Toplumsal Sözleşme Nasıl Ortaya Çıktı?


İnsanlığın varoluşundan bu yana toplumlar çeşitli olağanüstü durumlar görmüş, doğayı ve birbirlerini tanımak için anlaşma yolunda çeşitli çabalarda bulunmuşlardır. Bu çabalar kimi durumlarda kaotik bir uzlaşma ortamı yaratmış ve çözüm bulunamamış, bazı durumlarda ise tamamen sosyal uyuma yönelik bir uzlaşı ortamı sağlamış ve çözüm odaklı çalışarak bu sorunları çözüme ulaştırmıştır.

İnsan ırkı yaratılışı gereği zeki bir canlıdır. Bu zekayı bazen ilkel yaşamda avlanmak için, bazen üremek için ve ilk zamanlarda genellikle yaşayabilmek için çokça kullanmış ve kullanmak zorunda kalmıştır. 

İşte ilk paragrafta anlatmış olduğum sorunlara karşı takınılan tavır ve yöntemler de insan zekasının sınırlarıyla ve işleyişi ile doğrudan bağlantılı olduğu için insanlar çıkarları doğrultusunda işe yarayan yöntemleri, daha sonra da kullanmak üzere kalıcı yöntem haline getirmiş ve olası sorunları çözme aracı olarak kafasında oturtmuştur. Bu araçlar zamanla insanlar arasında belirleyici unsurlara dönüşmüş ve kalıcılığı toplumsal hale gelmiştir. 

İnsanın kendi varlığını sürdürme çabası, ilk devletin kurulmasından da önce kendini göstermiştir. (Fabre, 2018) Bu kendini gösterme çabası doğanın kendi kanunları üzerinden diğer insanlarla yaşayışı şekillendirmiştir. Fakat burada dikkat etmemiz ve üzerine durmamız gereken Hobbes’un da anlattığı gibi doğanın insanlar için kanunu yoktur ve bu doğanın kanunu insanlar için kanunsuzluktur. Bu savaş ortamı yaratır çünkü herkesin doğada eşit olduğu bir durumda mülkiyet gibi konularda herkesin söz hakkına ve benimsemeye başvurması, herhangi bir yeri veya bir şeyi kişiselleştirmesi, kendine almaya çalışması olası ve kaçınılmazdır. Böyle bir durumda (doğa durumu) bireylerin ayrıcalıklardan, kişisel mülkiyet hakkından, ahlak ve adalet anlayışından söz edilemez. ( Güleryüz, 2010)

İşte tüm bu durumlar doğanın kanunlu kanunsuzluğuyla birleştiğinde kuralsızlıklar bütünü haline geliyor ve kaos yaratıyordu. Ancak aynı zamanda mülkiyet hakkı, ahlak ve adalet zaruri bir ihtiyaç haline gelmişti. İşte Thomas Hobbes, John Locke ve Jean Jacques Rousseau’nun toplumsal sözleşme görüşleri hemen hemen hep bu görüşten yola çıkarak dile getirilmiş ve yazılmıştır. Ancak yöntem konusunda birbirinden oldukça farklı söylemlerde bulunan bu düşünürlerin amacı bu kaotik ve düzensiz toplum yaşamının da belirli kurallara bağlı olarak varlığını sürdürdüğünü anlatmak ve bu kuralların ne gibi yapılara dayandığını, ne gibi yollardan geçtiğini ve toplumsal bir düzen ve refah anlayışının ne gibi yollarla sağlanabileceğini göstermektir.


Toplumsal sözleşmeler kendi içinde oldukça karmaşık gibi görünse de aslında gündelik yaşamın ve düzenin tam içinde süregelen tüm zamanlarda var olduğu için karmaşıklığı yaşamla kalkan haline geliyor.

İnsanların yeme içme, barınma, üreme gibi temel ihtiyaçlarının varlığı aynı zamanda etik kuralların varlığı ve gerekliliğiyle birleştiğinde akademik yöntemlere çokça malzeme çıkarmıştır ve bu da aslında insan doğasının savaş, afet ve benzeri olağanüstü durumlarda ne gibi yollara başvurduğunu öğrenmek için bizleri araştırmalar yapmaya ve bolca öğrenmeye yönlendirmiştir.

