Az önce The Menu filmini izledim. Sanırım filmlerden sadece korku ve gerilim duygularım etkileniyor. Şu an yazarken yüzüm gülüyor ama filmi izlerkenki gerilimde ben de müşteriler gibi habersizdim ve içine daldım olayın. Hem fine dining kültürü hakkında 3-4 aydır ilgili ve bilgili olmam hem de bu film, muazzam bir tesadüf. Ben kendim gurme yemek videoları izleyip bu işi araştırırken bu filmin çıkıp kalan tek insani duygularıma dokunarak muazzam yazılmış bir yapıt olması, beni şu an muazzam tatmin ediyor. Mutlu, eğlenceli, komik filmler ya da olaylar sıkıcıymış gibi geliyor artık. Tamam güldük, komik; nerede özgün bir zeka kırıntısı? Kırıntı Hansel ve Gretel'deki gibi, zekanın bıraktığı özgün iz. Çok hoşuma gidiyor kaliteli işler. Gelecekte dünyanın en iyi şefi olmak istiyorum ama o şefin hayatını istiyor muyum? 100 tane Oscar kazanan bir yönetmen olmak istiyorum lakin hayatımın sette geçmesine hazır mıyım? Lanet olası bir yol bulsam inandığım o yolda ölene kadar giderim. O kadar çok yol var ki. Üstelik geç kalmış hissediyorum. Mesela artık F1 pilotu olamam çünkü 5 yaşında başlar o kariyer. Ya da dahi bir piyanist. Rakiplerim her daim genetik olarak veyahut 15-20 yıl fazla pratikle benden üstün olacaklar. Benim şu andaki gücüm ne ki onu sivrilteyim. 20 yıldır beni diğerlerinden üstün yapan özelliğim ne? Kendimi her şeye verdiğimde, iyi olan özelliğimdeki derinlik eksiliyor fakat o ne, bilmiyorum. Şu an sevmediğim bir şey ilerde yararlı olcaksa katlanırım ama geleceği önden göremem ki. Geleceği yaratır insan, isteyince her şeyi yaparsın. Bu klişelerin yavanlığından uzak bir özgünlük arıyorum kendimde. Film izlemeyi, kitap okumayı, tenisi, yüzmeyi, piyano çalmayı, fine dining'i, sevişmeyi, tiyatro oynamayı ve seyretmeyi, dünyayı gezmeyi, oyuncak oynamayı, etrafımdaki insanların mutlu olmasını severim. Bunların hiçbiri bana şu ana kadar bir şey kazandırmadı maddi veya manevi olarak.