Cinsiyet, kadın ve erkek olmanın biyolojik yönünü ifade eden ve kadın ve erkeği birbirlerinden ayıran bir faktördür. Bu ayrım ise doğurganlık, üreme ve cinsel organlar gibi biyolojik farklıklara dayanır. Toplumsal cinsiyet ise, kişinin bağlı olduğu toplumun ve kültürün mecbur kıldığı roller, beklentileri ve davranışlarıdır. Toplumda aile kavramına bakılacak olursa, ailedeki bireylerin hepsinin farklı rolleri ve iş bölümleri mevcuttur. Aile üyelerinin toplumsal cinsiyetten ne anladıkları ve hayatlarına nasıl uyguladıkları çok önemli olduğu gibi yetiştirdikleri evlatlarına da bunu yansıtmaktadırlar. Bir bireyin topluma ayak uydurması ve yaşamdan doyum sağlaması öncelikle aile çevresinde sağlanır.


Kadın ve erkeğin tarihsel sürecine bakmamız gerekirse toplumsal evrim sürecinde kadın, ilkel toplumda erkek ile aynı konumdaydı. Erkek avcı, kadın ise toplayıcıydı. Aile içerisinde ise, anaerkil bir aile yapısı hakimdi. Anne soyunun devamı söz konusu olmaktaydı. Yerleşik hayata geçilmesi ile kadın ev içindeki işleri yapmakta, erkek ise kas gücü nedeniyle tarlada çalışmaktaydı. Tarım toplumu nedeniyle evin içerisinde itilen kadın zamanla değersizleşti. Aile ataerkil aile yapısına evirildi. Daha sonrasında sanayi toplumu nedeniyle kadının işgücüne ihtiyaç duyulmasıyla kadın, ev dışında iş dünyasına da giriş yaptı. Erkeğin karşısında daha az maaş ve daha çok iş saatleri karşısında ise değersizleştirilmeye devam etti. Buna örnek olarak da 8 Mart günü verilebilir. Kadınlar gününün oluşma süreci de erkeklerin karşısında daha az maaş alan kadınların eylem yapmaları sonucu başlarına gelen üzücü olayın hatırlanması adına adanmış bir gündür. 


Tüm toplumlarda kadın ve erkeklerden beklenilen birtakım davranışlar vardır. Erkekler ve kadınlar toplumun ayrı kulvarlarında yer alırlar. Evliliklerde de kadın ve erkeğin rolü belirlenmiştir. Kadınların rolü genelde ailenin beslenmesini sağlamak, duygusal ihtiyaçları karşılamak ve çocuğu yetiştirmek; erkeklerin rolü para kazanmak ve evi geçindirmektir. Bu kadına atfedilmiş rollerin değişmesinin en büyük sebebi de kadınların iş hayatına geçiş yapmış olmalarıdır. Bu durumda evlilikte iş bölümü sağlanmış ve görevler sınırlandırılmamıştır. Kadın ve erkek işten geldikten sonra, biri yemek yaparken biri de sofrayı toparlama gibi görev dağılımlarında bulunmuşlardır. Bu değişime yeni nesil yetiştirilmelerinden kaynaklı adapte olmuşken, büyüklerimiz ailelerinden böyle görmedikleri için adaptasyon sorunu yaşamışlardır. Bu duruma örnek vermek gerekirse, erkek kardeşim hem anne hem de babamın çalıştığını ve görev dağılımı yaptıklarını görerek büyüdüğü için ona normal gelen ve örnek aldığı bir şey iken, dayımın annesinin çalışmadığı için görevlerinin sınırlandırılmış olduğunu ve babasının da kendi görevlerinin dışına çıkamayacağını düşünmesi onun normali olmaktadır. 


