Zeynep şeker mi şeker, elma yanaklı bir kızdı. Herkes de onu severdi. Komşular, akrabalar hep sorardı. Zeynep'in yanakları hep böyle kırmızı mıydı? Annesi bebeklik fotoğraflarını gösterirdi. Zeynep çocukken de pek tatlıydı! Kehribar gözlü... Annesi nazar değmesin diye kakül kestirmişti. Alnından inen koyu kestane saçları gözlerini bir nebze de olsa saklıyordu çünkü.  

Ailesinin ona gözü gibi bakmasına karşılık Zeynep de onları bir gün olsun üzmemişti. Saygılı ve kibardı. Derslerinde de başarılıydı. Dışı ne kadar tatlıysa içi de bir o kadar baldı! Durduk yere insanın onu sevesi gelirdi. Ailesinin en büyük korkusu bir gün onu alıp götürmeleriydi. 

Ne var ki Zeynep on ikisine basmadan öteki tarafa göçmüştü. Ölümü ani ve beklenmedik olunca ailesi feryat etti. Babası köy kahvesine uğramaz oldu. Evin önünden geçenler evdeki matem havasından gözyaşlarını tutamadı. Köyün üstüne kara bulutlar çöktü. Sonbaharın ortasında zemheri indi köye. 

Yaşamak dayanılmaz olunca kadının canına tak etti. Bir gece ansızın kendini dışarıya attı. Köy kısmı dışarıda esen kötülüğü bilirdi. Hiç çıkılır mıydı dışarıya? Kadın önemsemedi. Kocası da durdurmadı onu. Karısının peşinden o da indi sokağa. Bir süre yürüdüler öylece. Hava öyle berbattı ki esen rüzgar içlerine işliyordu. Kadın giydiği kırmızı hırkaya sarıldı. Böyle giderse sabahı göremeyeceklerdi. Ama ne olacaktı ki? Zeynep yoktu artık. 

Hayatta kalma arzuları ağır basınca kendilerini evin önünde buldular. Dış kapıdan geçip içeri girecekleri sırada kadın bir şey fark etti. Bahçedeki ekinlerin olduğu tarafta biri vardı. Hayra alamet olmadığı kesindi. İlk bakışta insan sandı ama bu saatte ne çıkacağı belliydi. Kocasının kolundan destek aldı. Her şeyi bırakmış olmalarına rağmen derinlerde bir duygu içlerini kemiriyordu. Yine de yanına gittiler. 

Bahçenin köşesine ektikleri domates, biberler ne zamandır bakılmadığı için kuruyup gitmişti. Soğuyan havanın da etkisi vardı bunda. Üstlerini örtmek kadının aklına bile gelmemişti. Yenipazar köyünde cinlerin ekinlere dadanması nadirdir. Ancak her ihtimale karşı tarlanın başına korkuluk diker, boynuna da muska koyarlardı. 

Cinin eşeleyip kazdığı toprakta kuruyan bitkilerin köklerini kemiriyordu. Onun bu hali ikisinin midesini ağzına getirmişti. Ne tepki vereceklerini şaşırmışlardı. Dua edecek oldular ama bu kötü bir fikirdi. Üç harfliler dua edilmesinden hoşlanmazlardı. 

Ağzına dolu bir toprak alan cin başını kaldırıp onlara baktı. Yaşlı, çirkin bir adama benziyordu. Göz kapakları yoktu. Saçı kısmen dökülmüştü, kafa derisi kanıyordu. O kadar zayıftı ki derisi kemiğine yapışmıştı. Cinden derin bir inleme sesi duyuldu. İğrenç bir sesti bu. Kaba, hırıltılı... 

"Kız... Nerede?" Zor konuşuyordu ama ne olduğunu anladıklarında kadın aklını kaçıracağını sandı. Cin dosdoğru kızının penceresine bakıyordu. Kızına ne zaman musallat olmuştu? Kocasının kolundan destek aldı. Ağlamak istiyordu ama öfkesi baskın çıkmıştı. 

"Zeynep'im öldü. Sen mi götürdün onu? Sen mi...Kızım! Yavrum... Ah!" Elini kalbine götürdü. Bu kadarına dayanması mümkün değildi. 

"Geri... getirelim."

"Haşa," dedi adam. "Zeynep'i geri getirmenin bir yolu yok. Ama eğer varsa... Varsa ne olursa olsun yapmaya hazırız." 

Cin tırnaklarıyla toprağı kazmaya başladı. "Kızı... bahçeye göm." Eliyle toprağa vurdu. "Tohumları yetiştir bu toprağa. Ben sizi bulacağım." 

Avucundaki tohumları onlara uzattı. Kadın alıp almamak konusunda kararsızdı ama başka çaresi de yoktu. Kocasına baktı, aynı fikirdeydiler. Birazcık bile umut varsa kızlarını geri getirmek için her şeyi yaparlardı. 

Sabahında kocası kızını bahçeye defnetmek için muhtardan izin aldı. Muhtar bunun hoş karşılanmayacağını dile getirse de nihayetinde razı oldu. Cinin arzu ettiği gibi kızlarını bahçeye defnettiler. Başına da tahtadan bir mezar taşı diktiler. Toprağa cinin verdiği tohumları ektiler ve günlerce tohumun yeşermesini beklediler. Sonunda yeşerdiğinde içlerini tarifsiz bir huzur kapladı. Evlerinde solup giden neşe geri gelmişti. Kızının bedeniyle karışan toprakta bir bitki filizlenmişti. Ama bu çocuklarının dönmesini nasıl sağlayacaktı? 

