Yönetmen: Jean-Jacques Annaud
Yayın tarihi: 8 Ekim, 1997, ABD
Avusturya’lı dağcı Heinrich Harrer’ın 1952 tarihli otobiyografik kitabı Sieben Jahre İn Tibet’ten uyarlanan bu filmin senaryosunu da Becky Johnston yazmıştır. Gerçek bir hikayeye sahip olan filmi Jean-Jacques Annaud yönetiyor ve aynı zamanda filmin yapımcısı. Büyük bir bütçeyle çekilmesine rağmen gişede çok da iyi bir başarı elde edememiştir. Filmde başrolümüz Heinrich Harrer’ı Brad Pitt canlandırıyor. Onun dışında oyuncu kadrosunda Pema Lhaki, David Thewlis, BD Wong gibi isimler var.
Filmin konusundan bahsetmek gerekirse; Hayatı pek de sevmeyen, bencil ve doğmamış çocuğundan bile kaçan bir adam olan Avusturya’lı dağcı Heinrich Harrer, Nazi partisi yanlısıdır. Karısının hamile olması ve çocuk istememesi onun ülkesinden uzaklaşmasına sebep verir. Nanga Parbat dağına tırmanmaya giderler. Çığ tehlikesi ve zorlu hava şartları yüzünden bunu başaramazlar. Bu sırada İngiliz askerlerine esir düşerler. Esir kampından kaçmayı başarırlar ve arkadaşı Peter Aufshnaiter ile dağlarda zorlu şartlar geçirirler. Hindistan’ın dağlarından geçip Tibet’e varırlar ve bu küçük ülkenin koca yürekli insanları iki dostu çok değiştirecektir.
Ben filmi arkadaş tavsiyesi üzerine izledim ve çok beğendim. Böyle bir filmin bilinmemesi üzücü. Filmin ilk yarısı macera filmi gibi geçiyor, göze hitap eden çok hoş dağ manzaraları var. İkinci yarıda ise filmin temposu değişiyor, çünkü ilk yarıda iki dağcının hayatta kalma çabası anlatılırken ikinci yarıda Tibet halkının yaşadıkları anlatılıyor. Ana karakterimiz Heinrich Harrer, Tibet’in lideri Dalai Lama ile bir bağ kuruyor. Ona Batı’yı anlatıyor, coğrafya anlatıyor ve hatta Dalai Lama’nın isteği üzerine bir sinema salonu inşa ediyor. Esasında Heinrich, hiç görmediği çocuğu yerine Dalai Lama’yı koyuyor. Bu arada filmi izlerken Heinrich’in karısına sövebilirsiniz çünkü kocası gittikten sonra ona boşanma dilekçesi göndermesinin üstüne bir de şoförüyle evlenip çocuğuna babası olarak onu tanıtıyor. Çin’in Tibet’i işgal etmesi de filmde anlatılıyor. Çin filmin gösterimine izin verse de filmi kınamış. Komünist çinli askerlerin kasten kibirli ve kaba gösterildiğini iddia etmişler. Brad Pitt’in Çin’e girişi de bu filmden sonra yasaklanmış. Filmi izleyene kadar Tibet diye bir yerden haberim bile yoktu fakat bu film beni Çin ve Tibet olaylarını araştırmaya itti. Şahsen ben eğlendirmek yerine öğreten filmleri daha çok seviyorum. Filmin başında suratsız, etrafına nefretle bakan bir adamın yıllar içinde yaşadıklarıyla dönüşümünü anlatmanın sinemanın gücü olduğunu düşünüyorum.
İlk defa bir film hakkında yazı yazmayı deniyorum, hatam olduysa affola.
“Kültürüne ihanet eden biri gelenekleri hakkında öğüt vermemeli. Ölmeni istediğim zamanlar oldu. Ama utancın işkencen, işkencen de senin hayatın olacak. Uzun sürmesini dilerim.”
“İşte, bu da bizim halkımızla sizinki arasında olan bir diğer büyük farklılık. Bizler egolarımızdan vazgeçeni takdir ederken, siz hayatın her safhasında kendini yükselteni takdir ediyorsunuz. Sıradan Tibetli kendisini bu şekilde ilerletmeyi reddeder.”
“Sence bir gün insanlar sinema perdesinde bizi izleyip Tibet’e ne olduğunu merak eder mi?”