2017’den beri ilk kez yönetmen koltuğuna dönen Martin McDonagh, In Bruges filmiyle bir araya getirdiği ikili Colin Farrell ve Brendan Gleeson’ı, The Banshees of Inisherin filminde yeniden bir araya getirmesiyle yine büyük bir iş yaptığının ipucunu bizlere vermişti. In Bruges’tan sonra bu ikiliyi yeniden bir arada görmenin heyecanıyla başladım filme. Gerçekten izlenmeye değer, muazzam bir görsel şölen sunan, oyunculukları ve müzikleriyle bizleri derinden etkileyen sağlam bir yapım çıkmış ortaya. Bana göre In Bruges daha iyiydi tabi. Bakmayın böyle övdüğüme. Övgüm kadar yergim de var. Buyurunuz.


Künye


2022 yapımı The Banshees of Inisherin filminin oyuncuları arasında Colin Farrell, Brendan Gleeson, Barry Keoghan, Kerry Condon gibi önemli isimleri sayabiliriz. Filmin kalabalık bir oyuncu kadrosu yok. Başrollerin yanında, yan karakterler de kendilerine düşen işi büyük bir başarıyla icra ediyor. Filmin dünya prömiyerini Venedik Film Festivali’nde yaptığını da ekleyelim. Film, yakın zamanda açıklanan, Oscar Ödüllerinin habercisi konumundaki Altın Küre adaylıklarından 8 adaylık kazanarak öne çıkmayı başardı. Ayrıca sosyal medyada da sinema çevrelerinin en çok paylaştığı yapımlar arasında yer alırken, genel anlamda beğenilen bir yapım oldu.


Konusu


İrlanda’nın batısında bir adadaki iki yakın arkadaşın ilişkisini konu alan film, Pádraic ve Colm isimlerindeki bu iki arkadaştan birinin bu dostluğu artık devam ettirmek istememesi üzerinden gelişen olayları aktarıyor. 1923 İrlanda’sının anakarasında yıkıcı bir iç savaş yaşanırken, anakaraya uzak bir taşra adası olan Inisherin’da da iki eski dostun varoluş savaşı yaşanıyor. Birbirleriyle çatışmaya başlayan bu iki eski dost, bir yandan da kendi içsel varoluş savaşını sürdürüyor. Bu kadar savaşın üst üste gelmesi elbette ki yıkıcı olacaktır.


Genel Eleştiri


Başlangıçta 68 yaşındaki Colm, dostu Pádraic ile bağını koparmak istemektedir. Kendisi müzik ile ilgilenmekte, eski kemanıyla besteler yapmaktadır. Daha fazla beste yapmak ve huzura ermek için kendisine daha fazla zaman ayırmak amacıyla Pádraic ile olan büyük dostluğuna son vermek ister. Müthiş bir geç kalmışlık hissi yaşamaktadır. Bu hissi üzerinden atmak için büyük bir içsel mücadeleye başlar. Bu her şeyden uzak, dört bir yanı suyla çevrili, sessiz taşra kasabasında ne olmuştu da bu kadar yavaş akıp giden zaman bir anda hızlanmıştı? Zamanın bu kadar hızlı akıp gittiğini hissetmesi, aslında ölümün bir adım ötesinde olduğunun farkına varmasıyla ortaya çıkmıştı. Tamamlanamamışlığını telafi etmeye vakti kalmamış ve telaş içerisinde kafa dinlemeye çalışan bir Colm karakteri var karşımızda. Huzura ermenin ilk adımı olarak, o çok sevdiği eski dostuna rest çeker ve ‘artık ondan hoşlanmadığını’ söyler. Bu sözler klasik bir taşra delikanlısı olan Pádraic içinse bir yıkım sürecinin başlangıcı olacaktır.


