye sokulur. Ülkeye yardım ve destek sözü verilerek ülkelere giriş yapılarak bir nevi manda altına alma işlevi de görmektedir. ABD’nin Endonezya’ya yaptığı yardımlar ve destekler bu ekonomik ve siyasal süreçlerin sonucunda olmuştur. Neo liberal ekonomi ve sömürge anlayışının sonuçları olmuştur. Bunlar sırlanacak olursa:

1) IMF ve dünya bankası ülkelerin ekonomilerini denetler ve kredi verir duruma geçmiştir. Ve neo liberal politikaları uygulamaya başlamıştır. Yapısal uyum çerçevesinde ülkelere yardım göndererek bünyesine dahil etmiştir. Asya ülkerine yardımlar yaparak sömürge haline getirmiştir.

2) Gelir açıklığı tekrar gündeme gelir ve ABD tekrar egemen güç pozisyonuna geçer. (1960)

3) Dünya genelinde ekonomik krizler başlar ve bu krizlerin nedeni olarak liberal ekonomiye geçiş olmaması gösterilir.

4) Güney Kore,Malezya, Japonya neo liberal politikaları benimsemez ama algı yapılarak liberal ekonomi zafer kazandı çığlıkları atılır.

5) Neo liberalizm küreselleşme olarak yayılır ve uygulamayan yerler modernlikten geri kalma ve gelişmemiş ülkeler olarak lanse edilir.

6) 1990'larda liberal politika krize girince çeşitli yollar denenmiştir. Sivil toplum kuruluşları, thin tangler vasıtasıyla ve demokratikleşme gibi kavramlarla gelişmeye ve büyümeye devam etmiştir. (Endonezya’ya yapılan da budur)

7) Bush döneminde bu sistem teklemeye başlamasıyla birlikte sistem maske değiştirip neo-conservatizm (Ekonomik olarak liberal politikaları izleyen fakat kültürel bakımdan muhafazakar bir tutum içerisinde olunan durum denilebilmektedir)

Belgesel filmin içerisinde yukarıda bahsettiğimiz ekonomik ve buna bağlı olarak değişen parametreler gösterilmektedir. Mc Donalds dükkanları, halkın kendi kültüründen ayrı bir şekilde neo-conlaşması, Bush’un televizyonlarda gösterilmesi, İnfazcının kolundaki saat yeni sömürgeciliğin sembolü olarak okunur. Alış-veriş merkezlerinin olması, güzellik salonlarının gösterilmesi halkın müreffeh bir hayat sürüyor izlenimi verilmesi ve bundan memnun olmaları kültür emperyalizmin yanında ABD’nin Endonezya’ya uyguladığıneo- liberal politikasının başarısını! göstermektedir.

Küresel sermaye, bölgesel olarak aynı ülkenin insanlarına veya etnik siyasi dini pozisyonda yer alan kitlelerin arasına girerek kendi çıkarlarını bu yollarla empoze etmiştir.

Endonezya’da ABD'nin 1960'lı yıllarda Endonezya ordusunun ülkede gerçekleştirdiği komünist katliamlarından haberdar olduğu ve destek olduğu1964-68 dönemine ait ABD otuz dokuz adet büyükelçilik belgelerinin gizliliğinin kaldırılması sonucu ortaya çıkmıştır. Gizliliği kaldırılan belgeler ABD'nin önde gelen müslüman sivil toplum örgütlerinin de işbirliğiyle yapılan bu katliamların içinde olduğu anlaşılmıştır.