Adam, sabaha karşı, bilmediği bir sebepten dolayı uyandı. Başucundan telefonunu aldı ve saate baktı. Dördü beş geçiyordu. Gözlerini kapadı ve tekrar uyumayı denedi. On dakika kadar yatağında dönüp durdu ama uyuyamadı. Kalkıp bir sigara içmeye karar verdi.


Tuvaletten çıktıktan sonra, sabunsuz yıkadığı elleriyle çapaklı gözlerini ovuşturarak sigarasını içmek üzere mutfağa doğru yürüdü. Çünkü tek odalı küçük evinin tek balkonu mutfaktaydı.


Balkonu en fazla beş kişinin sığabileceği genişlikteydi. Zaten daha fazla insan çökmesine neden olabilirdi. Eski bir apartmanda, küçük bir evde, tek başına yaşayan, önemsiz ve yalnız bir adamdı o.


Balkonunda bir balıkçı sandalyesi, bir de sehpa vardı. Sehpanın üzerinde küllük ve sigara paketi duruyordu. Yaz ayları olduğu için, işten arta kalan kısa zamanının çoğunu bu daracık balkonda sigara içip (mütemadiyen arabesk) müzik dinleyerek geçiriyordu.


Sandalyesine oturdu. Gözleri yarı açık, sigara paketine uzandı ve içinden bir sigara alıp dudaklarının arasına koydu. Önce, eliyle sehpanın üstünü kontrol ederek çakmağı aradı, bulamadı. Bu sırada uykusu biraz açıldı. Gözlerini kısarak etrafta çakmağı arıyordu. Ortalık zifiri karanlıktı. Balkonunun karşısında bir sokak lambası vardı ama bozuktu aylardır. Kenar mahalle olduğu için buradaki sorunlardan belediyenin pek haberi olmazdı. Ayağa kalkmış karanlıkta çakmak ararken belediye başkanına bir küfür salladı içinden. Daha sonra sigara paketine bakmak aklına geldi, çakmağı oradaydı.


Dakikalardır, çakmağın orada olacağı aklına gelmediği için kendine bir küfür salladı bu kez. Sık sık yapardı bunu. Sürekli kendine, hayatına ve başka insanlara küfrederdi. Çoğunlukla içinden ederdi bu küfürleri. Kaba ve kinci bir adamdı, ama herkes onu sessiz ve sakin bilirdi. Çünkü kimse onu, asıl karakterini bilecek kadar yakından tanımıyordu. İşinden çıkar eve gelir, sabah kalkıp işe giderdi. Tatilleri evde, televizyon karşısında geçirirdi. İşteki insanlarla konuşmaz, hatta hepsinden nefret ederdi. Hiç konuşmadığı için insanlar onu uysal biri sanıyordu; yanına gelip şakalar yapıyor, fıkralar anlatıyorlardı. O da sahte bir tebessümle yanıt verip bir an önce yanından gitmeleri için dua ediyor ve içinden onlara küfrediyordu.


Kendine küfrettikten sonra bir de hayatına küfür salladı. Oturup sigarasını yakacaktı ki saatin dört buçuk olmuş olabileceğini düşündü ve kahve yapmaya karar verdi. Zaten şimdi yatsa bile iki saat sonra işe gitmek için uyanacaktı. Bir küfür de patronuna salladı.


Sütsüz, şekersiz, sade, sert, simsiyah kahvesini yaptıktan sonra bardağını alıp balkona geri döndü ve oturup sigarasını yaktı. Sigarasından iki nefes çekip kahvesinden bir yudum aldı. İşte tam o sırada içeriden bir tıkırtı geldiğini duydu. "Kedi yine rahat durmuyor." diye düşündü.


Bir kedisi vardı. İsimsiz bir kedi. Kendini sevdirmekten hoşlanmayan, yaşlı, tembel ve obur bir kediydi. Ama geceleri sürekli ses çıkartırdı. Adam, kedinin bunu kasten yaptığını, kendisini sevmediğini düşünürdü. Ama o, kediyi çok sever, fakat çok da üzerine düşmezdi. Eve geldiğinde kumunu değiştirir, mamasını ve suyunu koyar, kendi haline bırakırdı.

 

Sesi yapanın kedi olduğunu düşündükten sonra sigarasından bir nefes daha aldı ve tam o sırada şunu anımsayıp irkildi: Kedi, iki gün önce ölmüştü!


