İnsan, iki tür gerçeklik ile çevrili bir mekanizmadır. Bir tanesi insanın kendisi dışında, varlıklarını insana değişik biçimlerde hissettirebilen doğal gerçekliktir. Diğeri ise, doğal gerçeklikten daha fazla ve daha katı kurallarla kendini dayatan sosyal gerçekliktir. İnsan toplumdan bağımsız olarak düşünülemez. Toplum insanların oluşturduğu bir yapıdır ancak insanda toplum tarafından şekillenir. İnsanlar toplu olarak yaşamaya başladıklarında ortaya birtakım kurallar, değerler ve kurumlar meydana gelir. Bunlardan bağımsız bir insan tasavvuru olamayacağı gibi düşünen bir canlı olarak insanın, kendi yaşayışını düzenleme gibi yetileri vardır. Yine de insanlar çoğu zaman ortak bir paydada bir araya gelmek isterler. Ortak paydayı bulmanın en önemli araçları kültür ve sanattır. Sanat aracılığı ile toplumsal dinamikler resmedilir ve kültürün olağan akışı içerisinde gözden kaçan olaylara bir ayna tutarcasına toplumsal gerçeklikler açığa çıkarılır. Sinema, sanat dalları içerisinde bu konuda ayrı bir öneme sahiptir.

Sinema, ele aldığı olayın geçtiği döneme ışık tutarak o döneme ait bir belge niteliği taşıması bakımından önemlidir. Bireylerin geçmişte yaşanılan bir olaya ilişkin düşüncelerini açığa çıkararak duygusal açıdan bir etki yaratır ve gelecekte de kılavuz olabilecek farkındalıklar yaratır. Sinemanın ürünleri gerektiği şekilde çözümlendiğinde, içinden çıktığı dönemin ideolojik yapısını ortaya koyabilmektedir. Vermiş olduğu mesajlar ile toplumsal bağlam arasında kuvvetli bir ilişki bulunur. 

Sinema filmi, sadece yönetmenin ve diğer çalışanların bir ürünü değil, filmi üretenlerle birlikte içinden çıktığı toplumun bir ürünüdür. Sinema filmi, toplumun bir ürünü olarak düşünüldüğünde, ürünün çıktığı toplumun değerlerine ve yapısına bakılmalıdır. Çünkü her toplum, kültürel yapılar bakımından birbirinden farklılık gösterir. Çalışmada kullanılan ‘’Saklı Hayatlar’’ filmi, 1980 yılında gerçekleşen Alevilerin maruz kaldığı ayrımcılık ve ötekileştirmeyi konu edinerek dönemin kimlik çatışmalarının trajediye dönüşünü perdeye taşıyor. Sinema, toplumsal olarak atfedilen sorunları topluma sunarak gerçeği yansıtma amacı taşır. Saklı Hayatlar filmindeki gerçek, 40 yıl önce yaşanan ve etkilerinin hala görüldüğü toplumun ayrıştırılması gerçeğidir.

Bu çalışma, toplumsal yapının gerçeklerini ortaya koymak ve bu yapı içerisinde gerçekleşen olumsuz durumları sinema aracılığıyla anlatmak gibi bir kaygı gütmemektedir. Yapılmak istenen şey, toplumsal gerçekliği yansıtmak açısından önemli bir konuma sahip olan sinemanın bir ürünü olarak seyirciye sunulan Saklı Hayatlar filminin, mezhep ayrımcılığını sinemaya taşırken nasıl bir dil kullandığını açığa çıkarmaktır. 

İnsanın kimliğini gizleyecek kadar ötekileştirildiğinin ve kaçmasına sebep olacak kadar ayrımcılığa maruz kaldığının filmidir Saklı Hayatlar. İnsanın kimlik farklılıklarına karşı tahammülsüzlüğünün dile gelişidir. Bir dönem filmi olarak karşımıza çıkan Saklı Hayatlar, toplumsal gerçekliğe bir kapı aralayarak iki farklı perspektiften(Sünni ve Alevi), dönem içerisinde yaşanan ötekileştirmeyi perdeye taşıyor.

