Yüzüme baktığın zaman üzülme artık Didem, kahrından geceleri uyumamazlık da etme, beni de bekleme eve gireyim diye. Evin köşesindeki banka oturup nefes almaya çalışıyorum çünkü. Yıkıldığım ve kalkamadığım için değil, aksine yüzümdeki hüznün gücünün farkında mısın? Yüzümdeki hüznün gücü ile ne kentler yıkılır, ne devletler lağveder kendini ben bile bilmiyorum. Ama saydıklarımı yapmayacağımı biliyorum.


Lazkiye topraklarından İran'a kim olduğumu bulma yolculuğuna çıktım. Halid'in canı uğruna koruduğu topraklara gömdüm kendimi ve leş kaktüsümü. Orada nefes aldım, tarihin o sahnesi benim miladım oldu artık. Önüme çıkan her taşı ve ardımdakileri yutmayı öğrendim. Sindirip hayatıma devam mı ederim, içimdeki taşların ağırlığından yolun ortasına mı çökerim yoksa taşlarla beraber bedenim de ruh olup göğe mi yükselir inan bilmiyorum. Tek bildiğim, şu an hayatta kalmak zorunda olduğum.


Artık boğulmuyorum yüzdüğüm veya fırlatıldığım denizlerde. Su yüzüne çıkıp nefes alabiliyorum. Didem, ben yüzmeyi öğrendim! Su ile olan savaşımı kazandım sanırım ya da birbirimizi anlamaya başladık, bilmiyorum. Aynı şey hayat için de geçerli olabilir.


Diktiğim lavanta fideleri çiçek açmayınca onlarla esans olarak ilişkime devam ettim, şimdi leş kaktüsümün büyüyüşünü gözlerim yaşararak izliyorum. Evet Didem, kızacaksın belki ama lavanta fidelerinden leş kaktüsüne düştüm. Sınıf intiharı da diyeceksin ama o toprağın en dibinde buldum ben kendimi, daha yukarıda yaşayamam ki.


Yani diyeceğim o ki Didem'im, beni bekleme geç gelirim. Urla'mın güzel sahilindeki yeşil ev ile randevum var, geçen zamanı konuşmak epey vaktimizi alacak. Ben kalkmak istesem banklar bırakmaz biliyorum, hem gece boyu gelmeyecek bir treni bekleyeceğiz. Bu bizim ulvi görevimiz. Beni bekleme, radyoyu kapamayı unutma. :)