Şu yalnız insanlara bak. Hepsi sahte gülümsemelere sığınıyor, asla tatmin olamıyor ve hayatlarından şikayet ediyor. Oysaki yaşadıkları için şükretmeleri gerekmez mi? Söylesene bana, Elric. İnsanları ne mutlu eder?


“Ben bilmiyorum efendim, ne yazık ki…”


“Biliyorsun aslında Elric, biliyorsun.”


“Benim bilemediğim, sizin bildiğiniz mutluluğun sırrı nedir efendim?”


“Kimisi için tütün, kimisi içinse bir havuz dolusu paradır Elric.”


“Ama efendim, cevabınız bu değil, sizi tanıyorum.”


“Aferin Elric. Ben hastalığımdan dolayı vefat ettiğimde tüm mirasımı sana devredeceğim.”


“Onur duyarım efendim.”


“Konumuza dönelim. Mutlu olmak için aç gözlü olmalısınız Elric.”


“Haklısınız efendim. İnsanlar bunu zaten başarıyor ama fark edemeyecek kadar gözleri boyanmış durumda.”


Kafamı hafifçe eğerek sözlerini onayladım. Elric yavaşça odamdan ayrılırken, ona pipo’yu uzatması için işaret ettim. O bana doğru yaklaşırken gözüm pencereye çarptı. Dışarıda yağmur yağıyordu, hava boğuktu ve insanlar oradan oraya koşuşturuyordu. Dışarıyı seyrederken Elric pipomu masaya koymuş olmalıydı. Nereden baksam bu 50 yıllık kapımın gıcırtı sesini tanırım. Pipomu tüttürerek bu ıssız geceyi yalnız insanlara bakarak geçirmek istiyordum. Tüttürdüğümde içime aldığım bu zehir bile bana zevk ve mutluluk veriyorken insanların bu kadar aç gözlü olması acınası bir şeydi. Yağmurun sesi ile kulaklarımda ezgiler şakırlarken pipomdan çıkan duman ile ciğerlerim şaha kalkıyordu. Derin bir nefes daha aldım ve perdemi örttüm. Masama döndüğümde her yer dağınıktı. Elric’ten toplamasını isteyebilirdim ama her şeyi ona yükleyemezdim. Kendi vaktimden biraz kısarak masamı düzenledim. Hayatımdan giden dakikaları gereksiz şeylere harcamayı sevmezdim, bu konuda takıntılı bir insandım. Modası geçmiş eski kol saatime baktım. Saat gece yarısını on bir geçiyordu. Askıda duran siyah şapkamı ve kahverengi paltomu giydikten sonra ofisimi kilitleyip dairemin yolunu tutmaya koyuldum. Dışarıya çıktığımda yağmurun şiddeti artmıştı. Elric’in uyarılarını dinlemeliydim. Yapabileceğim bir şey yoktu, bu sağnakta evime doğru yola koyuldum. Dışarısı epey sessizdi, bu ilginç bir durumdu. Genelde bu saatlerde kendi hayatlarını içkiye adayan ayyaşlar ve hayatta kalmak için kendini fahişe yapmış kadınlar ile dolu olurdu. Hükümetin düzenine başkaldıramayacak kadar çaresizlerdi. 


Onlara üzülmek sadece vakit kaybım olacaktı. Fazla düşünmeden yoluma devam ettim. Zemin ıslak ve izmarit doluydu. Yol ise geçen arabaların ışıkları ile cadde aydınlanıyordu. Arkamdan bir kişinin bana yaklaştığını sezdim. Normalde durup bakardım ama başım feci derecede çatlıyordu; canım viski çekmişti. Aldırış etmeden yoluma devam ettim. Ayak sesleri git gide yaklaşıyordu. Yavaşladım. Eğer silahlı ise, nefsi müdaafaya girişmeye hazırdım ki omuzuma hissedilemeyecek kadar hafif bir el dokunana kadar. Ardımı döndüğümde şemsiyenin altına sığınmış, sarı saçlı, orta boylarda, kahverengi gözlü bir elit bayan duruyordu. Onu hafifçe süzdüm. Üstünde mavi bir elbise vardı, ama daha çok dans için gibiydi. Muhtemelen bir meyhanede barmenlik yapıyordu. Hafif tedirgin ve ürkek bir sesle,


“Merhaba, bayım. Bu yağmurlu havada şemsiyesiz bir başınıza nerelere gidiyorsunuz?”


“Bu sizi ilgilendirmez, hanfendi,” dedim, tok ve ciddi bir sesle.


“Ah, haklısınız, kusura bakmayın. Bu yağmurlu havada şemsiyesiz gitmeye devam ederseniz hastalanacaksınız. Size eşlik edebilirim gideceğiniz yere kadar.”


Gözlerinde tehditkâr bir bakış seçemedim ve benden korkuyordu. Korkmasına rağmen böyle bir teklifte bulunması cesur bir kadın olmalıydı ya da bir aptal. Teklifini geri çevirmeyerek şemsiyesinin altına girdim, bir sigara yaktım ve hikayemiz orada başlıyordu.



Sakince ilerliyorduk, gözlerini benden kaçırmaya çalışıyordu. Tanıyor gibiydi. Biraz ani olsa da direkt soru sordum.


“Beni tanıyor gibisiniz, hanfendi. Nereden acaba?”


“Elbette tanıyorum sizi, tanımayan yoktur beyfendi. Yaptığınız çalışmalar ile ün salıyorsunuz, fakat oldukça tehlikelisiniz.”


“Hangi yönde tehlikeliyim acaba?” Hafif sinirlerim bozulmuştu. Sigaramdan derin bir nefes çekerek yola devam ettim.


“Yayınladığınız gazeteler ile tüm kötü insanları açığa çıkartıyorsunuz.”


“Doğru fakat kötü demek az kalır. Onlar birer yaratık ve siz şu an tehlikeli bir durumdasınız, farkındasınız değil mi?”


“Elbette farkındayım…” Hızını arttırmaya ve savunmasız bir şekilde bana yaklaştı. Oldukça güzel kokuyordu, sanki resmen güzelliğinin bir kokusu vardı. Oldukça enteresandı. Koluma girmişti, sanki birinden kaçmaya çalışıyor gibiydi.


“İyi misiniz, hanfendi? Bir problem mi yolunda değil mi?”


“Ah evet, evet… İyiyim, sadece biraz acele edelim.”