                

‘’1980 Haziranında Çorum’da Alevilere yönelik saldırılar; 57 ölü,

200’ün üzerinde yaralı, 300’e yakın ev ve iş yerinin tahrip edilmesi ve

binlerce insanın göçüyle sonuçlanmıştır.‘’

Filmin başlangıç metninde edilgen bir dil kullanılarak, gücün kullanımı gizlenmiştir. Alevilere yönelik saldırıların ve iş yerlerinin tahribatının kim tarafından yapıldığı belirtilmemiştir. Özne dışarıda bırakılarak, eylemin sonuçlarından muaf tutulmuştur.

 

Diyalog 1-

(Anne, dışarıdan gelen kızına tokat atar.)

Nergis: Anne ne yapıyorsun?

Anne: Senin yaptıklarının yanında az bile. Bize yapılanlar hiç mi umurunda değil senin? Hiç mi umurunda değil?

Nergis: Ne oluyor, ne yaptım ben sana ya?

Anne: Biraz canın yanaydı oynaşmazdın o Yezid’in oğluyla. Bana bak sakın yalan söyleme gördüm seni, Murat ile gördüm!

Nergis: Murat ile oynaşmıyoruz biz birbirimizi seviyoruz anne. Hem o Yezid dediğin insanlar ne yaptılar sana? İyiliklerinden başka ne gördün onların?

Anne: Bilirim ben onların sinsi iyiliklerini, onların gerçek yüzlerini çok iyi bilirim. Ne kadar acımasız, vicdansız olduklarını çok iyi bilirim.

Nergis: O zaman niye komşuluk yapıyorsun onlarla?

Anne: Neden mi yapıyorum? Korktuğum için yapıyorum anladın mı?

Nergis: Anne sakin ol.

Anne: Korktuğum için, bizi de kendilerinden zannetsinler diye.

Nergis: Çorum’da yaşanan kötülüklerden bütün Sünnileri sorumlu tutamazsın.

Anne: Komşum Rıza’da pek iyi bir Sünniydi. Tek tek kapılarımız işaretlenirken onların yanında duruyordu.

Nergis: Murat’ı tanısan böyle konuşmazdın.

Anne: Bu konu bitti Nergis bitti. Bir daha seni onunla yan yana görürsem Allah yarattı demem bilesin.


Anne, şiddeti kızının yaptığı davranış ile bir tutarak eylemini meşrulaştırmaya çalışmıştır. ‘’Bize yapılanlar hiç mi umurunda değil senin? Hiç mi umurunda değil?’’ derken bize yapılanlardan kasıt, Alevilere yönelik saldırılardır. Görünmeyen özne ise Sünnilerdir. Anne burada kızının Sünnilere karşı bir gard alması gerektiğinin mesajını veriyor. Kızının Murat(sevgilisi) ile görüşmesi, annesi tarafından Alevi kimliğine bir ihanet olarak görülüyor. Nergis başlangıçta olanlara anlam veremez ve cevap almak adına sorular sorar.

Nergis’in geçmişte yaşananlardan bir ders alması gerektiğini fakat almadığını vurgulamıştır. ‘’Oynaşma’’ burada karşı cins ile kurulan ilişkiyi tanımlamak için kullanılan küçük düşürücü bir ifadedir. Bu ifadenin kullanımındaki sebep kızının, ‘’Yezid’in oğlu’’ olarak tanımladığı bir Sünni ile ilişki yaşıyor olmasıdır. ‘’Yezid’in oğlu’’, Aleviler tarafından nefret edilen bir kimse için kullanılan sözdür. Burada kişiye karşı kimliği sebebiyle, doğrudan bir nefret söylemi ile karşı karşıyayız. Nergis cevabında, oynaşma ve birbirini sevmek edimlerinin birbirinden farklı olduğunu savunmaktadır. İnsanları ‘’Yezid’’ olarak nitelemenin bir gerekçesi olması gerektiğini vurgulamıştır.

Anne iyiliği, ‘’sinsilik’’ ile nitelemiş ve aslında bir maskeye büründüklerini ve Sünnilerin asıl düşüncelerinin Alevilerin aleyhinde olduğunu ifade ediyor. Burada bir topluluğa karşı sert bir önyargı ile karşılaşıyoruz. ‘’Acımasız’’ ve ‘’vicdansız’’ ifadeleri ise bir topluluk hakkında doğrudan hakaret içeren söylemlere örnektir.