Thomas Hobbes ve John Locke’un İngiliz düşünce yapısının farklı yöntemleriyle açıkladığı bu sözleşmeler ise günümüze kadar tartışırlığını fakat aynı zamanda bilimselliğini sürdürmüştür. (Hünler, 2003)



* * *



Thomas Hobbes’un Toplumsal Sözleşme Yaklaşımı


Thomas Hobbes’a göre doğanın kanunları, yani diğer bir deyişle devletler öncesinde bulunan doğa devleti; yaşamın ta kendisini oluşturan, yaşamın içinden bir olguydu. Ancak bu olgu karmaşık ve hoş olmayan bir durumda bulunuyordu.

İnsanların bulundukları ortamda yaşadıkları kaotik olaylar, onların korku duygularını ve bencilliklerini ortaya çıkarıyordu. Bu sebeple Thomas Hobbes’a göre doğa devletinde hayat fakir ve yalnız geçiyordu çünkü doğanın kanunları insanları bencilleştirdiği için onları aynı zamanda yalnızlaştırıyordu. 

Bu sebeple de insanların yaşamış olduğu kaotik olaylar, tüm bu anlaşmazlıkları tatlıya bağlayacak ortak bir güç olmadığı için savaş boyutuna bile taşınabiliyordu. Bu savaş ise tıpkı erkeğin erkeğe ve insanın insana karşı verdiği büyük bir savaştı. ( Hobbes, 2011)

Thomas Hobbes’a göre insanların temel ihtiyaçlarından doğan güvenlik, koruma ve korunma arzusu, onları bir doğal bir sözleşmeye uygun yaşamaya itmişti ve bunu başarmak için de tüm hak ve özgürlüklerini temsil etmeye mecburlardı. Çünkü bireylerin bu sözleşmeyi sağlayacak ortak otoriteye karşı hakları yoktu. 

Ancak Thomas Hobbes yine de bu durumun insanların rasyonelliğini ve kişisel çıkarlarını gözetmesi sebebiyle insanların bu sözleşmeye girmelerinin barışı, hayatı ve refahı koruyacağını düşünüyordu. ( Hobbes, 2014) Bu sebeple de Thomas Hobbes mutlak bir yönetimin, yani mutlakiyetçiliğin, doğru yönetim şekli olduğunu savunuyordu.

Thomas Hobbes savaş dönemini gördüğü ve devrime de tanıklık ettiği için insanın anarşik ve şiddete yatkın doğası ona oldukça korkutucu geliyordu ve fikirleri de bu altyapıda ve olaylarda şekillenmişti. Leviathan’da Thomas Hobbes şöyle diyordu: ‘’Herkesin herkesle savaşı toplumsallığı ve toplumsallığın sonuçlarını ortadan kaldırır. Herkesin herkese düşman olduğu bir savaş zamanı toplum da yoktur. Bunun dışındaki tüm zamanlarda barış vardır.’’

Thomas Hobbes’un Leviathan’ında bunun gibi savaşın ve savaş ortamının toplumsallığı yok edişinin üzerine birçok görüşü vardır. Bu da Thomas Hobbes’un yaşadığı dönemin ve savaş ortamının getirdiği gerginlikten ne denli etkilendiğini ve görüşlerinin nasıl şekillendiğini, niçin bir toplum sözleşmesine ihtiyaç duyulduğu üzerine dile getirdiği görüşlerini anlamamıza yardımcı olmaktadır.