Derin bir hüzne gömüldü. Kediyi özlemeye başlamıştı. "Belki de onun özleminden böyle bir ses duymuşumdur." diye düşündü kendince.


Kendi kendine psikolojik çıkarımlar yapmayı çok severdi. Gençliğinde psikoloji okumayı çok istemiş ama imkanı olmamıştı. En sonunda vazgeçmiş, sıradan bir ofis işine girmişti ve yirmi yıldır orada çalışıyor; ne artıyor ne de azalıyordu.


Kediyi düşündükten sonra derin bir iç çekip sigarasından iki nefes daha aldı. Kahve fincanını ağzına götürecekti ki aynı tıkırtıyı bir kez daha duydu. Bir korkuyla yerinden fırladı ve mutfağa girip ışığı yaktı. Çekmeceden ekmek bıçağını aldı. Daracık mutfağına bir göz atıp hemen sağ tarafa, salona geçti. Işığı yaktı ve "Kim var orada?" diye seslendi. Çünkü aklına ilk gelen şey, eve hırsız girmiş olabileceğiydi. Yanıt alamayınca içeri girdi.


Salonunda bir kanepe, bir koltuk ve bir televizyondan başka bir şey yoktu. Ortalığa göz atarken aynı tıkırtıyı bir kez daha duydu. Dehşete düşmüştü. Ekmek bıçağını sımsıkı kavradı. Tıkırtının içeriden geldiğini fark etti. Doğruca salondan çıkıp holde; mutfak, salon ve dış kapıyı, evin kalan kısmından ayıran kapıdan geçti. Sağında banyo vardı. Işığı yakıp içeri baktı. "Temiz." dedi içinden. Solunda, kedi odası olarak kullandığı kiler vardı. Işığı yakıp oraya da baktı. Kedinin eşyaları hâlâ oradaydı. Onları görünce hüzünlenip duraksadı. Ne acı şeydi özlem. İnsanı, akla düştüğü anın içinden çekip alıyor; yüreğe oturup ağırlık yaparak, ağır yüreği aklın yerine koyuyordu. Tam kendine geliyordu ki bir kez daha aynı tıkırtıyı duydu. İşte şimdi titremeye başlıyordu.


Geriye sadece odası kalmıştı. Ekmek bıçağını sıkıca kavrar vaziyette, titreyerek, ama titremelerin kontrolünü biraz da olsa elinde tutarak odasına girdi. Işığı yakması beklediği etkiyi yaratmadı; korkunç karanlığı, korkunç bir aydınlığa döndürebildi sadece.


Odasında bir dolabı, bir komodini, bir de yatağı vardı. Onlara bir göz attıktan sonra, "Kim var orada?" dedi, bir kez daha. Yanıt gelmedi. Yavaşça dolaba yaklaştı ve korku içinde, hızlıca kapaklarını açtı. Biri veya bir şey yoktu. Biraz olsun rahatladı. Biraz olsun azaldı korkusu. Ama o titreten heyecanı dinmedi. Düşmanının planını sezip darbeyi yemeden önce karşılığını veren bir savaşçı edasıyla, ani bir hışımla yatağın altında gezdirdi bıçağı. Sonra anlamsız bir zafer umuduyla eğilip baktı, temizdi. Derin bir oh çekip yatağına oturdu. Bıçağı yatağın üstüne bıraktı. Kendisine küfretti yine. "Komşudan geliyordur, ne olacak." dedi, "Gerildim durduk yere."


Kalkıp balkona dönecekti ki tıkırtıyı bir kez daha duydu. Bu sefer korkudan çok şaşkınlık vardı yüzünde. Çünkü ses içeriden, odasından geliyordu. Kısa süreli şaşkınlık, yerini yine titremeye bıraktı. Sonra bir anda, birinin camına taş attığı ihtimali düştü aklına. Camdan dışarı baktı. "Kim var orada?" diye sormaya kalmadan bir kez daha duydu tıkırtıyı. Kesinlikle odasının içinden geliyordu ses.


Yatağa bıraktığı ekmek bıçağını aldı ve dolaba tekrar, daha dikkatli baktı. Ses çıkartacak bir şey yoktu. Titremeler artıyor, terlemeler de titremelere eşlik ediyordu şimdi. Komodine yönelmişti ki bir kez daha duydu tıkırtıyı. Sanki hemen arkasındaydı. Korku dayanılmaz boyutlara ulaşmış, terlemeler giysilerini ıslatmış ve titremelerin kontrolünü tamamen kaybetmişti. Ne yapacağını bilemiyor, etrafında dönüp duruyordu.