Nergis annesine, savunduğu düşüncelere uygun davranmamasının nedenini sorarak bu duruma bir anlam yüklemeye çalışmıştır. Annenin korktuğu için Sünniler ile komşuluk yaptığını ifade etmesi ise ‘’korku’’ duygusunun ‘’nefret’’ duygusuna baskın geldiğini açıklar. ‘’Bizi de kendilerinden zannetsinler.’’ Cümlesinde ‘’biz’’ ve ‘’onlar’’ ayrımı göze çarpıyor. Kendilerinden zannetmenin bir yolu ise, kendi kimliklerini saklayarak Sünni kimliğine bürünmektir. Bunun sebebi ise korkudur.

‘’Komşum Rıza’da pek iyi bir Sünniydi. Tek tek kapılarımız işaretlenirken onların yanında duruyordu.’’ Bir örnek olay gösterilerek direkt olarak sonuca varılmıştır. Burada, bağlamından kopuk bir söylem ile karşılaşıyoruz. Ayrıca, bir çarpıtmanın varlığından söz edebiliriz. Anne bir bireyin eylemini, tüm Sünni topluluğuna yükleyerek genelleme yapmıştır. Nergis annesine karşı, yaşanan kötü olayların sorumlusu olarak bir gruba ait bütün insanları görmemesi konusunda görüşünü belirtmiştir. Burada, yapılan çarpıtmaya bir karşı çıkışın varlığından söz edebiliriz.

Kendine göre gerekli olan meşrulaştırmaların sonucunda anne, kızının ilişkisini keskin bir şekilde reddetmiştir. Tehdit yoluyla kendi düşüncesini karşı tarafa empoze etmeye çalışmıştır.




Diyalog 2-

Murat: Ben farkında olmadan kırdım mı seni? Bir düşüncesizlik mi ettim?

Nergis: Hiçbir şey yapmadın.

Murat: Sorun ne o zaman?

Nergis: Yoksul mahalleleri hep birbirine benzer biliyor musun? Hepsinin kokusu aynıdır aslında. İster İstanbul’da olsun ister Çorum’da. Yoksulluk kadar keskindir çaresizlik, bir de acımasızlık. Yoksulluğu kader gibi kabullenirler ama kendilerinden olmayanı asla kabul etmezler. Benim çocukluğum da böyle bir mahallede geçti. Çorum’da. Annemler Amasya’dan gelmediler Murat. Çorum’dan kaçıp geldiler. Biz Aleviyiz.


Murat, sevgilisinin düşünceli halinin sebebi olarak kendisini görmektedir. Karşı tarafın mimikleri ile belli ettiği fakat sebebini söylemediği bir olayı açıklamasını sağlamak adına durumu kendisiyle özdeşleştirerek soruyu yumuşatmaya çalışmıştır. Nergis, mevcut sorunun Murat ile alakalı olmadığını belirterek açıklamaya girişmiştir.

Burada, yoksulluk ve dışlanma kıyaslanarak yoksulluğun kabul edilebilirliği fakat farklılıkların kabul edilemeyeceği üzerinde durulmuştur. Daha önce yaşanmış olaylardan yola çıkarak topluluğa yönelik bir genelleme ve yükleme yapılarak ön yargılı bir söylemde bulunulmuştur. Asıl verilmek istenen mesaj ise, ekonomik açıdan yoksul kabul edilen kesimde, yoksulluğa bir çare bulunamayacağı fakat yine de bunun kabullenilebileceği ama insanların ait oldukları gruba yönelik geliştirilen olumsuz tutumların asla değişmeyeceğidir.




Diyalog 3-

Komşu: Kızım annen çok perişan.

Nergis: Ya ne var perişan olacak? Cinayet mi işledim, ne yaptım ben? Birini seviyorum ben sadece.

Komşu: Biri olur mu kızım, biri değil. Annen haklı. Bak böyle yabancıyla evlenip geri dönen çok. Dönemeyen için de çok kötü şeyler anlatılıyor. Bak bizim komşu köyden bir kız Sünni köyüne gelin gitti. Kızı almış boynuna yuları bağlamışlar. Caminin etrafını 7 kez dolaştırıp 40 rekat namaz kıldırıp tövbe istiğfar getirtmişler, sanki gavur. Yezid’e kız verilmez Nergis.