Thomas Hobbes’a göre insanların barışçıl bir hükümette altında ve denetiminde yaşadıkları hayatın biçimiyle, iç savaşta, bir savaş durumunda yozlaşmak için kullandıkları korku faktörünün benzer hiçbir yanı ve ortak yönü olmadığı gibi, bu iki farklı durumun ortak bir gücü de yoktu. ( Leviathan, s.83)

Thomas Hobbes insan doğasının temeliyle ilişki olduğunu düşündüğünü söylediği bu durumun "insanın insanla savaşı" (Leviathan) durumunda bir kısır döngünün yaşanacağını düşünmüştür. Thomas Hobbes’a göre sürekli çatışmada ve savaş durumunda yaşamak, endüstrinin gelişmesi ve kültürel yapının insanla oluşması, toplumun gelişmesini imkânsız hale getirebilirdi. Çünkü bu durumlarda insan hayatı "yalnız, fakir, kötü ve kısa" olurdu. (Leviathan, s.82)

Thomas Hobbes’un toplumsal sözleşme teorisi de işte bu şartlar altında gelişimini tamamladı. Thomas Hobbes işin içine nesnelliğini, objektifliğini ve bilimselliğini oldukça katmış olsa da her düşünür gibi yaşadığı dönemin şartlarından etkilenmiştir. 

Meşru yönetimin mutlakiyet rejiminde olduğu dönemde rejime karşı çıkan isyanlar onu etkilemiştir. Çünkü Thomas Hobbes klasik eğitim görmüş bir düşünürdür ve fikirleri, metafizik ilgisi ilerleyen dönemlerde gelişmiştir. Bu da Thomas Hobbes’un başarılı fikirlerinin yapıtaşını oluşturmaktadır. 

Thomas Hobbes bu sebeplerle fazlaca doğa devletin ve savaşın üzerinde durmuştur. Hobbes’a göre kılıcın gücü ile desteklenmeyen antlaşmalar boş sözlerdir. (Hobbes, 2011) İnsanlarda bu durumun farkındalardır, farkında değillerse de kısa süre sonra bu durumun farkına varacaklardır. Bu farkındalığın sonucunda ise belirttiğim gibi, tüm haklarını devrederek bir devlet kurma yoluna gideceklerdir. Bu devleti de haklarını bir kişiye veya bir meclise devrettikleri zaman yaratabilmiş olacaklardır. Thomas Hobbes’a göre olması gereken şeyin olması sonucunda ortaya çıkmış olsa da bu bir canavar olarak nitelendirilebilir ve ismi Hobbes’un fikrine göre Leviathan’dır. 

Thomas Hobbes’un toplum sözleşmesi ise bunun varlığına dayanır. Bu varlığı açıklamak gerekirse, hakimiyeti elinde bulunduran bir güç vardır ve bu gücün dışındaki herkes sıradan bir öznedir. (Hobbes, 2007) Ancak Hobbes’a göre unutulmaması gereken bir şey vardır ki bu Tanrı sayılabilecek olguyu da bireyler kendileri yaratmışlardır ve bu sebeple Hobbes bu Tanrı'yı ölümlü olarak nitelendirmiştir. Fakat tanrısallığı vardır ve bu tanrısallık da mutlak bir gücü elinde bulundurmasından kaynaklanır. 

Bu egemen güç toplumu tamamıyla organize eden ve kuralları koyan, yasaları var eden, gerektiğinde durumun şartlarına göre bu yasaları değiştirme yetkisini de elinde bulundurandır.

Toplum da toplum sözleşmesi de bu sebeple bu egemen gücün altında toplanır ve ona göre şekillenir. Bu sebeple de hala tartışılmaktadır.

Thomas Hobbes’un bu gelecek yıllarda değer görecek ve diğer düşünürlere de bir yol haritası çizecek toplum sözleşmesi değerini tüm bu tartışmalara rağmen sürdürmektedir.

