Ben dershaneye giderken de Çankaya’daki dershanelerin ön cephelerine asılırdı “gurur tabloları.” Ancak o zamanlar çok renkliydi bu tablolar. Fizik, sosyoloji, felsefe, coğrafya, matematik ve edebiyat kazananlarla da gurur duyulurdu. Sonra bu liste giderek daralmaya başladı. Geriye kala kala neredeyse sadece tıp fakültesi kaldı. Ulus olarak artık tek bir gurur kaynağımız var; tıp.


Bu değişimdeki sosyolojik altyapıyı görebiliyor musunuz dostlar? Bu ne demek biliyor musunuz; tıp haricinde hiç kimsenin mesleği ve ayda şu kadar para kazanması garanti değildir. Elbette burada araya girip söylemek gerekir ki tıbbın da ömrü pek uzun olmayacak. Açılan düzinelerce tıp fakültesi, bir vakit sonra, sadece kahvede pişpirik oynayacak işsiz binlerce doktor yetiştirecek. Tıpkı binlerce işsiz öğretmen yetiştirdiğimiz gibi. Ancak anlatmak istediğim şey bu değil. Dershanelerin ve özel okulların ve şimdi de devlet okullarının sadece ve sadece tıp fakültesine öğrenci kazandırmakla gurur duyuyor olmaları. Artık arkeoloji okuyana, tarih, kimya okuyana sadece potansiyel işsiz olarak bakılıyor ve bu bölümleri kazanan öğrencilerin isimleri hiçbir listede yer almıyor. Neden?


Celal Şengör’ü tanımayan yoktur sanırım. Bu hocamızın bir jeolog olduğunu biliyor muyuz? Bir deprem ülkesi olan ülkemizde çok sağlam jeoloji bölümleri ve jeoloji hocaları olması gerekmez mi sizce de? Peki neden hiçbir öğrencimizi bu bölüme yönlendirmiyoruz ya da bu bölümü kazanan öğrencilerimizle de gurur duymuyoruz? İlber Ortaylı bir tarihçidir. Kuşkusuz, ülke olarak gurur kaynağımızdır kendisi. Peki ona da zorla tıp okutsaydık, doğru bir şey mi yapmış olurduk? Nobel ödülü alan Aziz Sancar bir kimyacıdır. On Türk lirasının üzerinde resmi bulunan ve hakikaten dünyaca tanınan Cahit Arf ise matematikçidir. Benim çok değer verdiğim Kadir Cangızbay sosyologdur. Sadece bunlar da değil; Cihat Aşkın gibi bir keman, Erdal Erzincan gibi bağlama virtüözlerine ne diyeceğiz peki? Onlar da mı işi gücü bırakıp tıp okusalardı? Fikret Otyam, Bedri Rahmi de herhalde resim çizmeyi bırakmalılardı…


Elbette “tıp fakültesini kazanmak ve kazandırmak zordur ve bu sebeple gurur duyuluyor” denebilir. İşte tam da buna birkaç noktadan itiraz ediyorum. Öncelikle; bütün dershaneler, özel okullar, kurslar vs kapatılsa da emin olunsun, tıp fakültelerinin bölümleri boş kalmayacaktır. Yani birileri o bölümleri kazanmaya devam edecektir. Şayet bu mümkünse, neden bütün enerjimizi, birilerini tıp fakültesine kazandırmaya harcıyoruz? Örnek olsun diye söylüyorum; hangi bölgelerde ve kaç şiddetinde deprem meydana geleceğini araştırmak ve depremde yıkılmayan binalar inşa etmek, o yıkılan evlerden yaralı çıkan insanları tedavi etmekten daha mı az önemlidir? Farz edelim ki tıp fakültesi akıllı ve yetenekli insanların işi olmuş olsun. Peki akıllı ve yetenekli insanlara sadece tıp fakültelerinde mi ihtiyaç vardır? dünyanın en zeki insanlarından Albert Einstein ve ayrıca Nikola Tesla, İsaac Newton fizikçidir, Marie Curie ise kimyacı. Yani dünyaca ünlü bilim insanlarının çok çok büyük bir kısmı temel bilimler eğitimi almıştır. Hadi bunları bir kenara bırakalım; Mustafa Kemal örneğin; bir askerdir. Bu ülkenin yetenekli askerlere gerçekten hiç mi ihtiyacı yoktur?