Komşu, kızın annesi tarafından mevcut durumu öğrenmiş ve Nergis’e annesinin kötü bir durumda olduğunu söyleyerek sebebini belirtmemiştir. Sebebi, Nergis’in tahminine bırakmıştır. Nergis soru cümlesi ile annesinin neden perişan olduğunun sebebini sitemkâr bir şekilde sorgulamıştır. Çünkü Nergis ve annesinin mevcut durum için aynı tutumlara sahip olmadığını söyleyebiliriz. Cinayet, toplumda kötü karşılanan ve yapılması ağır cezalara tabi tutulan bir davranış biçimidir. Kendi davranışını cinayet ile karşılaştırması, annesinin verdiği tepkinin cinayet işlenmesi ile eşit bir tepkiye neden olduğunu düşünmesinden kaynaklanır. Birini sevmenin kötü bir şey olmadığını vurgulamıştır.

Komşu, biri değil derken muhatap olunan kişinin kimliğinden dolayı, kişiyi ayrı bir sınıflandırmaya tabi tuttuğunu belirtir. Geçmişte yaşanan veya yaşandığı düşünülen olaylardan yola çıkılarak bir genellemeye varılmıştır. Sanki gavur derken, gavur olarak nitelendirdiği kimseler başka dinlerin mensuplarıdır ve burada gavur olarak nitelediği kimselere bu davranışın yapılabileceğinin mesajı verilmiştir. Yezid nitelemesi burada yine bir nefret göstergesidir. Kız verilmez derken, kızı alıp verilebilen bir meta gibi göstermiştir.




Diyalog 4-

Nergis: Sen Murat’ı tanısan çok mahcup olacaksın biliyorum.

Anne: Benim Yezid’e verilecek kızım yok Nergis. Unut bu işi. Yoksa çok kötü şeyler olacak bilesin.

Nergis, annesinin ön yargılı davrandığını ifade etmek için, sevgilisine karşı olumsuz tutumlarını annesinin onu tanımamasına bağlar. Onu tanıdığında tutumlarının değişeceğine dair bir umudu olduğunu belirtir. Anne, olumsuz tutumunu devam ettirmektedir. Kişiyi yine Yezid olarak nitelemiş ve kişiye karşı doğrudan nefret söyleminde bulunmuştur. Nergis’i kendisine ait bir eşya gibi görmektedir ve alıp verilecek kişiye ilişkin kriterlere sahiptir. Tehdit içeren bir uyarıyla Nergis’i bulunacağı eylemden alıkoymaya çalışmaktadır.




Diyalog 5-

Murat: Hayırdır?

Baba: Daha ne olsun? Kiracılar Kızılbaşmış.

Murat: Biliyorum.

Baba: Ne demek biliyorum? Biliyorsun da niye söylemiyorsun oğlum bize?

Murat: Bir önemi yok da o yüzden söylemiyorum baba.

Baba: Önemi yok mu?

Murat: Evet, yok.

Baba: Oğlum, şaşırdın mı sen? Kızılbaş diyorum, Kızılbaş! Bağrımıza basalım dedik, yılan beslemişiz.

Murat: Geldiklerinden beri öve öve bitiremiyordunuz, Alevi olduklarını öğrenince ne değişti?

Babaanne: Oğlum, bunların pişirdikleri yenmez, içtikleri içilmez. Dinsizdir bunlar oğlum dinsiz! Ne oruç bilirler ne namaz.

Murat: Babaanneciğim, bu hurafelere nasıl inanıyorsun anlamıyorum.

Babaanne: Bismillahirrahmanirrahim. Ne demek şimdi bu?

Murat: Babaanne, ne yaptılar sana? Bu kadar aşağılanmayı hak edecek bu insanlar ne yaptı size? Onlar da bizim gibi insan.

Baba: Oğlum, sen bu komünist ağızlarını kimden öğreniyorsun? Kim sokuyor lan bunları aklına?