Thomas Hobbes’un toplumsal sözleşme kuramını liberal ideoloji çerçevesinde değerlendirmek, daha doğrusu liberal ideoloji ile açıklamaya çalışmak bizi dipsiz bir kuyuda kova, samanlıkta iğne aramaya iter. Çünkü tek güce yatırılan bir toplum sözleşmesi ve bireycilikten birey haklarından tamamen uzak mutlakiyetçi bir yönetim anlayışının liberalizm ile alakası yoktur. Böyle olmasına rağmen belli düzeyde toplumu ve bireyi de ön plana koyduğu bazı kaynaklarda söylenmektedir. Sosyoloji bilimi açısından ne kadar tartışılır olsa da şu anda buna değinmeyeceğim. Ama ideolojik açıdan değerlendirme yapmak tabii ki mümkündür. Bu değerlendirme sonucunda varacağımız sonuç ise Hobbes mutlakiyetçiliğin ve bu mutlakiyetçilik altında oluşturduğu toplum sözleşmesi liberal ideoloji ile örtüşmemektedir. Bu örtüşmeme durumu da John Locke’un toplum sözleşmesi değerlendirmesi ve liberalizm kaynaklarını incelediğimiz de daha iyi anlayabilir ve analiz edebiliriz.  



* * *



John Locke’un Toplumsal Sözleşme Yaklaşımı


John Locke’un toplumsal sözleşme yaklaşımını ele almadan önce bilmemiz gereken en önemli olgu şudur ki, John Locke liberalist düşüncenin kaynağını oluşturan fikirlerle ön plana çıkar. Bu sebeple John Locke liberalizmin ve liberalist düşüncenin kurucu temsilcisi olarak da anılır. 

John Locke da hemen hemen Thomas Hobbes ile aynı dönemlerde yaşamıştır. Hobbes’tan elli yıl sonra dünyaya gelen John Locke bireyciliği daha ön plana çıkararak fikirlerini geliştirmiştir. Parlamentarizm ve hoşgörü savunuculuğu çerçevesinde çalışan John Locke felsefi tavrını da bu bağlamda geliştirmeye başlamıştır. 

John Locke seçkin bir kesim içinde okul hayatını sürdürmüş ve bilimsel eğitimler de almıştır. Hatta John Locke hayatının belli bir döneminde Fransa’ya da gitmiş orada dönemin önde gelen düşünürleri ile de etkileşim içinde olmuştur. Hayatının o döneminden sonra ise birkaç kez İngiltere’ye dönüp İngiltere’den kaçmak zorunda kalsa da 1688’de devrim ile birlikte İngiltere’ye dönüş yapmıştır.

John Locke’un Fransa’da tanıştığı isimler ve Hollanda’ya kaçtığı dönem fikirlerinin olgunlaşmasına oldukça etki etmiştir. 

John Locke, klasik liberalizm ile ayrıca ortaya attığı "boş levha" teorisi, orijinal adıyla "tabula rasa" ile de adından sıkça söz ettirmiştir ve hala ettirmektedir. Bu görüşü John Locke’un insanın yaratılışı ve varoluşu ile ilgili birkaç düşüncesinden biridir ve bazı noktalarda başka görüşlerini de etkilemiştir. 

John Locke’a göre doğa kendi içinde bir düzene tabiidir. Bu düzen ise kendi içinde belli bir uyum sağlamıştır. Yani düşünüre göre doğada yeterli bir özgürlük ve eşitlik söz konusudur. (Zabunoğlu, 2016) Bu eşitlik kavramı da kendini doğayla iç içe olan insan açısından kendini gösterdiğinde eşit olmayan tüm paylaşımları yok sayar. John Locke’a göre doğada eşit mülkiyet hakkı bulunmaktadır. (Arslan, 2013) 

Bu eşit mülkiyet hakkı ve diğer eşitliklerin korunumu için ise insan aklı yeterli uyarıyı ve önlemi almaktadır. Bu önlemlerin ve uyarıların başlıcası ise diğer insanların eşitliğine, özgürlüğüne ve mülkiyetine el sürmemektir. 

Bu doğa durumunda ise elbette aklın işe yaramadığı durumlar olacaktı ve bu durumlarda ise doğa kanunlarına uymayanların cezasını vermek de zarar görmüş kişinin, kişilerin, topluluğun veya toplumun görevidir.