Sinematografi açısından oldukça başarılı bir yönetmen olan Martin McDonagh, bu filminde de bizlere gerçekten muazzam bir görsel şölen sunuyor. Kullanılan renk paletleriyle, pastelimsi tonlarıyla, mekan seçimleriyle gerçekten etkileyici bir kamerası var yönetmenin. Sırf sinematografisi için bile izlenebilecek bir yapım olan The Banshees of Inisherin, bu sinematografi ile birleşen müzikleriyle de izleyicide derin bir etki bırakıyor. Yönetmen adeta kamera ile şiir yazmış. McDonagh, filmlerinde resim sanatına bolca başvuran bir yönetmen. Ancak ben resim sanatına çok fazla hakim olmadığımdan bu filmde resme gönderme yapan sahneleri fark edememiş olabilirim. Özellikle In Bruges filmi, sık sık resim sanatına başvurduğu bir yapımdı. The Banshees of Inisherin ile In Bruges kıyası yapacak olursam, In Bruges’ün çok daha iyi bir yapım olduğunu düşünüyorum.


Sinematografik başarına nazaran senaryo konusunda istenileni verememiş diye düşünüyorum. Özellikle ana karakterler çerçevesinde ilerleyen filmde, yan karakterlerin varlığı filmi sıkıcı olmaktan çıkarıyor. Ancak filmin geneline bakacak olursak, baştan sona kadar bir tekrara düşme söz konusu. Senaryo bağlamında ‘kısmen’ iyi bir iş ortaya çıkmış olsa da benzer olayların ardı ardına tekrar etmesi, aslında ortaya bir yavanlık çıkarıyor. Genel anlamda bir taşra sıkıntısını konu edindiğini, Colm karakterinin hızlı bir içsel dönüşüm yaşarken, Pádraic karakterinin yavaş bir dönüşüm yaşadığını, ikisinin de dönüşüm sürecinin sancılı olduğunu anlasak da; filmdeki diyalogların meseleyi çözmeye odaklanmaması da senaryodaki yavanlığa selam çakıyor. Sonuç itibariyle bu karakterler psikolojik bir dönüşüm yaşadığından, en azından diyalogların da tekrara düşmemesini ve aralarındaki meselenin diyaloglarla çözülmesini beklerdik. Bu açıdan ortaya bir eksiklik çıkmış oluyor. Tamamlayamıyoruz filmi kafamızda. Acaba her iki karakter de gerçekten dönüştü mü, ettikleri kavgalar sonuç verdi mi bunu bilemiyoruz. Film, bu açığı sinematografi ve oyunculuklarla kapatmaya çalışıyor.


Filmin anlattığı ‘taşra’ meselesine de değinmek istiyorum. Genel anlamda her coğrafyanın farklı bir taşra anlatısı olsa da, bu zorlu mekanın farklı coğrafyalarda benzerlikler de gösterebileceğini okuduğumuz kitaplardan, izlediğimiz filmlerden anlıyoruz. The Banshees of Inisherin filminde de taşrayı zamanın yavaş yavaş, ağır bir seyirde aktığı, ana akım şehirlerde olmayan kendine has kurallarının olduğu, kanunların yerini kanunsuzluğun aldığı, sorunların çözülmek yerine git gide büyüdüğü, bilginin önemini kaybettiği, kısır ve sorunlu insan ilişkilerinin büyük önem kazandığı, insanların bezelye taneleri gibi birbirine benzediği bir mekan olarak görüyoruz.


Genel anlamda her taşra hikayesi beni etkilemiştir. Burada da Inisherin adlı kurgu adasını, Platon’un mağara alegorisindeki mağaraya benzetmek mümkün. Bu mağaradan kendini kurtarmak için ilk adımı, mağara içerisinde kitaplarıyla kendisine bir ışık tutan Pádraic’in kız kardeşi Siobhán oluyor. Gelişen olaylardan sonra, çözülemeyen sorunlardan sonra bu saçmalıklara daha fazla katlanamıyor ve adadan ayrılmaya, şehre yerleşmeye karar veriyor. Sonrasında ikinci adımı Colm atsa da mağaradan çıkacak gücü kendinde bulamıyor. Çünkü ölümün kendi ensesinde olduğunu hissediyor. Pádraic karakterinin de tam olarak dönüşüp dönüşmediği anlamak biraz güç ama aydınlanma rüzgarı, bu taşra delikanlısını az da olsa etkiliyor diyebiliriz.