Soğuk soğuk terliyordu artık. Giysiler vücuduna yapışacaktı neredeyse. "Bir korku filminin içinde miyim ben?" diye düşündü son bir çaresiz, umutlu çırpınışla. Son düşüncesi olacaktı bu. Bir daha duydu tıkırtıyı. Daha bir yakındı. Bundan sonra, düşüncelerinin tamamı uçup gitti zihninden. Donakaldı. Kalp atışları hızlandı. Korkusu hâkim oluyordu ona. Nereden geliyordu bu tıkırtı? Bilmiyordu, hiçbir fikri yoktu. Artık neden korktuğunu bile düşünemiyordu. Zihnini terk eden düşünceleri geri kazanma çabası da çok kısa sürmüştü.


Bir daha duydu. Nefesini de kontrol edememeye başlamıştı artık. Terden sırılsıklam olmuş, giysileri zamklanmış gibi tenine yapışmıştı. Buz gibi donduğunu hissediyordu. Ama ateş basıyordu bedenini. Terli saçlarından, kışın spor salonundan duş almadan çıkmış biri gibi duman çıkıyordu.


Elinde bıçakla yatağa girdi ve pikeyi üzerine çekti. Bir daha duydu. Bir daha ve bir daha... Ses gitgide yakınlaşıyor ve iki tıkırtı arasındaki süre kısalıyordu. Bedeni kontrolsüzce kasılmaya başladı. Tıkırtılar arka arkaya geliyor, adam tir tir titriyordu ve tıkırtılar yaklaşmaya devam ediyor, adamın bütün bedeni kasılıyordu.


Giysilerini üzerine yapıştıran ter, yatağını da sırılsıklam etmişti. İradesi dışında, kulaklarını elleriyle kapattı. Buna rağmen esrarlı ses gelmeye devam ediyordu. Sanki kafasının içindeydi. Son bir bilinç belirtisiyle kulaklarını açtı fakat hâlâ kafasının içinde duyuyordu sesleri. Titriyor, terliyor, susuyor ve bir çocuk gibi korkuyordu. Altına kaçırmıştı ve farkında bile değildi. Terden ve sidikten göle dönmüştü yatağı ve adam, bilincinin o son parçasını da kaybetmişti. Ne heyecan, ne endişe, ne de korku... Hiçbirini hissetmiyordu artık. Çok geçmeden, kontrolünü tamamen kaybettiği vücudunu da hissedememeye başlayacaktı.


Tıkırtılar sürekli bir hâl almıştı. Kafasının içinde hiç kesilmeyen tıkırtılar vardı adamın. Hiç kesilmeyen, yükselen tıkırtılar... Birkaç saniye sonra, bu bilinçsiz et parçasının kafasının içindeki tıkırtılar, çoğulluğunu yitirdi. Kafasının içinde, aralıksız bir ses, gitgide tizleşip sürekli yükseliyordu.


Kulaklarını elleriyle sertçe kapatmış, gözlerini olanca gücüyle sımsıkı sıkmış ve diş etlerinden kan gelecek kadar dişlerini kenetlemiş bir vaziyette, tok ve kısık bir sesle inliyordu. Çıkardığı ses, sanki kafasının içindeki tiz ve yüksek sesin tam zıddıydı. Ama en kötüsü, hiçbirinin farkında değildi bunların.


Zavallı adam kendinden geçmişti. Diş etlerinden oluk oluk kan geliyor, dişleri çatırdıyordu. Bedeni, kaslarındaki lifleri kopara kopara kasılıyordu. Kulaklarını öyle sert tıkıyordu ki kıkırdakları kafatasının içine girmek üzereydi. Hiçbirinin farkında değildi. Hiçbirinin! Farkında olduğu tek şey, kafasının içindeki, durmadan yükselen ve tizleşen o korkunç sesti.


Bu yüzdendir ki, avazı çıktığı kadar sert ve uzun bir çığlık atarak pikeyi üzerinden fırlattıktan sonra ekmek bıçağını kavrayıp tüm gücüyle kendi boğazını kestiğinde... Çoktan ölü bir insandı.