İşin bir diğer boyutu ise ilgi ve yeteneklerdir. Bunu da iki ayrı parametre ile açıklayabiliriz. İlki, tıp fakültesini kazanacak bilgi birikimine ve yeteneğe sahip olduğu halde bir başka bölüm okumak istemektir. Para kazanmak için değil ama, tutkularının peşinden giderek… Zira bu bölümü okumanın temel motivasyonlarından biri de para kazanacak olmanın garanti olmasıdır. Açıkçası ben, bu bölümün çok özel tutkularla kazanılacağını pek sanmıyorum. Biraz yetenekli bir öğrenci isen mecburen tıp okutuluyor sana, olay bu. E anne baban komşulara, bitirdiğin lise diğer okullara hava atacak, kolay mı? Yetenekli adama sosyoloji okuturlar mı hiç..? İkinci kısımda ise tıp kazanamayacak olanlar var. Sizce ne yapmalıyız bu insanlarla? Mesela grafik tasarım kazanan bir öğrenciyle de gurur duyalım mı? Ne dersiniz? Belki bilerek yazmadı tıp fakültesini belki de o yetenek hiç olmadı. Yine birileri, “biz, tıp fakültesini kazananlarla gurur duyuyoruz ama kazanamayanlar da ölsün demiyoruz” diyebilir. Doğru ama e işte gurur da duymuyorsunuz. Ben hiç resim öğretmenliği ya da heykel bölümüne öğrenci kazandırdı diye gurur duyan bir eğitim kurumu görmedim. Hani şu okulların, dershanelerin, özel okulların ön cephelerine gurur tablosu asanlara seslenmek istiyorum. Sınava kaç kişi girdi ve kaçı sizin gurur duyacağınız bölümleri kazandı? Bir devlet okuluna bakıyorum; sınava giren beş yüz öğrencisi var ve sadece beş tane tıp fakültesi kazandırdılar diye koskoca pankart asmışlar. Yalan olmasın, on tane diş hekimliği, yirmi tane de mühendislik kazanan var. Geriye kalan 465 öğrenciye ne oldu peki ve ne olacak? Ülkemizin geleceği için, bu öğrencilerin de kendilerini geliştirecekleri, mutlu ve huzurlu hissedecekleri bir mesleklerinin olması gerekmez mi?


Özetleyeyim efendim; tıp fakültesi ya da bir başka bölümü kazansın yahut bir üniversite okumasın; bir eğitimci olarak bütün öğrencilerimle gurur duyuyorum. Tek isteğim, şu hayatta mutlu olmaları, ülkelerini ve uluslarını sevmeleridir. Ayrıca; bir ülkenin eğitim sisteminin, sadece belirli bölümlere öğrenci kazandırması ile gurur duyuyor olmasını, o ülkede eğitim sisteminin yozlaşması olarak algılıyorum. Zira, istisnasız bütün devletler, tüm eğitim alanlarında nitelikli eğitim vermek ve bu eğitimi alan öğrencilere iş güvencesi sağlamakla yükümlüdür. Beş yüz öğrencisi içinden sadece kırk öğrencisini üniversiteye kazandıran ve bunu da pankartlarla ifşa eden bir eğitim kurumu, sadece gülünç duruma düşer. Çünkü birileri çıkıp da sorar; “peki ya diğer öğrenciler? Onlara ne oldu? Onların geleceklerini neden önemsemiyorsunuz?”


Umut Ulaş ÇELİK

9 Eylül 2023

Gültepe