Murat: Gerçekleri söylemek komünist ağzı mı oluyor baba?

Baba: Sen bu sapı silik Kızılbaşları mı savunuyorsun bana? Oğlum sen gazete okumuyor musun, haber dinlemiyor musun sen? Lan Çorum’da cami yaktı lan bunlar. Cami yaktılar ulan! Onu da mı duymadın?

Murat: Baba bunların hepsi yalan. Kimsenin cami falan yaktığı yok. Aksine bu insanlar katledildi, yerlerinden yurtlarından edildi, binlercesi göç etmek zorunda bırakıldı. Aşağıdaki komşularımız da onlardan.

Baba: Terbiyesizlik etme ulan! Ağzından çıkanı kulağın duymuyor senin. Bunlar helal haram bilmez, ana bacı tanımaz. Söyletme beni, iki buçuk pislik Kızılbaş için mi bana saygısızlık ediyorsun? Ayrıca sana ne, sana ne ulan sana ne?!

Murat: O senin Kızılbaş dediklerinden bir tanesi benim sevdiğim kız. Sakın hakaret etme.

Baba: Sen ne dedin?

Murat: Nergis’i seviyorum ve onunla evlenmek istiyorum dedim.

Baba: (tokat atar) Öyle bir şey yaparsan, bir daha bu eve adımını atamazsın. Allah şahidim olsun, seni evlatlıktan reddederim.


‘’Daha ne olsun, kiracılar Kızılbaşmış.’’ Cümlesinde, daha ne olsun ile vurgulanmak istenen, kiracıların gerçek kimliğini öğrenmelerinin başlarına gelen en kötü şey olduğudur. Alevi yerine Kızılbaş olarak nitelemenin altında yatan şey ise doğal bir kimlik öğesinin nefret ve aşağılama unsuru olarak simgeleştirilmesidir. Murat, mevcut duruma ilişkin bilgisinin var olduğunu ifade ettiğinde, babasının bilgiyi neden onlarla paylaşmadığını sorgulaması ise bu bilgiyi çok önemli ve atlanmaması gereken bir şey olarak görmesinden kaynaklanıyor. Murat, bu konuyu çok önemsemediği için bilgi paylaşımında bulunmadığını ifade ettikten sonra babası çok şaşırmışçasına neden öneminin olmadığını sorguluyor. Murat cevabını tekrarladıktan sonra, oğlunun vermesi gereken bir tepki varmış fakat o tepkiyi vermemiş gibi şaşırmakla suçlanmıştır. ‘’Kızılbaş diyorum, Kızılbaş!’’ derken tekrar bir simgeleştirmede bulunarak nefret söyleminde bulunmuş ve hatırlatma niteliğinde bir tepki vermiştir. ‘’Yılan’’ kelimesini kullanarak Alevi topluluğuna karşı doğrudan hakaret içeren bir söylemde bulunulmuştur.

‘’Geldiklerinden beri öve öve bitiremiyordunuz, Alevi olduklarını öğrenince ne değişti?’’ ifadesinde Murat, ailesinin mevcut durumu öğrenmesi ile davranışlarındaki değişikliği vurgulayarak, insanları sahip oldukları kimlik üzerinden olumsuz değerlendiren ailesine karşı durumun nedenine dair bir soru yöneltiyor. Murat ise bu ifadeleri olumsuz olarak değerlendirerek, bunların inanılması güç ithaflar olduklarını vurguluyor.

‘’Oğlum, bunların pişirdikleri yenmez, içtikleri içilmez. Dinsizdir bunlar oğlum dinsiz! Ne oruç bilirler ne namaz.’’ İfadesinde babaanne, duruma ilişkin bir çarpıtmada bulunmaktadır. Kişilerin etnik kimliğini doğrudan hedef alan aşağılayıcı bir söylemde bulunuyor. Babaanne, dini bir terim kullanarak, şaşkınlığını dile getiriyor ve anlam veremediğini ifade ediyor.

‘’Babaanne, ne yaptılar sana? Bu kadar aşağılanmayı hak edecek bu insanlar ne yaptı size? Onlar da bizim gibi insan.’’ İfadesinde Murat, bir kişinin suçlanmasının bir ölçütü olarak kişinin olumsuz bir eylemde bulunması gerektiğini dile getiriyor. Bizim gibi insan derken, bir ötekileştirmenin gereksizliğini vurguluyor.