Fakat böyle bir durumun varlığında John Locke’un eksikliğini hissettiği ve eksik olduğunu düşündüğü üç husus vardı. Bunların ilki herkesin kabul edeceği ve herkesin gerçekten eşit yargılanabileceği yasalar, ikincisi ise olası bir düşmanlık durumunda isteyenin istediğini yargılamasını ve cezalandırmasını önleyecek tarafsız yargı temsilcileri veya yargıçlar, üçüncüsü ise alınan herhangi bir yargı kararını hakkıyla uygulayabilecek toplum bazlı bir güç. (Locke, 2002)

Ayrıca John Locke, toplum sözleşmesi kavramının kuvvetler ayrılığı ilkesiyle bağlantılı olduğunu savunmuş ve bu güçler ayrılığı elemanlarının da her birinin halk ve toplum tarafından yönetilmesi gerektiğini savunmuştur. Yani John Locke’a göre toplum sözleşmesi halktır. Bazı durumlarda, yanlış bir karar alınması ve uygulanması durumunda ise halk güven verdiği tüm kurumlardan güvenini çeker. Halkın direnmesi ve güvenini geri çekme yetkisinin olması çok önemli bir husustur. 

John Locke’un toplum sözleşmesinin bazı detayları hala belirsizdir. Bu detaylardan biri de sözleşmenin tek sözleşme halinde mi yoksa çift sözleşme halinde mi var olduğudur. Fakat John Locke burada açık bir kaynak verip konuyu açıklamamış olsa da hükümet yani yönetenler ile halk yani yönetilenler ama güçlüler arasında bir güven ilişkisi olduğunu belirtmiştir. John Locke yönetenlerin tüm yetkisini kamu yararına kullanacağı ve halkın eşitliği için çalışacağı üzerine yemin ettikleri bir kuramdan bahsetmiştir. 

Yargılama aşamalarının uygulanması konusunda toplum sözleşmesi kuramında yasama yürütmeden üstün olsa da hiçbir güç doğanın kendi kanunlarından güçlü değildir. Çünkü John Locke ve toplum sözleşmesine göre herhangi bir durumda doğal kanunlar çiğnenecek olursa halk güvenini yönetenlerden sorgusuz geri alır. 

John Locke’a göre toplumsal sözleşme ve toplumun uğraşabileceği, başına gelebilecek diğer sorunları da kısaca şöyle anlatabiliriz:

Yasama gücü yürütme gücünün üstünde olduğu için bir anlaşmazlık durumunda yasama gücü yürütme gücünü ele geçirmeye çalışabilir ve hatta geçirebilir. Tam tersi durum yasamayı ele geçirmek isteyecek ve gücün bütününü elinde tutmak isteyecek yürütme gücü bu emeline ulaşabilir. 

Bunun dışında yasama organı üyeleri kendilerini bu yasalara uyma zorunluluğunun dışında tutabilirler veya kendi yararlarına olacak bir takım yasalar çıkarabilirler. 

Fakat yönetenler John Locke’a göre tüm bunlara rağmen kendini ikiye ayırmalıdır. Bu durumun sonucunda ise yasaları yapanlar ve uygulayanlar bambaşka kişiler olmalıdır. Böylece bu gibi sorunlar ortaya çıkmayacak ve düzen bozukluğu veya tekelleşme oldukça imkânsız hale gelecekti.

John Locke’un toplum sözleşmesi kuramı da birey ve bireylerin oluşturduğu halkı baz alan bir sözleşme anlayışı olarak varlığını sürdürmektedir.

Bu açıdan John Locke’un toplumsal sözleşme kuramını liberal ideoloji ilkeleri kapsamında değerlendirmek daha doğru olur. Klasik liberalizmin kurucusu olan John Locke, toplumsal sözleşmesini de bireylerin ve bireyselciliğin baskın olduğu şekliyle kurguladığı ve yazdığı için liberal ideolojilerin çerçevesinde şekillendirmiştir. Bu sebeple John Locke’un toplumsal sözleşmesi liberal bir sözleşmedir. (Erdoğan, 2009)



* * *



Thomas Hobbes ve John Locke’un Toplumsal Sözleşme Yaklaşımlarının Kıyaslaması


Thomas Hobbes ve John Locke aynı coğrafyada İngiltere’de doğmuş ve görüşleri de bu ülkede şekillenmiştir. John Locke Thomas Hobbes’tan elli yıl sonra dünyaya gelmiş olsa da aynı dönemde yaşama fırsatı bulmuşlardır ve birbirlerinden etkilenmişlerdir. Bu etki John Locke’u bir toplumsal sözleşme üzerine çalışmaya iten sebeplerden biridir. 