Toplumun kadına yüklediği rol gereği aile yaşamındaki sorumlulukları ağırdır. Aile yaşamındaki sorumluluklar kadının, çalışma ya da çalışmama yönünde bir tercih yapmasına neden olmaktadır. Toplumsal cinsiyet rolleri açısından aileye ve evliliklere baktığımızda, cinsler arasındaki tavır farklılıkları, bir bakıma toplum olarak onlardan nelerin beklendiğini göstermektedir. Geleneksel cinsiyet rollerine göre davranan erkekler yemek yapmak ve çocuk bakmak gibi rollerin yapılmasını kadının görevi olduğunu düşündükleri için yapmamaktadırlar. 


Günümüz de bu durumun değişmekte olduğunu görsek de halen kırsal yerlerde yaşayanların bu beklenti içerisinde olduklarını da görüyoruz. Günümüze daha detaylı bakacak olur isek, kadının iş hayatında aktif rol oynaması ve modernleşme nedeniyle erkeklerin de bu tarz sorumluluklarda görev dağılımı yapması ve bu rolleri de üstlendiğini görüyoruz. Eğitim seviyesi, özellikle kadınların rollerinde ve üstlendikleri sorumlukları değişikliğe neden olan önemli bir etmendir. Zira eğitim, kadına neticesinde, bir mesleği de kazandırarak, onu hem aileye destek olan bir rolü gerçekleştirmeye, hem de karar almada ki bilgi ve donanımı vasıtasıyla söz hakkı olmaya imkân tanıyan bir sürece hizmet etmektedir. 


Çalışma hayatı kadınlara sadece ekonomik özgürlük sağlamakla kalmamış, bunun dışın da özgüvenlerini ve toplumsal saygınlıklarını arttırarak, aile içindeki konumlarını da geliştirmiştir. Kadınların işgücüne katılımında yasal açıdan herhangi bir ayrım bulunmuyor, aksine pozitif ayrımcılık yapılıyor. Erkeğe tanınmayan, kadınların gebelik öncesi sonrası gibi özel izinleri gibiyle ve kanunlarla kadınlar destekleniyor. Tabii, bunun çalışma ve ev hayatında uzlaştırılması için de kadına ile de yüklenen yüklerin eşler arasında yüklerin eşit paylaştırılması ve devletin de desteklemesi büyük önem taşımaktadır. Günümüz için genel olarak bulunduğumuz toplum yapısı olarak geçilen bu süreçlerle birlikte geleneksel toplum içerisindeki kadının ve erkeğin rolleri arasındaki mesafe azalmaya ve benzemeye başlamıştır.


Kadın ve erkek cinsiyet grubunun özelliklerinin kendine has olan taraflarının bulunmasıyla birlikte, her iki cinsiyet grubunun da toplumsal faktörlerin etkisi altında olduğu aslında rahatlıkla söyleyebiliriz. Bu nedenle kadının ve erkeğin; tavırları, yaptıkları ve rolleri hakkında konuşurken, toplumsal yapının mevcut normlarının yanında, bu yapıya tesir eden harici faktörleri ve her an içinde yaşadığımız değişim süreçlerine de dikkat etmemiz gerekir. Öteki taraftan özellikle bu değişim süreçlerinin çokça yükü ve etkisi altında bulunan, kadınları ve erkekleri birbiriyle yarıştırmak onları her şeyleri ile bir tutmak veya ezmek yerine, onların cinsiyet özelliklerine uygun görevlerini yapmalarına imkân tanımak ve hayatın yükünü paylaştırmak, herkes için en doğrusu ve uygunu olacaktır. Bu şekilde cinsiyetler arasında nisbi bir eşitlik sağlanmalı ve görüş olarak da insanların bu zihniyete girmeleri, yaşanılan dünyayı değiştirmek ve iyileştirmek için de insanlara önemli bir güç kazandıracaktır.





Kaynakça

https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/503438

https://www.sosyalarastirmalar.com/cilt10/sayi54_pdf/4sosyoloji_psikoloji_felsefe/akgulgok_fulya.pdf