‘’Oğlum, sen bu komünist ağızlarını kimden öğreniyorsun? Kim sokuyor lan bunları aklına? ‘’ derken baba, oğlunun komünizmin dayandığı ilkeleri savunduğunu ve bunları kendi iradesiyle öğrenemeyeceğini ifade ediyor. Burada, olay bağlamından uzaklaştırılarak ideolojik bir meşrulaştırmaya gidilmiştir.

‘’Sen bu sapı silik Kızılbaşları mı savunuyorsun bana? Oğlum sen gazete okumuyor musun, haber dinlemiyor musun sen? Lan Çorum’da cami yaktı lan bunlar. Cami yaktılar ulan! Onu da mı duymadın?’’ ifadesinde baba, bir çarpıtmada bulunmuştur. Yaşanılan veya yaşandığı sanılan bir olayı topluluğa yüklemiştir. Yaşandığını düşündüğü olayları(cami yakmak) gazetede yayınlanan haberlere dayanarak doğruluyor. Ayrıca burada bağlamından kopuk bir ifade ile karşılaşıyoruz. Cümlede direkt olarak sonuca odaklanılmıştır. Cami yakılmadan önce ne oldu? Ayrıca burada, topluluk hakkında doğrudan hakaret içeren bir söylemde bulunmuştur. ‘’Sapı silik’’ ifadesinin anlamı, başıboş, adı sanı bilinmeyen, serseri olarak geçmektedir. Alevilere yüklenen Kızılbaş değerine doğrudan sapı silik nitelemesini kullanarak, Aleviliği simgeleştirme ve ona bir anlam yükleme gayretinde olduğunu söyleyebiliriz.

‘’Baba bunların hepsi yalan. Kimsenin cami falan yaktığı yok. Aksine bu insanlar katledildi, yerlerinden yurtlarından edildi, binlercesi göç etmek zorunda bırakıldı. Aşağıdaki komşularımız da onlardan.’’ İfadesinde Murat, babasının inanmış olduğu düşünceleri doğru olmadığı gerekçesiyle reddetmiştir. Edilgen bir dil kullanarak faili tartışma dışı bırakmıştır. ‘’Katledildi’’, ‘’edildi’’, ’’bırakıldı’’ ifadeleri, özneleri eylemlerinin sonuçlarından muaf tutmuştur. Bu ifadelerde sadece mağdura dair bilgi vardır. Bu ifadede gücün kullanımı gizlenmiştir.

‘’Terbiyesizlik etme ulan! Ağzından çıkanı kulağın duymuyor senin. Bunlar helal haram bilmez, ana bacı tanımaz. Söyletme beni, iki buçuk pislik Kızılbaş için mi bana saygısızlık ediyorsun? Ayrıca sana ne, sana ne ulan sana ne?’’ ifadesinde baba, Murat’ın topluluğa karşı savunmalarını bir terbiyesizlik olarak tanımlıyor. Argo kullanımı ile tepkinin büyüklüğü belli edilmeye çalışılmıştır. Baba oğlunun mantık çerçevesinde konuşmadığını ifade etmiştir. Baba, duruma ilişkin bir çarpıtmada bulunmaktadır. Kişilerin etnik kimliğini doğrudan hedef alan aşağılayıcı bir söylemde bulunmaktadır. ‘’İki buçuk pislik Kızılbaş’’ ifadesinde, ‘’pislik’’ nitelemesi ile doğrudan bir hakaret ile karşılaşıyoruz. 

‘’O senin Kızılbaş dediklerinden bir tanesi benim sevdiğim kız. Sakın hakaret etme.’’ ifadesinde Murat, bilgilendirme niteliğinde bir mesaj veriyor. Babasının, Kızılbaş olarak niteleme yapmasına karşı olumsuz bir tavır sergileyerek babasına, tutumunu değiştirmesi konusunda bir uyarıda bulunuyor. 