John Locke liberalist düşüncenin kurucusu olarak kabul edilir. Bu sebeple Thomas Hobbes’un toplum sözleşmesinin doğru yanlarının olduğunu belirterek yanlış yanlarını da kendi fikriyle düzelterek yeni bir liberal toplumsal sözleşme ortaya koymuştur.

Bu iki önemli düşünürün en önemli farklılıklarından biri yönetim modelinde ortaya çıkar. Thomas Hobbes, Leviathan adını verdiği canavar güç, egemen güç ile halkın tüm haklarından vazgeçmesiyle bir yöneten ortaya koymaktayken John Locke; yönetenlerin olmasını savunmuş, devlet varlığını savunmuş ancak bunun halk tarafından seçilecek bir yönetenler zümresiyle yapılabileceğini savunmuştur. (Locke, 2004)

Bu sebeple Thomas Hobbes mutlakiyetçi yapıda bir yönetimi savunurken John Locke güçler ayrılığı çerçevesinde daha liberal ve halk egemen bir yönetim anlayışını savunmuştur.

Tüm bu durumu özetlemek gerekirse John Locke’un toplum sözleşmesinde halk haklarından fayda göreceği yerlerde vazgeçer ve bunun yanında güvenini verdiği yönetenler ile halk arasında bir itimat ilişkisi vardır. (Locke, 2004) Thomas Hobbes’un toplum sözleşmesinde ise kabaca insanlar kendi aralarında anlaşarak bütün haklarını egemen güce temelli devretmişlerdir. ( Hobbes, 2007)  

Thomas Hobbes ve John Locke’un toplumsal sözleşmelerinin temelinde doğa ve doğa kanunları yani doğa devleti vardır. Ancak burada da insan doğası ve doğanın kendi durumu üzerine iki düşünür farklı düşünceler beyan etmişlerdir. 

John Locke, toplumsal sözleşmeyi yaratan insan doğasının, yani bireyin, akıllı ve rasyonel olduğunu öne sürmüştür. Bunun yanında biyolojik yöntem açısından da John Locke insanın sosyal bir hayvan olduğunu belirtmiştir. Thomas Hobbes’a göre ise insan rasyonellikten ve akıldan uzaktır. İnsan bencildir ve tüm eylemlerini kendi çıkarları ile yönetmektedir. Bu çıkarlar insan doğasının varlığından gelen bireysel dürtüler ile şekillenmektedir. 

Toplumsal sözleşmenin çıkış yollarından bir diğeri ise doğanın kendisi yani doğa devletin varlığının durumudur.

John Locke doğanın özgürlük ve eşitlik açısından oldukça elverişli olduğunu ileri sürmüş ve doğanın kendi kuralları içinde özgür olduğunu söylemiştir. Bu düşüncesinin devamında ise bu özgür ve ferah sayılabilecek ortamın iyi veya kötü olarak nitelendirilemeyeceğini belirtmiştir. John Locke’a göre bu durum kaotiktir ancak başlıca sorunlardan biri değildir.

John Locke bu sebeple toplum sözleşmesini oluştururken daha bireyci bir anlayış ortaya koyabilmiştir. Çünkü doğa kendi halindeyken durum kaotik olsa da insanlar tümüyle savaş halinde değillerdir. (Cevizci, 2007)

Thomas Hobbes ise doğanın durumu konusunda daha acımasız düşünceler öne sürmüştür. Thomas Hobbes, yaşadığı dönemin siyasi koşulları sebebiyle bu kanılara ulaşmıştır. Yaşananlar insan doğasını ve doğanın durağan ve kendiliğinden halini Thomas Hobbes’a savaş durumuyla göstermiştir. 