Gece olunca cinin gelmesini beklediler. Kızlarının odasındaki pencereden onu gömdükleri yere baktılar. Ancak ne kadar beklerlerse beklesinler cin gelmedi. Günler, aylar geçti. Tohum büyüdü, yaprakları çıktı. Onun büyümesini izlemek içlerindeki hasreti dindiren yegane şeydi. Tüm hayatlarını Zeynep'ten sonra bu tohuma adamışlardı. 

Aylar sonra bitki yeterli olgunluğa ulaştı. Daha önce hiç görmedikleri türden pespembe bir çiçekti bu. Kızlarına benzetmişlerdi. Onun gibi güzel, narin... Kadın yapraklarına dokunmaya kıyamadı. Gün boyu yanında oturup onunla konuştu. 

Sonra bir gece kızının odasındaki pencereden cini gördü. Çiçeğe doğru yaklaşıyordu, can havliyle aşağı indi. Kocası da peşinden inmişti aşağı. Cin çiçeğe dokundu ama farklı bir dokunuştu onunki. Bahçede ekinleri söktüğü zamanki gibi değildi. Zarar vermek istememişti. 

"Bize çocuğumuzu geri vereceğini söylemiştin," dedi adam, çiçeğe zarar vermesinden korkuyordu. Cin karşısındaki karı kocaya baktı. 

Sahi nasıl bir aptallıktı bu! Anlaması mümkün değildi. Zaten insan olmak da böyle değil miydi Arzularına boyun eğmekti. Olmayacak işi oldurmaya çalışmaktı. Umut etmek, sonrasında hayal kırıklığına uğramaktı. Yine de istemekti. 

Cinler bu arzuyu idrak edemezdi. 

Parmağıyla çiçeği işaret etti. "Kızınızın... Ruhu çiçeğe karıştı. Ben sözümü tuttum." 

"Karşılığında bizi mi alacaksın?" Adamın sorusundaki tedirginliğe karşın cin sakin bir sesle konuştu. 

"Zeynep'e... İyi bakın." 

Cin arkasını dönüp gitmeye başladığında ne yapacaklarını bilemediler. Birbirlerine sarılıp uzun süre ağladılar. Duyguları alt üst olmuştu. Kızınız çiçeğe karıştı ne demekti? Karşısındaki güzel çiçek bir zamanlar çocuğu olan Zeynep miydi? Ama düşününce Zeynep bir çiçek olsaydı tıpkı böyle gözükürdü. 

"Allah'ım... Nasıl bir günah bu?" dedi adam, pişmanlıkla. Karısı aynı fikirde değildi.

"Bir daha geri gelmeyecekse... Korkulacak bir şey yok. Zeynep'ime en güzel şekilde bakalım. Onu çok seveceğiz... Ölene kadar seveceğiz. Bizden sonra da yaşayacak. Ormana götürürüz onu. Ne güzel olur! Zeynep'im yaşayacak! Ona güzel baktığımız sürece upuzun bir hayat var önünde. Bakma sen, iyi de oldu aslında. Yetişkin olunca evlenip bizi terk edecekti. Ya da güzelliği bozulacaktı. Canım kızım, Zeynep'im hep bizim yanımızda kalacak. Allah'ım nasıl mutluyum!" 

Adam kendini karısından ayırdı. Aklını kaçırmıştı şüphesiz. Nasıl bir felaketin içine düştüklerini göremiyordu. Tek önemsediği kızının yanlarında olmasıydı. Ama ne uğruna? Odasına dönmek yerine bahçede kaldı. Karşısındaki güzel çiçeğe suçlulukla baktı. 

Zeynep yanlarında kalacaktı ama insan olarak değil, çiçek olarak! Mutlu olacak mıydı? Asla derdini, sıkıntısını anlatamayacaktı. Hareketsizce, konuşmadan, yalnızca ona bahşettikleri hayatı yaşayacaktı. Bir daha asla Zeynep'in sesini duyamayacaklardı. Arkadaş edinmeyecekti. Gülüşünü zamanla unutacaklardı. 

Adamın yüreğine bir sıkıntı çöktü. Kızı öldüğünde bile bu denli çaresizliğin içine düşmemişti. Zeynep'i çok severken ona böyle bir kötülüğü nasıl yapmıştı? Ruhu cennete gidecek miydi orası bile meçhuldü. Öteki tarafta anne babasına lanet okuyacaktı. Canı acıdığında bunu dile getiremeyecekti. 

Korkunç bir hata yapmışlardı! Adam elini kalbine götürdü. Nefesi tıkanınca olduğu yere yığıldı. Kalp krizi geçiriyordu ama o zaman karısından yardım istemek aklının ucundan bile geçmedi. Sessizce kabullendi durumu. Ölmesi gerekiyordu. Zeynep'e yaptığı kötülüğün cezasıydı bu. İnşallah onu affederdi. 

Gözlerini kapatınca kızını gördü. Zeynep'in ona gülümsediği kısacık bir anı... Adamcağız oracıkta son nefesini verdi. Her şey sona erdiği için mutluydu. 

Kadın onu bulduğunda kocası çoktan öteki tarafa göçmüştü. Feryat etmedi bu kez. Yapılması gereken belliydi. Kızının yanına bir çukur daha kazdı ve kocasını güç bela oraya götürerek içine attı. Gece olunca cinden tohum isteyecekti. 

Toprağı okşadı. Ailesini asla bırakmaya niyeti yoktu. Ne yaşanırsa yaşansın onları terk etmeyecekti. Kocası, kızı... Yine beraber olacaklardı. 

**