‘’Öyle bir şey yaparsan, bir daha bu eve adımını atamazsın. Allah şahidim olsun, seni evlatlıktan reddederim.’’ Baba, tehditkar söylemine destek olarak dini kullanıyor. Karşısındaki kişinin eylemini önlemeyebilmek adına tehdit içeren söylemlerde bulunuyor.




Diyalog 6-

Murat’ın Babası: Sana yalvarıyorum. Oğlumun peşini bırak. Kendine uygun birini nasılsa bulursun.

Nergis: Tevfik bey, sizin yalvarışınız bile hakaret gibi.

Murat’ın Babası: Kaçmayı planladığınızı biliyorum. Eğer öyle bir şey yaparsanız, nerde olursanız olun bulurum sizi.

Baba, yalvarma davranışını olmasını istediği bir şeyin gerçekleşmesi için araç olarak ifade ediyor. ‘’Kendine uygun’’ söyleminin altında küçük düşürücü bir anlam yatıyor. Senin gibi, sana benzeyen manasında kullandığı terim, karşısındakini kendinden farklı bir kategoride gördüğünü ifade ediyor. Nergis bu ifadenin, kendisine yöneltilen bir hakaret olduğunu anlıyor. Murat’ın babası, ön yargı içeren bir söylemi, ‘’biliyorum’’ diyerek gerçekten öyleymiş gibi yansıtıyor. Tehdit ederek, gelecekte yaşanması muhtemel bir olayın engellenmesini sağlayıcı bir söylemde bulunuyor.

 

Sinema, bir toplum içerisinde yaşanılan önemli olarak gördüğümüz bazı olayların unutulmaması ve o olayların bırakmış olduğu izleri yeniden görmemizi, düşünmemizi sağlayan bir mesaj aracı olarak görülebilir. Sinema bazen mevcut ideolojiyi destekleyen bir mesaj aracı niteliği taşıyabilir. Fakat bazen de mevcut bir toplumsal sorunu yeniden üreterek kitlelere nasıl bir durumun içinde olduklarını fark ettirme yoluna gidebilir. Sinema, bazen destekleyici bir güç bazen ise acımasız bir eleştirmen rolü üstelenebilir.

    

Saklı Hayatlar filmi, Ahmet Haluk Ünal tarafından üretilmiş bir imkansız aşk hikayesidir. Bu hikayede, dönemin ideolojik konuları örnek bir olay üzerinden ete kemiğe bürünmüştür. Ahmet Haluk Ünal, Çorum’da Alevilere yönelik saldırıların sonrasında yaşanabilmesi muhtemel bir toplumsal ayrışma örneğini, aşk teması üzerinden seyirciye sunmuştur. Bu sunumda, ötekileştirmenin ve ayrımcılık temalarının aşkın önünde oluşturduğu barikat hikayenin merkezinde yer almaktadır. Bir insanı sevmenin hangi bağlamda suç olgusu olarak tanımlanabileceğini ve bir insanın sahip olduğu kimliğin hangi bağlamda geleceğine yön vereceğini başarıyla perdeye taşıyan film, dönem içerisinde yaşanan toplumsal bir olayın doğurduğu ideolojik durumu ortaya koymaktadır.

    

Saklı Hayatlar filminin çözümlenmesi ile birlikte, film içerisinde yoğun bir nefret söylemi kullanımı olduğu analiz edilmiştir. Bu dilin kullanımının başlaması, iki ayrı mezhebe mensup iki gencin aşk hikayesinin başlamasıyla eş zamanlı olmuştur. Aşk temasının devreye girmesi ile birlikte ötekileştirme teması da hayat bulmuştur. Nefret söylemi, bir kişi veya bir grubun ait olduğu din, dil etnik kimlik, engellilik, yaş, cinsel yönelimini hedef alan ve doğrudan aşağılayıcı ve tehditkar ifadeler içeren söylemlerdir. Nefret söyleminin içerdiği özellikler bakımından, Saklı Hayatlar filmi bu söylem kalıbına oldukça sık yer vermiştir.

