1900'lerin başında hastane prosedürlerinin günümüze kıyasla ne kadar ilkel olduğunu gösteren dizide, Knickerbocker Hastanesi'nin operatör doktoru John Thackery, yeni teknikler ve yeni tıbbi aletler keşfetmeye çalışmaktadır. İngiliz aktör Clive Owen'ın oynadığı bu rol, dizinin ana karakteri sayılabilir ancak 2 sezon ve sadece 20 bölümlük dizide neredeyse her karakterin konuya yardımcı apayrı bir yan hikayesi var.


Öncelikle dizide ırkçılık çok güzel işlenmiş. O yıllarda Avrupa'ya kıyasla Amerika'da, özellikle New York'ta siyahilere olan bakış açısı çok zavallıca. Knickerbocker Hastanesi'nin en önemli bağışçıları Robertsonların evinde yetişen ve Paris'te tıp eğitimi alan Doktor Edwards, siyahi olması nedeniyle Knick'e kabul edilmez. Özel ricalar sonucu en azından bir kere görüşmesi söylenen Thackery, başlarda isteksiz davransa da Doktor Edwards'ın hem Avrupa'dan getirdiği hem de kendi keşfettiği teknikleri duydukça merak eder ve onun hastaneye katılmasına izin verir. Tabii Edwards'ın bu durumu hastaneyi oldukça zora sokmaktadır, hastalarının hiçbiri ona tedavi olmayı istemez ve diğer doktorların tavrı da Edwards'a karşı pek farklı değildir. Doktor Chickering dışında. O gayet neşeli bir şekilde Edwards'ı kabullenir ve diğer doktorlardan ayrı tutmaz. Ancak Doktor Edwards'ın bazı sırları vardır. Kendisi gece saatlerinde hastanenin kazan dairesini bir muayenehaneye hatta gerektiğinde ameliyat bile yaptığı bir siyahi hastanesine dönüştürmüştü. O dönemde birçok siyahi kötü şartlarda ve az paraya çalıştırıldığından birçoğunun hastanelere erişim imkanı yoktu. Edwards uzun süre bu işi sürdürür ancak bir gün işler çığrından çıkar ve John Thackery bu gizli hastaneyi bulur. Dr. Edwards'ın tek sırrı bu değildir. Aynı zamanda birlikte büyüdüğü Robertsonların kızı Cornelia'ya aşıktır. Aşkları ilk zamanlar karşılıklıdır ancak Cornelia hamile kaldığında bebeği doğurmak istemez, Edwards ona Avrupa'ya gidebileceklerini, orada ırkçılığın Amerika'daki kadar büyük bir problem olmadığını söyler. Ancak Cornelia bunu kabul etmez ve bebeği aldırır.


Dizinin bir diğer yan konusu ise ana karakter John Thackery'nin uyuşturucu bağımlılığı. Bazı bölümlerde Çinliler tarafından işletilen afyon evlerinde sızmış kalmış bir şekilde izlediğimiz John'un durumu dizi ilerledikçe ciddileşir ve bu bağımlılığının önünü alamaz. O yıllarda hastanelerde anestezide kullanılan kokaini hastanenin eczanesinden gizlice çalar ve kendine enjekte eder. Durumun altından kalkamayan Thackery'i en sonunda hastane yönetimi bir psikoloji kliniğine yatırmakta hemfikir olurlar.


Kumar borcu ve türlü yolsuzluklar arasında karısını aldatmayı da ihmal etmeyen hastane müdürü Herman Barrow ise bana kalırsa dizideki en ilginç karakterlerden birisi. Bir şekilde yolunu buluyor ve her seferinde günü atlatmayı başarıyor.


Rahibe Harriet ve ambulans şoförü Thomas'ın ilişkisi de dizideki ilginç yan konulardan. İlk başlarda farklılıklar üzerinden ilerleyen bu ilişki zamanla birbirlerinden başka kimseleri olmadıklarını fark ettikleri bir aşk ilişkisine dönüşür. İkilinin birbiri üzerinden yaptıkları mizahi konuşmalar diziye ayrı bir renk katıyor. İkisinin de karanlık geçmişlerini bir kenara bırakıp birlikte bir hayat kurmaya çalışmaları gerçekten güzel, duygusal anlar yaşatıyor izleyiciye.


Dizinin en duygusal anı ise benim gözümde şu diyaloğun geçtiği sahnedir. Thackery çocuk yaşta ölen hastasının mezarını ziyaret etmektedir ve mezarcıyla arasında şu diyalog geçer:


Mezarcı: Güneş doğmadan burada olamazsınız.

Thackery: Çok kalmayacağım.

M: Akraban mıydı?

T: Hastamdı.

M: O süslü mezar taşını bir iki hafta önce diktiler. Çocuklar için genellikle bu kadar büyüğü olmaz.

T: Belki ileride hiçbir zaman olamayacağı kadın içindir.

M: İleride önemli bir kadın olacaktı herhalde, en az 50 dolar tutmuştur bu taş.

T: 65. (Der ve arkasını dönüp uzaklaşır.)