Filmde ayrıca Pádraic’in en sevdiği hayvanı, minyatür bir eşek vardır. Onu yanından ayırmaz. Boyu kısa olduğundan herkes ona minyatür eşek der. Aslında yönetmen, bu eşek üzerinden bizlere Pádraic karakterinin yapısını aktarmış oluyor. Eşek, genel olarak aptallık, inatçılık, namussuzluk ve sabır ile ilişkilendirilen bir hayvandır. Dünya folklorunda da bu böyledir. Pádraic karakteri de gerçekten film boyunca büyük bir inatçılık örneği sergilemiştir. Genel anlamda da kasabadaki insanlar tarafından aptal bir karakter olarak kabul görür. Ayrıca kız kardeşinin cinselliği konusu, üstü kapalı bir şekilde açıldığında sert bir tepki vermez. Kız kardeşinin istememesine rağmen genç bir erkeğin bir geceliğine de olsa evde kalmasına izin verir. Bu da namussuzluk olarak yorumlanabilir. Bunun yanında Colm karakteri, Pádraic’e tepki olarak parmaklarını keser. Bunun tam olarak ne anlama gelebileceğini bilmiyorum. Bu konuda okuyucularımızın yorumları olursa memnun olurum.


Filmin başlangıç sahnesinde Colm’un evinin buğulu camından kendisinin ve denizin yansımasını görünce aklıma direkt olarak Metin Erksan’ın Sevmek Zamanı filminin ve Nuri Bilge Ceylan’ın Ahlat Ağacı filminin başlangıç sahneleri geldi. Bu sahne, camda yansıması olan karakterin film boyunca dönüşüm, değişim yolculuğuna çıkacağının bir işaretidir. Yönetmen henüz filmin başında buna işaret eder. ‘Acaba Colm karakteri bu fanustan çıkıp, uçsuz bucaksız anlam denizine açılabilecek mi?’ sorusunu da bizlere sorduruyor yönetmen bu özel sahnede. Kapanış sahnesinde de uçsuz bucaksız denize bakan bu iki dost, tüm bu fiziksel ve içsel savaşların ardından duruluyor, sakinleşiyor. Birbirleriyle mücadele etmek yerine olanı kabullenir gibi bir halleri var. Bu sahnede deniz de durgundur. Karakterlerimizin tam ortasında da sadakatin simgesi olan köpek bulunuyor. Yönetmen burada durgun ve uçsuz bucaksız denizle, karakterlerimizin dönüşümünü bizlere göstermiş oluyor. O taşra hırçınlığı, yerini sessiz bir sakinliğe bırakmıştır. Köpek detayıyla da gerçek dostluğu vurgulamış oluyor. Bu dostluğun da bir şekilde devam edeceğini anlıyoruz.


Yine uzun uzun yazdım. Yazdıkça da yazasım geliyor ancak okuyucuyu sıkmak istemiyorum. The Banshees of Inisherin, genel anlamda insanı derinden etkileyecek özelliklere sahip olsa da ben 3/5 puan veriyorum. Ortalamanın üstü diyebiliriz. Yönetmenin sinematografinde üçüncü sıraya koyabileceğim bu yapım, yönetmenin diğer filmleri olan Three Billboards Outside Ebbing, Missouri ve In Bruges kadar olamaz ama izlenir. Tabi öncelikle bu iki filmi izledikten sonra izlemenizi tavsiye ederim. Hoşça bakın zatınıza…