    

Filmde, Alevilik ve Sünnilik bir simge kavram olarak sunulmuştur. Bu simge kavramlar, bir anlam taşımanın yanı sıra bu kavramları kullanan kişilerin yeni anlamlar inşa etmesine izin veren kavramlardır. Film, mezhepler arası olumsuz bir ilişkinin altında yatan ideolojinin sebeplerini ve sonuçlarını, hikayeleştirme aracılığı ile yeniden üretime tabi tutuyor. Çeşitli dini oluşumların birbirleri ile karşılaştıkları bir noktada, birinin diğerini insan kategorisine bile yerleştiremeyecek kadar onu, öteki olarak görmesine tanıklık ediyoruz. Biz ve onlar arasındaki aşılamaz uçurum, film içerisinde geçen diyaloglarda oldukça net bir şekilde kendini göstermektedir. Bu film içerisinde bahsedilen nefret söylemi tek yönlü bir söylem değildir. Alevi ve Sünni mezheplerine ait olan kişiler arasında, birbirleri hakkında karşılıklı bir nefret söylemi mevcuttur. Simgesel kavramlar olarak sunulmuş olan Sünnilik ve Alevilik, savunulan kişiler tarafından sürekli bir anlam yüklemesine tabi tutulmuştur. Bu kavramlar kullanıldığında arkasında birden fazla anlam üretilmesinin bir gerekliliğini savunan kişiler, film içerisinde ötekileştirme işleminin tam olarak başrolündedir. Bu kişiler filmde, sahip oldukları düşünceleri değiştirme gibi bir edime sahip olmayan kişiler olarak tasvir edilmiştir. Savundukları ideolojileri değiştirmedikleri gibi çevresinde bulunan kişilerinde bu ideolojiye sahip olması gerektiğini ve tersinin kabul edilemez olduğunu bulundukları söylemlerde belirtirler. Toplumumuz içerisinde, burada tasvir edilen durumların yaşandığı ise toplumsal bir gerçekliktir. Belirli şartlara bağlı olarak bir kişinin sahip olduğu düşüncelerin değişmesi kolay bir işlem değildir.

Bir ideolojinin anlam kazanabilmesi için karşıt bir ideoloji ile ilişki kurması kurması kaçınılmazdır. Karşıt bir görüş olması, savunulan görüşü güçlendirmek için bir fırsat niteliğindedir. Film içerisinde çoğunlukla, ötekileştirme açısından güçlü söylemlerin karşısında bu ötekileştirmenin gereksiz bir edim olduğu düşüncesini savunan kişiler vardır. Film içerisinde Nergis ve Murat karakterleri adeta, ötekileştirmeye karşı savaşan savaşçılardır. Nergis’in annesi, Murat’ın babası ve babaannesi ise, ait oldukları mezhebin dışında kalan başka mezhebe ait kişilere karşı sürekli bir nefret söylemi üretme eğilimindedirler. Farklı düşünceleri temsil eden karakterlerin toplum içerisinde de varlığından söz etmek mümkündür. İnsanlar ya da gruplar kendi ideolojilerinden vazgeçmek yerine onları güçlendirmek adına bir savaş içerisinde olabilirler. Bu savaşın galibi ise genellikle çoğunlukta bulunan kısım olacaktır.

Saklı hayatlar filmi, yukarıda bahsedilen iki ayrı ideolojik tutumun birbiri ile çatışması ve hikayenin bir trajediye dönüşünü seyirciye sunma çabasındadır. Ayrımcılık ve ötekileştirme temalarını nefret söylemi çerçevesinde işleyerek dönemin ideolojik yapısını ortaya koymaya çalışmaktadır. Diyaloglarda geçen bazı cümlelerde olayların bağlamının dışında ele alındığı analiz edilmiştir. Çarpıtma içeren ifadelere de sıklıkla yer verilerek, bireylerin ait oldukları mezhebe ilişkin bir damgalanma ile karşı karşıya kaldıklarını görebiliriz. Savunulan ideolojinin karşıt ideolojiye karşı hafif kaldığı durumlarda şiddet yönelimi ve diğer mezhebe karşı doğrudan hakaret ve küfür içeren söylemlere de başvurulduğu dikkat çekmektedir.

Yönetmen film sonunda ise, tüm bu ötekileştirme çabalarının bir trajediye dönüşünü görmemizi istiyor. Yapılan ayrımın ve ötekileştirmenin yersizliğini vurgulamak istediği, bu noktada aşikardır.