Thomas Hobbes’a göre doğa kendi halindeyken savaş durumunun ta kendisi pozisyonundadır. Bu savaş durumu kendini sürekli göstermektedir. Bunun yanında doğanın kendi kanunlarında yani doğa durumunda ahlaktan söz edilemez. İnsan durumunda Thomas Hobbes’un söz ettiği bencillik kavramı doğa durumunda da ahlakın olmayışıyla kendini göstermiştir. Bu konuda Thomas Hobbes oldukça katidir. Ahlakın varlığından asla söz edilemez. Bir diğer yandan Thomas Hobbes’a göre bu ahlak yoksunluğu, insanın bencilliği, savaş durumu gibi sebeplerle insanlar daima bir korkunun pençesinde yaşarlar ve yaşamlarını böyle sürdürürler. Bu korku doğanın kendisinde sürekli devam eder.

Yani Thomas Hobbes ve John Locke aynı dönemde yetişip birbirlerinden etkilenen iki düşünür olsalar da toplumsal sözleşmenin temeline doğanın ilk halini alsalar da buradan itibaren tamamen ayrılmışlardır ve bambaşka toplumsal sözleşme kurallarına imza atmışlardır.

Liberal ideoloji açısından da tamamen çelişen bu iki düşünür değerli iki toplumsal sözleşme kuramının yaratıcılarıdır. 


Ancak daha önce de belirttiğim gibi bazı detayları ve düşünsel yapılarıyla bu iki toplum sözleşmesinin de tartışılabilirliği uzun yıllardır sürmektedir. Tüm bu olgulara ve verilere rağmen iki toplum sözleşmesi de çok değerli ve yol göstericidir. 


KAYNAKÇA


Arslan, Hüseyin (2013), John Locke’un Siyaset Felsefesinin Temelleri Üzerine Bir Deneme, Süleyman Demirel Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Sayı: 17, s.181 - 204.

Cevizci, Ahmet (2007), On yedinci Yüzyıl Felsefesi Tarihi. Bursa, Asa Kitabevi.

Erdoğan, Mustafa (2009), Liberalizme Yeniden Bakış: Tarihi ve Felsefi Temelleri, Liberal Düşünce Dergisi.

Fabre, Cécile (2018), Toplumsal Sözleşme, Çev. Mehmet Fatih Deniz, Felsefe Arşivi Sayı: 48 s. 123 - 135.

Güleryüz, Mehmet (2010), Thomas Hobbes’ta Toplum Sözleşmesi, yusufguleryuz.com.

Hobbes, Thomas (2007), Leviathan, Der. Semih Lim, İstanbul, Yapı Kredi Yayınları.

Hobbes, Thomas (2014), Elementa Philosophica De Cive Yurttaşlık Felsefesinin Temelleri, İstanbul, Belge Yayınları.

Hobbes, Thomas (2011), Leviathan, Çev. Kapadokya MYO Çeviri ve Redaksiyon Heyeti, Der. Alev Alatlı, Batıya Yön Veren Metinler II, Rönesans Protestan Reformu/Erken Modern Dönem/Bilim Çağı (1350-1650), ss. 830 - 836.

Hünler, Solmaz Zeyrut (2003), Dört Adalı: Hobbes, Locke, Berkeley, Hume, İstanbul, Paradigma Yayınları. 

Locke, John (2002), Uygar Yönetim Üzerine İkinci İnceleme Sivil Toplumda Devlet, Çev. Serdar Taşçı, Hale Akman, İstanbul, Metropol Yayınları

Locke, John (2004), Hükümet Üzerine İki İnceleme, Çev. Fahri Bakırcı, Ankara, Babil Yayınları. 

Zabunoğlu, Gökçe H. (2016), Toplum Sözleşmesi Bağlamında John Locke’un Devlet Anlayışı, İnönü Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt: 7 Sayı: 2 s. 431- 456.