Bu yıl ''En İyi Film'' kategorisi dahil, 6 dalda Oscar adaylığı bulunan The Father, ilerleyen alzheimer rahatsızlığıyla baş etmeye çalışan Anthony ve ona her türlü desteği vermek için çabalayan kızı Anne'i anlatıyor. Başrollerinde Anthony Hopkins, Olivia Colman, Mark Gatiss, Rufus Sewell gibi bilindik, usta oyuncuların yer aldığı bu filmi ilk duyduğum andan itibaren izlemek için gün sayıyordum. Anthony, biraz haylaz denebilecek, anlaşması zor bir karakterdir ve kızı Anne, ona sürekli olarak göz kulak olacak birini bulmak zorundadır. Filmi dümdüz izlersek eğer, göreceğimiz tek şey bu anlattıklarımdan ibaret. Ancak bundan daha fazlası yer alıyor filmde. Anthony, aslında alzheimera olduğu kadar, yaşlılığa, yalnızlığa, hayatındaki kayıplara alışmaya ve adapte olmaya çalışan bir karakterdir. Öyle ki zaman zaman yaşadığı gerçeklikten kopması; kızını, evini, anılarını artık hatırlayamadığında yüzünde oluşan korku ve şaşkınlık, akabinde yaşlı bir bunak(!) olmadığını kanıtlama çabası bize çok şey anlatıyor. Anne ise bambaşka bir boyutunu oluşturuyor bu hikayenin. Orta yaşlarda bekar bir kadın olan Anne, hem babasının hastalığına alışmaya çalışıyor hem onu güven içinde birine emanet etmek istiyor hem de özel hayatını dengede tutmaya çalışıyor. Bu hikayede asıl sorumluluk onun omuzlarında olduğu için Anne'in yaşadığı tüm bu fiziksel ve duygusal ağırlığı izleyicinin de hissetmemesi imkansız. Psikososyal gelişim dönemleri düşünüldüğünde hem Anthony'nin hem de Anne'in yaşıyor olduğu iç ve dış sorunlar ve bunlarla baş etme çabaları rahatlıkla görülebiliyor. Üzerine uzun uzun konuşulabilecek olsa da gönderimi burada sonlandırmam daha iyi olur gibi. :) Benim açımdan bakıldığında duygu yüklü bir hikayeyi ve muhteşem oyunculukları içinde barındıran enfes bir filmdi.